|
Merhâbâ Şiir, Merhâbâ Metafizik / Prof. Dr. Ahmet İNAM
Şiir
yaşamdadır. Yaşamın soluk borusu, öteyi gören gözü olarak. Şiir dünyadadır ve
insandadır. Bundan dolayı şeytânî, bundan dolayı rahmanîdir.
Ortadoğu, insanına şiir emzirir.
Ortadoğu insanı
metafiziği şiirde duyar.
Metafiziğin şiire kapısı vardır. Tıpkı diğer sanat dallarına, bilime,
felsefeye, dine, hikmete, folklore, günlük yaşam bilgisine olduğu gibi.
Metafiziğin sayısız kapısı vardır, sayısız bilgi, ilgi, duygu, görgü alanlarına.
Metafiziğin bedene bile kapısı vardır.
Kapıya gelmektir, gelebilmektir
sorun.
Hayatın şiire kapısı elbette vardır. Kapısız şiir olabilir mi?
Kapısız metafizik? Metafiziksiz kapı olabilir mi? Her kapı metafiziğe
açılabilir, duran varsa önünde, durabilen. Her kapı şiire açılabilir, şiirleyen
varsa, şiirlenen. Şiirin ve metafiziğin ortaklığı orada: Açılmadıkları nesne
yoktur, açılmadıkları varlık. Açanı varsa, açılanı, göreni; şiirin ülkesi
metafiziğin ülkesiyle kapılar doğurur, kapılar "çağlar", kapılar açar, kapılar
kırar, yıkar, kapar. Kapılar ülkesidir. Belki de: Şiir de, metafizik de kapıdır.
Hem iki ülkedir, birbirleriyle bir yanlarıyla örtüşen; püskürttükleri
kapılarıyla; Terra poetica, Terra metaphysica! Âlem-i Şiir, Âlem-i Mâbâdettabîa!
Neyin, nelerin kapısıdırlar? Duranına bağlı, önlerinde. Kapıların kapısıdır
onlar.
Metafizik bir alan, bir ülke. Bir uçsuz bucaksız âlem.
Gözlemlenebilir, hesap edilebilir olanın ötesi. Bilimle bulunabilir olanın
ötesi. Bilim, metafiziğin ülkesinde büyümeye başladı. Adım adım onun bölgesini
ele geçirdi. Büyümeyi sürdürüyor.
Şiir
ükesi, başlangıçtan beri metafizik ülkesinden ayrıydı, ortak alanları,
birbirlerine kapıları olsa da. Şiir ülkesi, kültürü yaratmış bir ülkedir.
Metafiziği, dini, felsefeyi, sanatı, hikmeti doğuran odur. Sonra koptu onlardan.
Başlangıçtaki anlamı zaman içinde dönüşüme uğramadı değil; içinde manzume
ülkecikleri doğdu, bu ülkecikler onu ele geçirmeye kalktılar.
"Rhetorik"
şiirden salt güce; ele geçirici, sömürücü, yok edici güce doğru gelişti: Ölçülü
uyaklı sözleri manzume ülkesinin, şiire musallat olmaya, onu istilâ etmeye
çalıştılar. Şükür, şiirin hâlâ manzume tarafından ele geçirilmemiş bölgeleri
vardır. Şairlerin yüzü suyu hürmetine durur şiir ülkesi, bağımsızlığıyla. Bunca
şiir kuramının, edebiyat öğretisinin, dilbilim tekniklerinin, şiir tanımaz
"felsefe yapma" çabalarına karşın, şiir hâlâ ayakta durmakta; şiir ülkesi
oldukça toprak kaybetmekle birlikte, istiklâlini muhafaza ediyor, bir
bakıma.
Şiir, "söyleyen insan"la başladı. Hem Türkçe'deki "yır", "ır"
sözcüklerinde, hem Almancadaki dichten (Latince dictô'dan geldiği söylenebilir!)
de bu özellik görülebilir. Batı dillerinin büyükçe bir bölümünde Eski
Yunancadaki poiêsis'le ortaya çıkan şiir sözcüğü, bir tür ürün ortaya koymayı;
yapmayı, üretmeyi anlatır; bu üretim başlarda şarkı ve türkü ile söylenerek
gerçekleştiriliyordu; destan söyleyiciler, "söz"den, epos'dan yola çıkıyorlardı;
arkalarında onlara esin veren güçler musa'lar vardı, onun için sanatları mousikê
adını alıyordu. Şair, müzikle, dansla, esinle "üretiyordu." (Evmusos, sözü,
esini "iyi" olan anlamında mâhir şairlere verilen bir sıfattı!)
Bizim
dilimizde, Ortadoğulu'nun yaşamında yüzlerce yıldan beri egemen olan "şiir"
sözcüğü, "şu'ur"la, "şe'ere" sözcüğü ile ilgiliydi. Arapçada çok zengin
anlamlara kaynaklık eden "şe'ere", öğrenmek, anlamak, sezmek, farketmek,
algılamak, duymak, bilincine varmak, şiir oluşturmak... gibi anlamlar taşıyordu.
"şa'ir", yalnızca şiir söyleyen değildi; anlatıcıydı, derin sezgileri olan
biriydi. Şâ'iriye sahibi, şiirsel güç sahibi biriydi.
Batı dillerinde
şiir vurgusu, poiêsis sözcüğünden yola çıkılarak bakıldığında, üretmek, ortaya
koymakla ilgiliydi; bizde ise, "anlamak", sezmekle.
Biraz da bundandır:
Ortadoğulu'nun şiir ülkesinin kapılarında durucu olması!
Söyleyicilik,
iki kültürde de var: Şâ'ir söyleyicidir, hele Moğolcada, çok geveze, çok
konuşkan anlamlarına geldiği savı açısından bakıldığında, "ozan"da da böyle bir
özellik görüyoruz; Batılının rapsôdia'sında da olduğu gibi, şiir "okuma"
özelliğini; şiirin, söyleyen boyutunu kavrıyoruz.
Şâir hileci olarak
görülmüş iki dünyada da, Batı ve Ortadoğu'da, çoğunlukla; örneğin, Almancadaki
Gedicht, buluş(Erfindung) anlamına geldiği gibi, hile (Betrug) anlamına da
gelebiliyordu.
Şiir ülkesi, hayata bu zıt özellikleriyle yansımış,
yaratıcılığının yanında, güvenilmezliği ile de; örneğin Platon'un, Kurân-ı
Kerim'in uyarıları olmuştur şiir hakkında.
Bu ikircikli durum, şiirin
metafiziğe açılımını engellememiştir. Şâir, sözün basmakalıp anlamlarını, günlük
dilde kullanıla kullanıla aşılmış anlamlarını aşabilen biridir. Dilin
olanaklarını sınayan dil olanakçısıdır. Dilin alanı, düşüncenin alanıyla içiçe
olduğu için, şair, metafiziğin kapılarından geçebilen bir varlıktır. Kimi
sıradan metafizikçilerden daha cesur, daha atılgandır. daha yaratıcıdır, bir
açıdan. Metafizikçinin süt annesi olabilir, eğer o gönüllü ise. (Örneğin
Heidegger'in gönüllüğü gibi!)
VARLIK,
YAŞANTI, ANLAM SÖZ
Metafizik
şiir ilişkisini açıklayabilir umuduyla, bu yazının çerçevesi içinde bir
kavramsal tasarı sunmayı deneyeceğim.
İnsan, yaşantısı olan, yaşantılayan
bir varlıktır. Yaşantı, bilinçli, bilinçsiz özelliğiyle insanı, bu dünyada,
bedeni içinde var eder. İnsan yaşantısı nesneleri, tek tek varlıkları yaşantılar
(tecrübe eder!). Bu nesneler alışılmış anlamda fiziksel nesneler olabileceği
gibi, düşünsel nesneler, düş nesneleri de olabilirler. (Uykudaki düşlerimizin,
uyanıkken kurduğumuz düşlerin, düşüncelerin...) Bu nesnelere varlıklar
(Heideggergil anlamıyla Seiende!) de diyebiliriz. Bunların tümünü oluşturan ve
her bir nesnede içkin olarak bulunduğunu düşündüğüm Varlık, yaşantı konusu
yapılamaz! Demek ki yaşantı ile Varlık arasında bir uçurum vardır! Bu uçurum bir
sınır yaşantı olan anlam verme yaşantısı ile kapatılır! Anlam verme yaşantısının
nesnesi fiziksel nesnelerden, düşünsel nesnelerden farklıdır: Burada bir "x"
üzerine çalışır yaşantı; onu anlamla dokur! (Bir anlamıyla Edmund Husserl'den
edinilmiş görüşler bunlar!) Varlık bize düpedüz yaşantı ile verilmiyor; bir
anlamıyla bizden esirgenmiştir! Varlıklar verilmiştir yaşantımıza, fiziksel
nesneler, düşler, düşünceler, ama Varlık verilmemiştir. Düpedüz (Almancada,
blosse!) yaşantı ile varlık arasında ANLAM UÇURUMU vardır! Nesneleri algılarız;
algılarken anlamları da eğitimle, o kültür içinde bize verilir! Bunlar günlük
yaşam sorunlarının çözümünde yüzyıllar içinde edinilmiş yaşantılardır. Anlam
yaşantılarını zamanla gerçekleştirenler, bunu bizim düpedüz yaşantılarımıza
aktarmışlardır. Bundan dolayı gündelik olağan yaşamda anlamları da
algaladığımızı düşünürüz! Oysa onların Varlık açısından anlamı bizden
saklanmıştır! Öyle olmasaydı, sanatta, bilimde, felsefede, uçsuz bucaksız
araştırmalar, denemeler sürüp gitmezdi. Düpedüz yaşantı ile Varlık kavranamaz!
Bu evren, bütün bu nesnelerin anlamı! Düpedüz algılamanın ötesinde, onlardaki
Varlığı yakalamak açısından tek tek nesnelerdeki anlam da bize verilmemiştir!
Tek tek nesnelerde, ister fiziksel, ister düşünsel, ister bunların dışındaki bir
varolma biçimiyle, tüm nesnelerde, varlıklarda Varlık vardır! (Tam bir metafizik
(!) cümle oldu ama!) İşte bu Varlık, ancak anlam verilerek, ancak yorumla,
iğreti bir biçimde kavranabilir. Her anlam verme atılımı geçicidir, değişmeye,
dönüşmeye açıktır. Anlamlar, "yakalanıp", değişmez kılınacak bir yapı
taşımazlar! Bundan dolayı Varlık hakkında tek "yorum" tek görüş yoktur: Ne sanat
ne bilim ne din ne de felsefe alanında! Anlam uçurumu oradadır,anlam verme
yaşantısıyla doldurulmaya çalışılır, hiçbir zaman doldurulamaz. Metafizik ülkesi
bundan dolayı bir uçurum ülkesidir, bu ülkeye yürüyen uçurumda "yürür", düşmemek
için "anlam" dediğimiz iğreti dallara tutunur.
Peki söz nerede
durur?
Varlık, yaşantıdan öncedir; sözü ise yaşantı doğurmuştur! Önce
varlık vardı! İnsan yaşantısı varlıkla anlam uçurumu içinde ilişkiye girdi.
Anlam verme çabalarının gelişmesiyle, yaşantı, sözü doğurdu! Yaşantı, sözü
doğurdu ama, söz yaşantının "doğal" bir uzantısı değildir! Söz ile yaşantı
arasında yine bir anlam uçurumu vardır!
İnsan
yaşantısı ne Varlığı mutlak, kesin olarak "bilebilir" ne de "Söz"ü! Söz, tüm
dilleri (yapay ve doğal!), bedensel, elektronik, görsel, kokusal, dokunmasal...
her türlü iletiyi, ileti düzenlerini içerir. Sözlere "uzlaşımsal" olarak
anlamlar yüklenmiştir; bunlar dilsel anlamlardır, semantik, sentaktik,
pragmatik... anlamlar. "Söz" de, Varlık gibi b ir "x"dir. (Husserl'i tanıyan
okur, ondan nerelerde ayrıldığımı görebilir!) Onun dilsel, imsel yaşantılar
dışındaki anlamı ancak, anlam yaşantılarıyla denenebilir, yorumlanabilir;
yorumların hiçbiri mutlak, değişmez, kesin değildir.
Yukarıdaki şekle
bakarak, insan yaşantısının söz ve Varlıkla ilgili olarak iki uçurum arasında
kalan bir "dağ" olduğunu görebiliriz: Belki sözü, yaşantıyı, varlığı ve anlam
uçurumlarını birleştiren, şekilde kesikli çizgi ile gösterdiğimiz bir bağ vardır
aralarında: Oysa, yaşantı, iki yanımda bulunan bu iki uçurumu yaşar: Genişleyen,
açılan, geri çekilen; kısaca, devinen, yürüyen(!) bir dağdır o; ne denli uğraşsa
uçurumu kapatamaz. Yaşantı, söz ile varlık arasında yalnızdır! İyimser bir
yorumla: Söz ile varlığı kucaklamaya, onlara ulaşmaya çalışan bir yolcudur.
ŞİİR,
METAFİZİK
Şiir, söze
doğrudur; metafizik, Varlığa: İkisi de uçurumlar üzerinde yürür, iğreti
köprüler, bağlantılarla. Şair, anlam yaşantısıyla söze yönelir, oradan, yeniden
yaşantı dağından geçip, Varlığa, sözden-varlığa uzanmayı deneyebilir; çifte
uçurum geçerek! Bu gidiş gelişler sürekli olur, her defasında geçilen
uçurumların sayısı artar!
Böyle çifte uçurumlar aşarak yürüyen (belki de
uçan!) şair, söze, yaşantıya, anlama, Varlığa değinmeye çabalayan, metafizik
ağırlığı olan şairdir.
Genel olarak, şairin yürüdüğü yön sözdür; şekle
göre, varlık arkasında kalır şairin! Varlık sözde oturmaz (Heidegger'in dediği
gibi değil!) Sözdeki varlık, yaşantı ile uçurumlar aşarak yorumlanabilir.
Şiirde hile nasıl yapılır?
Şair ne söze ne varlığa yürür,
sözcüklerle oyun oynar; yazdıklarında ne söz ne yaşantı ne anlam (metafizik
anlamda!) ne de Varlık imâsı vardır! Sözcüklerle oynayarak, kendine uçurumlar
aşmış şâir süsü verebilir: Taklitçidir, oyuncudur, teknisyendir! Yaşantısı
"icat" çıkarma yaşantısına benzer, oysa icattan çok, gözümüzü boyayan bir
sihirbazdır!
Sözde sözler söyler, sahici söze kör olduğundan; söze doğru
yürüyemediği için, beğenilme, dikkat çekme tutkusuyla, sözde yaşantı içindedir;
anlattığını duymaz; başka şeyler düşünür, başka şeyler yaşar; yaşantı tabanı
olmayan sözcükleri pıtrak gibi kuşatır şiiri; sözde anlam içindedir; "derin"
anlamını, Sözsel, Varlıksal, metafizik anlamını yaşayamadığı sözde anlamlarla
bezer şiirini, sözde Varlık'ı anlatır: Şiiri, metafizikten uzak, uyduruk,
temelsiz, uçurumlardan geçmemiş varlık imâlarıyla doludur.
Şair, söze
yürürken ardındaki Varlığı farkedip, çifte uçurum aşma gücü ve ufku içindeyse,
Varlık imâlarıyla anlam dünyamızı şenlendirip, acılandırarak anlam ufkumuzu
açabilir!
Prof.
Dr. Ahmet İnam Ortadoğu T. Ü. Felsefe Böl. Bölüm Başkanı
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|