Şiirimizde Yeni ve Yenilik-1 “ Marangoz ve Dondurmacılara ” / Mustafa CEYLAN
MARANGOZ ve DONDURMACILARA "
Hayatın her alanında olduğu gibi şiir dünyamıza da büyük bir hızla giren
internet; şiirin öz coğrafyasında fazla bir dalgalanma yapmazken, sırça
köşkündeki şairin coğrafyasında fırtınalar estirmiştir. Şairi, acımasız ve
amansız bir fırtına gibi, oradan oraya sürükleyen internet fırtınası, bakalım
daha ne gibi gelişmeler kaydedecek. Sesi, görüntüyü, yazıyı, resmi anında
Dünyanın bir ucundan öteki ucuna ulaştıran bu elektronik gelişme, bir silah ya
da bir gül bahçesi olabilmekte. Onu kullananın niyeti, parmak uçlarının
dokunduğu klavyenin dansına bağlı. Kâh, mermi olup insan hayatına kastedebilir,
kâh da gül bahçesi olur, duygulu yürek şairlerimize yeni güller, şiir gülleri
açtırabilir. Ucuz ve çok kolay elde edilebilen bu imkânın şiirimizde yenilik ve
yeni arayışlar konusunda pek fazla bir açılım yapamadığını
görüyoruz.
Oysa, bu kadar hız, bu kadar teknolojik gelişme yeni ve yenilikleri de
beraberinde getirmesi gerekmez mi?
Şiirin efsunkâr ikliminin yansıdığı internet sitelerine bakıyoruz;
ustalar, usta kalemler kenara çekilmişler; maşallah yığınla şair ünvanlı bay ve
bayanlar ortalarda, körler sağırlar anlayışıyla, al gülüm-ver gülüm
oynamaktalar. Çok az sayıdaki genç kalem ise, usta bildiğiyle hemhal olmaya
çalışmakta.
Durup dururken, kendini yeryüzünün en büyük şairi gören, üstelik verince
parayı bir de kitap yayınlayan şaire; “bunlar şiir değil” diyemiyor ustalarımız.
Ortalık toz duman…
Ortalık göz gözü görmüyor…
Ortalık ölü mısralar çöplüğü…
Bilmiyorum ve sabırsızlıkla bekliyorum, “iyi adamların binip gittikleri
atlarla geri dönmelerini…” Geri dönsünler ki, ortalık dirlik düzene kavuşsun.
Baş belli olsun, ayak belli olsun. Kelimenin bir namus kadar, bir evlât kadar
babası, sahibi olacak şairimizi, o sevdasından yanıp tutuştuğu şiirin gerçek
tahtına oturtabilelim.
Ozanlık geleneğini, adına ozan diyen, kafiye yapmak uğruna şiiri katleden
adamların insafına terk etmek, gerçekten kanımıza dokunmaya başladı. Kafiye ile
redif arasındaki farkı bilemeyen, arabesk müziğin harmanına düşüp şarkı sözü
yazma telaşına düşen şairleri gördükçe, 41 yıllık sevdam olan şiirden kaçar
oldum. İnanın kaçar oldum da şiir beni kovalıyor, sancılarımı artırıyor, deli
kuşlara döndürüyor beni. Ağrısından uykularım kaçıyor, zindan karası gecelerin
uçurumuna düşüyor gönlüm; ruhum ise Kerem’in arpa tarlasınca yanıp kavruluyor.
Kimseye hiçbir şey diyemiyorum…
Offf !!! Offf ki offff!
Ne kötü bir zamandayız Allah’ım ?!
Bu arada, şiirimize yeni bir nefes, yeni bir ışık, yeni bir gül tomuru
sunabilmek için, YENİ NAZIM ÖNERİLERİ ortaya atıyoruz. Ama bu önerilerimizi bu
curcunada fark eden bile olmuyor.
“Buluşma” dedik, “Gülce” dedik, “çaprazlama” dedik…
Baktık, tık yok… Baktık ses-soluk yok…
Niye baksınlar ki, niye okusunlar ki, merak etmek bile bu hazırcı,
internet efeleri için fazla gelir, öyle değil mi?
Hele hele Nazım Hikmet duvarına kadar bir solukta ulaşıverip, ordan
öteye milim gidemeyen, medya ve kamuoyunu elinde bulunduran, ön yargılı,
kendinden menkul dev şairler için, bizim bu önerilerimiz hiç de önem
arzetmez.
Bir yanda, internet efeleri, kafiye hamalları; öte yanda at gözlüklüler,
duvar suratlılar; yeni ve yenilik çalışmalarına hep sırt dönmüşlerdir. Onlara
göre yeni ve yenilik, yolunda geberdikleri duvara kadar olan her şey. Eskiyi
tekrar, kopya, hatta yer yer çalıntı…
Bunları ben ortaya attığım için, yeni nazım önerilerini ortaya atan ben
olduğum için yazmıyorum; bir başkası da yazsa bu fikirlerim aynıdır ve
değişmeyecek.
Egoizmasının kıskacında can veren şair, burnunun ucunu göremeyen kelime
israfçısı, mısra çöplüklerinin dağ olup yükselmesine sebep olan klavye işçisi,
“çekil gayri kenara” diyeceğim, etrafıma bakıyorum, çıt
çıkmıyor.
Bugüne kadar yeniye, yeniliğe karşı çıkmış, güneşten korkan yarasalar
gibi, dinamizmini yaratamamış, enerjiyi alamamış, üretememiş, fosillerle karşı
karşıyayız maalesef…
İnternet şairleri, daha doğarken fosil..Daha ilk çıkış noktasında bir
kamyon üzümle devriliveriyorlar. Üzülüyorum…
Şiir bu kadar kolay, bu kadar basit ve bu kadar her canı isteyenin at
koşturduğu bir saha mı ki? Delirmemek elde değil. Daha yaşı 20 ye gelmemiş
birisi çıkıyor bana “3.000” şiirim var diyor.
Üstelik, okumuyormuş hiçbir ustayı. Etkisinde kalırmış beyefendi…
Offfffff!!! Yeter gayri, yeter!!!
Kelimeleri kesip, cümleleri biçip bir marangoz kadar bile maharet ve
ustalık göstermeyenlerle; önce kafiyeleri yazıp ardını emme basma tulumba gibi
dolduran dondurmacı çırakları, ne kadar beceriksizler; ne kadar da gülünçler,
Allah’ım!!!!
Gidin marangozluk ya da kasaplık yapın. Onlarla hiç olmazsa para
kazanırsınız kardeşim!
OZAN VE AŞIKLARA BAKIN HELE
Yahu ayıptır. Edebiyat edep’ten gelir. Bu kadarda edepsizlik olmaz.
Olmamalı!!!
Bizim asırları delip gelen aşıklık geleneğimizle bu kadar alay edilmesine
dayanamıyorum.
Hece veznini, kalıp ve kafiyeyi dahi bilmeyen; yazdıklarını çalakalem,
aklına geliverdiği şekilde rastgele yazıveren bu insanların yaptıklarına dur
diyecek yok mu?
Utanmazlar, kendilerine bir de ozan ya da aşık
diyorlar.
Size kim verdi ki bu ozanlığı, size kim uygun gördü ki bu
aşıklığı?
Sizden olsa olsa bulaşık olur. Bulaşık bile utanır, bulaşıklığından, o
dahi bir olumludan artandır. Ama bunlar, ama bu bizim öz değerlerimizi ayaklar
altına serercesine gülünç duruma düşenler yok mu? Bulaşık bile isyan eder
bunlardan.
Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Seyrani’nin kemiklerini sızlatıyorsunuz.
Utanma yok mu sizlerde? Ar-haya yok mu?!
Köroğlu Çamlıbel’den inip önüne katıp kovalasın mı sizi ? Mertliğin,
yiğitliğin zerresi olsa sizler de, bu yazdıklarınızla kendinize ozan veya aşık
ünvanını lâyık görmezsiniz.
Yapmayın, etmeyin!
Bakın buradan açık açık ilan ediyorum; sabrımızı taşırdınız artık. Bitti
hoş görü. Kalmadı gayri…
Sadece antoloji com sitesinde “ozan” yazıp aradığımda karşıma 130 adet
ozan ismi çıkıyor. “Aşık” yazıp aradığımda ise 143 isim çıkıyor.
İstiyor musunuz, bunları teker teker ele alayım. İstiyor musunuz, bunlar
arasında daha kafiyenin, kalıbın, ölçünün ne olduğunu bilmeyenleri teker teker
isimleriyle sergileyeyim. Yazdıklarını şöyle orta yere dökeyim. Bu mu lâzım
sizlere? Deyin hele, bunu mu istiyorsunuz?
Tarihinize, köklerinize, aldığınız “ozan”-“aşık” ismine de mi saygınız
yok. Bu rezaletleri, bu mısra çöplüklerinizi, bu saçmalıklarınızı, kendinizi bir
şey sanmanızı aynanızın arkasındaki sırrı isim isim, şiir şiir açıklamamızı mı
bekliyorsunuz.
Durun artık! Durmak zorundasınız!
Ya gerçek ozanlığa ve gerçek aşıklığa saygı gösterecek, edebinizle
meydandan çekileceksiniz; meydanı orada bir elin parmakları sayısınca olan,
hakiki ozanlara bırakacaksınız; yahut da ipliklerinizi pazara çıkaracağım. Her
kim olursa olsun, kim kırılırsa kırılsın; bu saygısızlığı, bu alabildiğine
yapılan edebiyat adına yapılan edepsizliği sereceğim gözler
önüne.
İşte sayıyorum günleri.
İşte teker teker o saçmalardan seçmeleriniz ortada.
Meydanı gerçek ozan ve aşıklara terk etmez iseniz, sizleri afişe
edeceğim.
Hani eleştiri istiyordunuz bazılarınız, hani bazılarınız bizim
ozanlık-aşıklık tarihimize göz ucuyla dahi bakmaya tenezzül etmiyordunuz ya;
sizler için, acımasız eleştiri oklarımızla karşılaşacaksınız.
Bir insanın fotoğrafçı olması veya kasap olması için, ilgili meslek
odasına kaydolması; ustalık-çıraklık yasalarına göre belgesi de olması gerekir.
Maşallah sizler, internet ozanları, internetin klavye aşıklarısınız; hiçbir şeye
de ihtiyacınız yok, öyle mi?
Hangi aşığımızın hangi şiirini çalıp, değiştirip yayınladıysanız teker
teker açıklayacağım.
Size badeyi internette içirenleri, sizin şiirlerinizin, o
saçmalıklarınızın altına yorum adı altında yazdıkları övgünameleri de yazanları
da sergileyeceğim.
İyisi mi gelin yol yakınken dönün bu sevdadan.
Ya da;
Kendinizi donanımlı hissedene kadar az – biraz çıraklık yapın bir ustaya.
Gerçek halk ozanı ve halk aşıklarından ders alın arkadaş!
Sizler var ya, doldurmacılar kadar dahi, dondurmacılar kadar dahi
olamadınız. Yazıklar olsun. Bırakın bu ozan ve aşık isimlerini gerçek hak
edenlere !
Bu yazı dizisi hiç bitmeyecek ve herhafta sizlerden birkaç tanenizi gün
ışığına çıkara çıkara devam edecek.
Ve sonuç ta;
Şiirimizde yenilik’in ve yenileşme’nin ne olduğunu da yetmişiki millet
anlayacak, sizler de anlayacaksınız.
Benden söylemesi !
Mustafa
CEYLAN
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|