Romanımızda Çanakkale Zaferi / Yrd.Doç. Dr. Mesut TEKŞAN
ROMANIMIZDA
ÇANAKKALE ZAFERİ
“Bazı tarihî
ve mühim hadiseler vardır ki:Bunlarla bizim aramızdaki mesafei rü’yet ( görme
mesafesi) zaman geçerek uzadıkça onu bütün incelikleriyle görmeğe ve hayretle
karşılamağa başlarız.Çanakkale Muhârebeleri de o hadiselerden birini teşkil
eder:Bunu bizlerin daha iyi görmesi ve bütün azamet ve dehşetiyle
kavrayabilmesi için hem epeyice bir zamanın geçmesi..hem de uzak memleketlerden
bi-taraf lisanlardan işitilip dinlenmesi lazım idi 5(18)Mart 1331/1915 de
İngiliz ve Fransız donanmasının mağlubiyeti,Osmanlı müdafaasının kıymet ve
ulviyyeti uzak yerlerde daha mütebellir (billûrlaşmış,belirmiş) ve daha
muayyen akisler husule getirdi.”
Emin
Ali(GÜZEL,1996:a,1)
Çanakkale
son yüzyılımızın en büyük savaşlarından birinin yaşandığı ve Türkiye’nin
temellerinin atıldığı yerdir.Bir başka söyleyişle “Çanakkale,Yeni Türkiye’nin
önsözüdür” 1915 ‘te Çanakkale bütün dünyaya “Çanakkale Geçilmez” diye
haykırmış; canı ve kanıyla bir zafer yaratarak, Türk ve Dünya Tarihine altın
harflerle adını yazdırmıştır..
Edebiyatçılarımız bu zaferi o gün olduğu gibi zaman içerisinde de tekrar
tekrar ele alıp işlemişlerdir.”Tarihî malzeme,edebî eserlerde sıkça
kullanılır”(ERCİLASUN,1999).İlk önceleri daha çok şairlerimizin ve tiyatro
yazarlarının ilgilendiği bu zaferin başlı başına bir konu olarak romanda ele
alınması ,uzun yıllar sonra olacaktır.Yukarıda alıntı yaptığımız Emin Ali’nin
ifadesiyle romancılarımız Çanakkale Zaferi’ni bütün açıklığıyla anlatabilmek
için “görüş mesafesi”ni beklemişlerdir.
Savaş
yıllarında cephede yaşanılanların halka mal edebilmek için zamanın şair,yazar
ve ressamları bölgeye gönderilmiş ve savaşla ilgili izlenimlerini
,hissettiklerini ve savaşın gidişatını nesillere aktarmaları istenmiştir.Bu
geziye katılanların arasında Ağaoğlu Ahmet,Ali Canip,Celal Sahir,Çallı
İbrahim,Enis Behiç ,Hakkı Süha,Hamdullah Suphi ,Hıfzı Tevfik, Mehmet Emin,Orhan
Seyfi,İbrahim Alaattin gibi isimler vardır.
Çanakkale
Zaferi’ni konu olarak işleyen eserlerin başında şiir gelmektedir.İbrahim
Alaattin,“Çanakkale İzleri” adını verdiği eserinde cephede gördüklerini anlatmış
ve eserini “Anafartaların Müebbet kahramanına”sunuşuyla Mustafa Kemal Paşa’ya
ithaf etmiştir.
Hemen
herkesin ezbere bildiği Akif’in şaheseri sayılabilecek “Çanakkale Destanı” bu
zaferi edebiyat âleminde taçlandırmıştır.
Çanakkale
Zaferi tiyatro ve hikayeye de konu olmuştur. Abdülhak Hamid’in “Yadigâr-ı
Harp”,Cemal Kuntay’ın“Çanakkale Hakkında Manzum Piyes”; Lütfi Özdemir’in
“Çanakkale” adlı tiyatro eserleriyle; Halide Edip’in “Işıldakın Rüyası”,Ahmet
Hikmet’in “Sünbül Kokusu”;Hüseyin Ragıb’ın “İki Lâlenin Hikayesi”;Emine
Semiha’nın “Bir Damla Kan ve Bir Damla Göz Yaşı”adlı hikayelerini sayabiliriz.
Balkan Savaşlarını hikayelerinin başlıca konularından biri yapan ve savaşın
gerçekliğini gözler önüne seren Ömer Seyfettin, Çanakkale Zaferi’ni de
hikayelerinde başarıyla işlemiştir.
”Yeni
savaşlar yeni kahramanlar yetiştirmektedir.”Kaç yerinden ve “Çanakkale’den
Sonra”adlı hikâyelerinde hem savaş kahramanlarını hem de onların mücadelesini
görerek hayatla barışan ve canlanan insanları anlatır.” Aleko Bir Çocuk”da ise
Yunan Papazlarının içteki düşmanlığını,hayatı pahasına önleyen bir Türk çocuğu
anlatır.”(ENGİNÜN,1985,41-42)
1918
yılında Yeni Mecmua’nın Çanakkale Savaşları Özel Sayısı bu sahada görülen ilk
eserlerdendir.Bu eserin yeni harflerle baskısı Prof.Dr.Abdurrahman GÜZEL’in
aktarmasıyla Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi tarafından (1996)
yapılmıştır. Prof..Dr.Abdurrahman GÜZEL, “Türk Edebiyatı’nda Çanakkale
Zaferi”(!8 Mart 1996 Çanakkale) adlı eserinde Çanakkale Savaşlarını ve zaferi
konu edinen edebi eserleri şu başlıklar altında ele alarak
değerlendirmiştir:
“1.Menkabelerde Çanakkale Zaferi; 2.Destanlarımızda Çanakkale Zaferi
3.Şiirimizde Çanakkale Zaferi; 4.Çanakkale Zaferi ile İlgili bazı Anekdotlar
5.Efsanelerimizde Çanakkale Zaferi”(GÜZEL,1996,I-III)
Cumhuriyet
dönemi romancılarımız daha önce de belirtildiği üzere Kurtuluş Savaşını,
Anadolu’yu ve Anadolu insanını konu edinmişlerdir.Çanakkale savaşlarını
müstakil konu olarak işlenmemiş olduğu halde bir çok romanda arka planda ele
alınmıştır.Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanında Ahmet Celal ve Mehmet Ali
Çanakkale Savaşları’na katılmışlar ve Ahmet Celal kolunu bu savaşta
kaybetmiştir. Kiralık Konak’ta Hakkı Celis,Çanakkale Savaşı’na gönüllü olarak
katılır ve kendisinden beklenmeyen bir şekilde kahramanca şehit
olur(BAKIRCIOĞLU,1998,109),Sodom Ve Gomera’da mütareke yılları Çanakkale
cephesine bağlanır.Reşat Nuri’nin eserlerinde yer alan kişilerin bir kısmı
Çanakkale’de bulunmuştur. Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek”,”Kalp
Ağrısı”,Zeyno’nun Oğlu” romanlarında da Çanakkale Savaşı Milli Mücadeleyle
birleştirilmiştir.”Bu romanlarda Çanakkale Zafer’i arka planda tutulmuş, zafere
ait izlenimler ve bilgiler ikinci ağızdan aktarılmıştır.
Çanakkale
Zaferi’nin edebiyatımızdaki yansımaları konusunda Çanakkale On sekiz Mart
Üniversitesinde tarafımızdan biri master biri lisans tezi olmak üzere iki tez
yaptırılmıştır.Bunlardan ilkinde Harp Mecmuası Özel sayısının içeriği ve edebî
değeri üzerinde durulmuş,günümüzde daha iyi anlaşılması ve okunması için
metinler, bugünkü alfabemize aktarılmıştır.İkincisi ise nesrimizde özellikle
romanımızda Çanakkale savaşı’nı konu edinmiştir.
Değişik
araştırıcıların işaret ettiği üzere romanımızda Çanakkale Zaferinin müstakil
tema olarak ele alınması oldukça yenidir.Kurtuluş Mücadelesi vermek zorunda
bırakılmış bir millet öncelikle bu mücadelenin romanını yazmalıydı.Bu
mücadelenin ardından “Anadolu seferberliği” başlatılmıştır ki bu da yapılması
gereken işlerin başındaydı.Bu dönemde romancılarımız Anadolu’yu ve Anadolu
insanının mücadelesini anlatan romanlar yazmışlardır. Yukarıda belirttiğimiz
üzere Çanakkale Zaferi’ne bir çok romanda değinilmiş ancak müstakil bir konu
olarak ele alınması için daha çok zaman geçmesi gerekmiştir. Bu belki de Emin
Ali’nin ifadesiyle “görüş mesafesi” bakımından da isabetli olmuştur.
1960’tan
sonra başlayan tarihî roman yazma eğilimi yazarlarımızı Türk Tarihine
yönlendirmiştir.”Türk romanında Türk tarihinin çeşitli devreleri konu
alınmıştır” (ERCİLASUN,1999). 60’lı yıllarda Osmanlı tarihine yönelen
romancılarımız, İmparatorluğun kuruluşu ve gelişme dönemini, isyanları,fetret
dönemini ,padişah anne ve eşlerinin çevirdiği entrikaları, yükselme ve gerileme
dönemlerinin bir çok olaylarını romanlara konu ettiler.Bu arada bazı
yazarlarımız Türklerin kökenlerine kadar inen roman konularını ele aldılar
(ARGUNŞAH,1990). Bunlardan Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar
Diriliyor adıyla sonra ikisi bir arada yayınlanan romanlar,Mustafa Necati
Sepetçioğlu’nun ,Turan Tan’ın ve Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun (Kolsuz Kahraman,
Atlıhan) romanları islâmiyet öncesi Türk tarihini işleyen romanlardır.Bu
romanlarda tarihî olaylar, mekanlar ve şahıslar bakımından detaylı bilgi
verilmemiştir.
”Bu tarihî
bilgi eksikliği bu dönemle ilgili ciddî bir tarih araştırması olmamasından
kaynaklanmaktadır.Ancak 1946’dan sonra aynı konuları işleyen romanların ciddî
bir kültür tarihi perspektifinde konulara temas ettiğini görüyoruz.”(
YALÇIN,1992,183)
1960’larda
başlayan tarihî romana ve bir çok tarihî olayın konu edilmesine rağmen
Çanakkale Zaferi’nin romanımıza konu olması 1989’lu yıllarda olacaktır.
Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun TRT’ye bir film senaryosu olarak başladığı
sonradan roman olarak (Nisan 1989) yayınlanan “...Ve Çanakkale” adlı üç ciltlik
eseri “Geldiler,Gördüler,Döndüler ”ilk eserdir. Bu romandan sonra yazılan üç
roman dikkat çekmektedir.Aynı konuyu ele alan ikinci roman 1997 ‘de Çocuk
Edebiyatı Ödülü alan ve 1998 ‘de basılan Serpil Ural’ın Şafakta Yanan Mumlar,
üçüncü roman 1998’ de yayınlanan Mehmet Niyazi Özdemir’in Çanakkale Mahşeri ,
dördüncüsü de Buket Uzuner’in 2001’de yayınlanan “uzun beyaz bulut Gelibolu”
adlı eserleridir.
Adı geçen
dört romanın ikisi roman tekniği, olayın ele alınışı,olay ve anlatım zamanı ve
anlatım teknikleri açısından birbiriyle benzerlik göstermektedir.Bu nedenle adı
geçen romanlardan Çanakkale Mahşeri ve ...Ve Çanakkale romanlarını tarihî roman
olarak adlandırabilir (TURAL,1982) ve tarihî roman çerçevesinde; diğer ikisini
Şafakta Yanan Mumlar ve Gelibolu romanlarını bugünün kurmacasına yer veren
romanlar olarak adlandırabilir ve o çerçevede değerlendirebiliriz.
Bu
romanlardan ilki olarak ele alacağımız ...VE ÇANAKKALE ‘de Sepetçioğlu tarihî
realiteye uygun davranmak adına bir çok olaya,tarihî şahsiyetlere ve bir çok
mekana yer vermiştir.
İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğundan parası alınan gemileri teslim
etmemesi üzerine Enver Paşa ve Talat Bey Almanlarla anlaşır.Almanlar’ dan alınan
gemilere Yavuz ve Midilli adları verilerek Rusya’nın Odessa’yı vurması üzerine
İmparatorluk I.Dünya Savaşına katılmıştır.Balkan savaşlarından yenik çıkan
İmparatorluğun gücünü önemsemeyen müttefikler, Ruslara yardım etmek amacıyla
boğazlardan geçip İstanbul’u işgal etmek üzere Çanakkale Cephesi’ni açar.Aynı
zamanda İmparatorluk Sarıkamış ve Kanal Cephesi’nde çarpışmaktadır.İngiltere ve
Fransa Gelibolu’ya asker çıkartarak İstanbul’a ulaşmak ve Rusya’ya nefes
aldırmak isterler.Bu amaçla Hintli,Avusturya,Yeni Zelandalılardan oluşturduğu
birliklerle Çanakkale’ye çıkarma yaparlar.İstikbalin Çanakkale’de olduğunu
bilen halk maddi manevi bütün varlığıyla cepheye yetişmeye çalışır.Bütün
ülkede bir seferberlik başlatılmıştır.Kadını erkeği,genci yaşlısı; büyüğü
küçüğüyle bütün bir millet büyük bir mücadelenin içine girmiş,Çanakkale
cephesinde büyük bir direnç göstermiştir. Müttefikler Türklerle baş
edilemeyeceğini ve anlayarak geri çekilmeye başlar.Miralay Mustafa Kemal
Paşa’nın başında bulunduğu 27. Alay birlikleri ile 57. Alay’ın bütün kuvvetleri
düşmanla dişe diş mücadele ederek tarihe altın harflerle yazılacak bir zafer
kazanmışlardır.Ve büyük bir coşkuyla gelen müttefik orduları büyük kayıplar
vererek geri dönerler.
Üç ciltlik
eser yeterince etki yaratmış değildir.Bunun başlıca nedeni tarihî realiteye
bağlı kalmak endişesiyle bir çok olaya,şahsa ve mekana yer verilmiş olması ve
romanın kurgusunun yeterince iyi işlenmemiş olmasıdır,diyebiliriz.Tarihî
gerçeklere birebir uymak için çok gayret ettiğini söyleyen yazar, tarihi
gerçekleri birebir yansıtmanın peşinde olmuştur. Tarihi olayları birebir
yansıtmak gerçeklik açısından güzel olmuştur ancak bu güzellik, roman kurgusu
bakımından bir kusur olarak değerlendirilebilir.Roman okunduktan sonra kalın
çizgilerle akılda kalacak olan ve romandan hayata taşınacak unsurlar açık,net
ve parlak değildir.İyi bir romanda hayata taşınacak güzellikler olmalıdır.Roman
hayata katkı yapan,hayatı yeniden yorumlayan bir edebi türdür.
Bir çok
olay,birçok mekan ve bir çok kişi olduğundan okuyucu olarak biz yeterince
olayları ve kişileri belleğimize yerleştirme şansını yakalayamıyoruz.Okurken
ilgi ve alakayla takip ettiğimiz olaylar, eser ilerledikçe birbirine giriyor ve
berraklığı kayboluyor.Okuyucunun zihninde yer etmediği gibi olay ve olaya bağlı
vücut bulan şahıslar canlılık kazanıp kendi ayakları üzerinde duramıyor.Yazarın
roman boyunca iç ve dış dünyalarını ve savaş konusundaki görüşlerini bütün
ayrıntısına varıncaya kadar anlatmaya çalışması da ele aldığı kişileri
canlandırıp, kanlandırmaya yetmemiştir.Çünkü romanda kişiler anlatılarak değil
eylem içerisinde gösterilerek canlılık kazanır.Burada bu olmamıştır.Bunun bir
çok nedeni yanında en önemli nedenlerinden birisi yazarın bütün iyi niyetine
rağmen yarattığı kahramanların tanınmış Çanakkale kahramanlarının gölgesinde
kalmış olmalarıdır. Bu sadece bu romana özel değildir.Tarihî romanların hemen
hepsinde rastladığımız bir durumdur. Bunu aşmak için tarihe mal olmuş
kahramanları ya tamamen geri planda tutmak veya romanın kurgusunu o
kahramanların üzerine kurup,onları anlatmaktır.
Tarihî
kahramanlar güneşe benzerler, yanlarındaki yıldızları isteseniz de göremezsiniz.
Çanakkale cephesi güneş gibi gözleri kamaştıran kahramanlarla doludur. Onların
yanında olup göze görülebilecek yıldızlar yaratmak zordur.Romanda ele alınan bir
sürü ismin başına bu gelmiştir.Ele alınan tarihi kahramanlar da yeterince
işlenemediği için romanda sosyal, psikolojik ve sosyal –psikolojik yönden güçlü
şahsiyetler yaratılamamıştır. ...VE ÇANAKKALE romanının üçüncü cildinin
sonlarına doğru Mustafa Kemal’in kahraman olarak tanıtılma çabası da yeterli
olmamış, Çanakkale Zaferi’nin gerçek kahramanı olan Mustafa Kemal de yeterince
canlı ve etkili gösterilememiştir.
Geldiler
,Gördüler ,Döndüler adıyla üç cilt olarak yayınlanan “...Ve Çanakkale”
romanında yazar mümkün olduğunca tarihî realiteye bağlı kalma
çabasındadır.Bunun için de tarihi olayların kronolojik sırasına ve tarihî
kişilere bağlı kalarak kurgulamıştır.Eserin adı da bu kurguya paralel olarak
Geldiler,Gördüler,Döndüler şeklinde olmuştur.Üç aşamalı olarak kurgulanan
eser,vakaların seçimi,kurgusu ve anlatımı bakımından tarihî gerçekliğe uygun
planlanmıştır.
Üçüncü
tekil şahıs anlatımıyla ( tanrı bilici anlatıcı) kaleme alınan eser, tarihî
belgelerde ve hatıralarda anlatılan savaş kronolojisine uygun
gelişmektedir.Olayları kuruluktan kurtarmak ve anlatılan gerçekleri roman
kurgusu içinde sunabilmek için roman kahramanları Yüzbaşı Ali Efendi ile Dr.
Mürsel’in Hesna’ya olan aşklarını anlatır.Üç kişinin arasında geçen aşk
serüveni ön plana alınırken savaş arkada bir fon olarak sunulmuştur. Bu da
anlatımın zayıflamasına neden olmuş ve romanda yaratılmak istenen atmosfer
yeterince yaratılabilmiş değildir.
Yazar
eserin yayınlanmasından bir yıl önce ( TRT de 1987’de Sinopsi Kurulundan
geçerek bir buçuk yıl içinde sekiz dizilik,her biri elli dakika süreli bir
senaryo oluştuğunda yapılan eleştirilerden hareket etmiş olsa gerek) 1988 ‘de
yazdığı önsöz’de yazdığı eserin bir ilk olduğunu belirterek yapılacak
eleştirilere fazla aldırmadığını şöylece ifade eder:
“Biliyorum
ki bir kısım tarih yazarıyla pek sevgili eleştirmenler(!) bir çok şey söyleyip
hiçbir şey anlatmadan,...VE ÇANAKKALE hakkında da yazacaklardır. Varsın
yazsınlar. Çünki ben biliyorum ki ,...VE ÇANAKKALE’ den önce bizim dilimizde
yazılmış böyle bir roman yoktu...şimdi, var.Bu bile benim için bir
şereftir,önceliği olan öteki eserlerim gibi. Ayrıca, “...VE ÇANAKKALE, tarihin
alışılmış ders kitaplarından da değil. Bir milletin namusu olduğu için,
Plevne’den sonra ana topraklarımızdaki en büyük direniştir;karşı geliştir,millet
bütünlüğüyle bir savunmadır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gücü bu savaşlardan
kaynaklanmaktadır.” (SEPETÇİOĞLU,1990,6)
Romanda
İstanbul,Çanakkale,Şam,İngiltere ağırlıklı olarak ele alınan mekanlardır.Bu
mekanlarda geçen olaylar münavebeli bir tarzda anlatılmıştır ki bu da olay
zincirinin yeterince anlaşılmasını güçleştirmiştir.Araya olay zinciriyle
alakası olmayan gereksiz bölümler konulduğundan olay örgüsünün akışı
zedelenmiştir.
İstanbul
Hükümetinin devletin gidişatına yönelik düşünceleri,İngiltere’nin harekatı
yönlendirme planları,cephede yaşananlar,halkın cepheye intikali yukarıda bahsi
geçen aşk üçgeni ve Berberakisler-Selameddin Bey-Binbaşı Bennet gibi devletin
içinde bulunduğu durumdan yararlanmak isteyen fırsat düşkünleri anlatılan
olayların odak noktasını oluşturmaktadır.
Birinci ve
ikinci ciltlerde sosyal olaylar üzerinde durulan ..Ve Çanakkale’de savaş
ağırlıklı olarak üçüncü ciltte(Döndüler) daha yoğun ele alınmıştır.Bu da
olayların anlatımında bir sıkışıklığa neden olmuştur.Aynı zamanda bu ciltte
Anafartalar kahramanı Miralay Mustafa Kemal Paşa aslî şahıslardan biri
olmuştur.
Olayların
birbirine sıkı sıkıya bağlandığını ve ayrıca iyi kurgulandığını söylemek pek
mümkün değildir.Olayların birbirinden kopuk olması ve bir çok olaya yer
verilmesi,cephe ile cephe gerisinin aynı anda anlatılması olay zincirini
zedelemektedir.Böylesine büyük bir mücadeleyi ve zaferi anlatan ilk roman
olduğu halde yeterince etki yaratabilmiş ve okuyucunun ilgisini çekebilmiş
değildir.
Romanın
şahıs kadrosu oldukça geniştir.Lord Kitchener,Vinston Churchill, Hamilton, Lord
Fisher ,Liman Von Sanders,Sir Edvar Grey,Amiral Carden,Amiral de Robec vb. gibi
yabancı;Enver ve Talat paşalar,Said Halim Paşa,Miralay Mustafa Kemal Paşa gibi
bizden devlet ve ordu teşkilatında yer alan tarihi gerçekliği bulunan bir çok
şahıs yanı sıra Recep Cavuş, Hesnâ, Sabri,Osman Efendi,Emre,Zehra,Aydın ve Sinan
gibi birçok kurmaca şahsa da yer verilmiştir.
Tanrısal
anlatıcı kimliğinde olan anlatıcı/yazar her iki tarafın da psikolojisini
vermeye çalışır.Anlatıcı/yazar burada biraz popülere yönelerek karşı taraftan en
çok Hamilton’un düşüncelerine ve psikolojisine yer verir. Türk cephesinde yer
alan tüm kişileri ise savaşa ait düşünceleriyle
tanıtarak, savaş psikolojisini vermeğe çalışır.Bunlardan bir kaçı hariç hemen
hiçbiri derinlemesine ele alınmadığı ve zaman içerisinde tekrar tekrar
psikolojisine yer verilmediğinden bu kişiler yeterince canlılık
gösteremezler.
Hesnâ -
Yüzbaşı Ali Efendi,Hesnâ Dr.Mürsel Bey,Aydın-Zehra,Aydın Zübeyde arasındaki aşk
üçgeninin yanında Semiha-Teğmen Roger gibi başka aşklara da yer verilmiştir.Bu
aşkların derinliği verilememiş ve savaşla ilişkisi de kurulamamıştır.Böylesine
büyük bir zaferi anlatan ve realist bir anlatım seçen yazar,bir çok olaya ve bir
çok aşka yer verdiğinden seçtiği olayları ve aşkları yeterince yoğun olarak
işleyememiştir.Eser Çanakkale savaşları üzerine yazılan ilk roman olmaktan
öteye geçememiştir.
...Ve
Çanakkale romanında zaman Çanakkale Cephesinin de içinde yer aldığı I.Dünya
Savaşı’dır.Yazar romanda bir zamandan bahsetmemekle birlikte anlatılan
olayların tarihi zamanına göre romanın zamanı netlik kazanmaktadır.Tarihi
gerçekliğe uygun bir anlatım seçen yazar,üç ciltlik eseri bile bu akışa göre
adlandırır:Geldiler,Gördüler,Döndüler.
İstanbul,İngiltere,Şam ve Çanakkale olmak üzere dört mekanın dikkat
çektiği eserde ağırlıklı olarak Çanakkale ve İstanbul üzerinde
durulmuştur.Bunlardan biri yönetimin merkezi, diğeri ise olayların
geçtiği,savaşın bizzat yapıldığı mekanlar olması açısından önemlidir.Üçüncü
kitapta Çanakkale’ye daha fazla yer verilmiştir.Bu eser savaşın ağırlık
kazandığı ve Mustafa Kemal’in başarısının yükseldiği mekan olmak bakımından öne
çıkmıştır.Dahası Çanakkale milli birlik ve beraberliğin ,gücün ve yeniden
doğmanın simgesi durumundadır.Üçüncü kitap “Döndüler” üçlemenin tezinin
vurgulandığı eser olmuştur.
İngiltere
ve İstanbul savaşan tarafların beyni durumundadır.Savaşa karar verilip
askerler Gelibolu’ya gönderildikten sonra İngiltere arka planda kaldığından
anlatımda fazla etkili olamaz..İstanbul ise savaşın hem beyni hem de sosyal
yaralarını ve yönetim içi çekişmeleri göstermek için kullanılmıştır.Eserde
sözü edilen mekanlar oldukça geniş tutulduğundan bu mekanlar yeterince
anlatılabilmiş değildir. Belki savaşın iki medeniyet arasında olmasının verdiği
bir düşünceyle yazar iki medeniyetin yarattığı insan tipini de ele alarak
onların Alafranga yaşayışlarından örnekler vererek,Avrupai tarzda döşenmiş
konaklarını ve o konaklarda yaşadıkları Avrupâi yaşayışlarını da ele alır.
Film
senaryosu olarak kaleme alınan ve daha sonradan romana dönüştürülen eserde
sade bir dil kullanılmıştır. Realist anlatım tarzını benimseyen yazar akla ve
mantığa uymayan ve aklı zorlayan hiçbir kelimeye yer vermemiştir.İngiltere’den
şamdan ve İstanbul’dan bahsettiği ve bu mekanlarda farklı seviyede insanların
konuşmasında ayrım görmemekteyiz.
Bununla
beraber fazla olmamakla birlikte esere bir çeşitlilik katması için
Trakyalıların konuşmasına (ağzına) ve yerel kelimelere de yer
vermiştir.
“Bir
döğündü Hala Hatun,bir devrilen güneşşe baktı anlamsızca: ”Doğrudur ”
dedi;”(H)aklısın.Ne yapalım?.Biz ikimiz kaldık.Toprak çabuk küser be kızım,bize
benzemez.İlgileneni çıkmazsa çabuk unutur insanı.Günü geldiğinde kendini
(h)atırlatacaksın buncağıza, var olduğunu (h)atırlatacaksın,üstündeyim..sana
basıyorum tabanımı ..diyeceksin.”(SEPETÇİOĞLU,1990,127)
Tarihî
roman kategorisinde değerlendirebileceğimiz ikinci roman Mehmet Niyazi’nin
Çanakkale Mahşeri adlı romanıdır.Bu roman da “Ve Çanakkale” gibi tarihe sıkı
sıkıya bağlı kalarak kaleme alınmış bir romandır.Olayların gerçekte oluşuna
paralel bir anlatım zamanı seçen yazar, okuyucuyu etkilemeyi
amaçlamaktadır.Tanrısal bakış açısıyla anlatılan eser, doğrudan doğruya bir vaka
parçasıyla başlar. İngiliz,Fransız ve Rus zırhlılarının Türk tabyalarını
ateş altına almasıyla yaşanan hareketlilik Mehmet Akif’in Çanakkale destanında
anlattıklarının nesir halinde anlatılmasıdır âdeta. Eserin doğrudan vaka
parçasıyla başlamasında okuyucuyu etkileme çabası vardır..
Romanın
olay örgüsü bir savaş hikayesi gibidir.Savaşla başlar savaşla biter.Tarihî bilgi
ve belgelere dayanılarak yazılan eser iyi kurgulanmış olmasıyla tarih
eserlerinin kuruluğuna düşmekten kurtulmuştur.Bir mülakata verdiği cevapta “bu
romanı yazmak için aralıksız 1992 yılından beri çalışıyorum.””Tarihte ne
olmuşsa onu yazmaktır benim amacım.Yetişen nesillerimiz ecdadımızı,o atmosferi
tanısınlar isterim...”( ŞEREF,2000,Çanakkale) diyerek romanı yedi yıl süren
titiz bir çalışma döneminden sonra bitirebildiğini belirtmiştir. Aynı mülakatta
yazar bu romanı yazmak için savaş hakkında yazılan bütün yerli ve yabancı
kaynaklara,hatıralara ulaştığını Türk ve yabancı subayların gerek yayınlanmış
ve gerek el yazmaları şeklindeki anılarını yıllarca kütüphane kütüphane
dolaşarak tek tek incelediğini, dönemin yerli ve yabancı gazete ve dergilerini
didik didik incelediğini belirtmiştir. Ayrıca savaşı bütün gerçekliğiyle
verebilmek için Çanakkale’ye bir çok defa gelerek savaş alanlarında araştırma
ve incelemelerde bulunduğunu ve dahası romanda adı geçen kahramanların
memleketlerine,köylerine gittiğini,onların çocuklarını, torunlarını bulduğunu ve
onlarla konuştuğunu belirtmiştir.
Romanda
anlatılan olaylar savaşın tarihî seyrine uyar.Olaylar tarihî olduğu gibi
kişiler de tarihidir. Ancak hepsi değildir.Romancı kurgusuna yarayacağını
düşündüğü bazı kurgusal kişilere yer verir.Bunlardan Oğuz Amca en çok üzerinde
durulan kişi olmanın yanında romanda adı geçen birkaç kişiyle de akrabalık
ilişkileri vardır..Hanımı Hatice ve kızı Nadiye, İki oğlu Hasan ve Akif ve
küçük oğlu Mustafa romanda adından sık sık bahsedilen isimlerdir. Bu isimlere
bakarak bu roman Çanakkale savaşının tarihî kahramanlarıyla Oğuz Amca’nın
ailesi ve yaşadıklarını anlatan romandır diyebiliriz.Tarihî şahsiyetler yanında
kurgusal kişiler etrafında örülen romanda sosyal ve psikolojik etkileri artırma
eğilimleri dikkat çekmektedir. Bu eğilim duygusal etkiyi artırırken romanın
gerçekçiliğine gölge düşürmektedir.Yazar olayı dağıtmamak ve bir kişi etrafında
duygusal yoğunluk yaratmak düşüncesiyle böyle davranmıştır ama bu ters
tepmiştir.Gözyaşları birbirine karışınca etki artacak yerde
azalmaktadır.
Üçüncü
tekil şahıs anlatıcının kullanıldığı eserde anlatıcı her şeyi bilen,gören ve
olayların seyri yanında roman kişilerinin geçmişini bilen ve bu konuda bilgi
veren olimpik anlatıcıdır. Romanda Türk ve müttefik orduların siperlerinde,
gemilerinde cereyan eden olaylar, saldırılar,direnişler,şehitlik mertebesine
erme anında yaşanan olağanüstü hadiseler tüm ayrıntılarıyla
anlatılmaktadır.Korkusuz Türk askerinin Allah Allah diye şehitlik şerbetini
içmesi içtenlikle anlatılırken,her savaşta ve her toplumda korkak insanların
da çıkabileceği gerçeğinden hareketle korkak tiplere de yer
verilmektedir.
Romanın
üzerinde durduğu önemli gerçeklerden birisi de bu savaşa katılmak üzere
İstanbul’dan
gönüllü olarak Çanakkale’ye gelen Dar’ül-Fünûn öğrencileridir.Bu konu Buket
Uzuner’ in de romanında üzerinde hassasiyetle durduğu konuların başında
gelir.Dahası böyle bir roman yazmasının nedeni bu olay olmuştur.
“1996 yılında oğlumu Galatasaray Lisesi’ne yazdırmak için gitmiştim.Kuralara
isim yazdırmak için koridorlardan geçmek gerekiyordu.Geçerken duvarda bir
yığın Osmanlı delikanlısının siyah-beyaz resimlerini gördüm.Dikkatimi
çekti.Doğum ve ölüm tarihlerini hesaplayınca 16-18 yaşları arasında,Çanakkale’de
şehit olmuş çocuklar olduklarını gördüm.
Onlar için
“gönüllü gitti ve şehit oldu” yazmışlardı.Bu beni çok etkiledi.O yaşta ölmeleri
kadar, bu çocukların Osmanlı Devleti’nin en iyi okullarında okuyan,varlıklı
ailelerden gelen çocuklar olmaları beni etkilemişti. Belirli bir eğitim
almış,yetişmiş kişilerin ölmesi her ülke için büyük kayıp.O an resimleri
gördüğüm zaman bir aydınlanma oldu.”bu çocuklar hakikaten orada ölmeseydi,biz
bugün burada mı ? olurduk”dedim.O resimlerin önüne öyle çakılmışım ki,kura
saati bitmiş beni çağırıyorlardı! Zannederim o sırada ben,bilinçaltımda bu
romanı yazmaya başladım.” Buket Uzuner
“Çanakkale
Mahşeri bir ferdin değil bir toplumun romanıdır (KIDIR,2003,31)” . Tarihî
gerçeklikten ve bu tarihî gerçekliğin kilometre taşı olan kahraman Türk
askerlerinden, bu askerlerde bulunan vatan sevgisinden yola çıkılarak Türk
milletinin kahramanlığı,mertçe direnişi gösterilerek,yokluklar içinde yaratılan
bir varoluş destanının nasıl yazdığını göstermek istemiştir. Bu nedenle de
tarihi kişilere daha çok yer verilmiştir.Romanda iki yüz doksan sekiz tarihî
kişinin adı geçmektedir (KIDIR,2003,31). Generalinden erine kadar adı geçen bu
şahıslardan bazıları her vakada önemli roller oynarken bazıları sadece adıyla
duyurulmuştur. Yazar ele aldığı şahısların cephe gerisindeki hayatlarına da yer
vererek okuyucu üzerindeki etkiyi daha da artırmak istemektedir.
Bir zaferin
romanı olan Çanakkale Mahşeri,kahramanlıkların ve kahramanların boy gösterdiği
bir romandır.Küçük küçük vaka halkalarından meydana gelen eserde, her vaka bir
kahramanın etrafında şekillenmiş ve bir kahramanlığı öne çıkarmıştır. Bütün
kahramanlarda millî ruh ve vatan sevgisinin yansıtılmasına özen gösterilmiştir.
Kahramanların yanı sıra eserde bazı tiplere de yer verilmiştir.
Oğuz
Amca,Yahya Çavuş,Konyalı Mıstık,Yusuf,Hasan Şakir,Müderrris Rasih Efendi,
Kolordu Kumandanı Esat paşa,Akdeniz Sefer Komutanı Hamilton,Akyazılı
Mehmet,
Charles, Köy
İmamı Ömer Hoca, Mendebur İdris belirli tiplerin temsilcileri olarak romanda
yer almışlardır.Ancak bu şahısların hiçbiri derinlik kazanarak karakter olma
özelliği gösterebilmiş değildir.Yazarın üzerinde ısrarla durduğu ve bir kahraman
olarak takdim ettiği Oğuz Amca bile dillere destan bir kahraman olmayı ve
okuyucu üzerinde etki yaratmayı başarabilmiş değildir.Romanın tarihî roman
olması,yazarın gerçeklere birebir bağlı kalma gayreti ve savaşın bir kesitini
veya arka planını (veya daha dar bir çevreyi ve olayı )değil de tüm savaşın
romanı olarak yazılmış olması bu şahıslardan hiçbirisinin karakter olarak öne
çıkmasına imkan vermemiştir.Roman okunduktan sonra hatırda kalacak,belleklerde
yaşayacak bir karakter yaratılamamış olması romanın eksikliğidir.Yazarın ideal
insan diye takdim ettiği ve kahramanlaştırdığı Oğuz Amca ,kırk dört yaşında, üç
erkek,bir kız çocuk babasıdır.Romanın genelinde dur durak bilmeden koşuşturan,
bitip tükenmek bilmeyen enerjisiyle cephedekilere güç veren kişidir.Oğuz Amca’yı
bildik tanıdık birisi olarak takdim etmek isteyen yazar,onu Yahya Çavuşun
yanında mermi taşırken gösterir.“Oğuz Amca,Ezineli Yahya Çavuş ve diğer piyade
askerleri cephanelikten devamlı mermi taşıyorlardı.”(ÖZDEMİR,1998,7) Yazar
tarihî şahsiyetin yanında Oğuz Amca’ ya yer vererek yarattığı kişiye daha
gerçeklik katma çabasındadır.Bu etki yaratma düşüncesi kanaatimizce aksi tesir
yapmıştır, şöhreti daha fazla olan Ezineli Yahya Çavuş ve diğer kahramanlar
Oğuz Amca’yı gölgede bırakmıştır. Tarihî roman yazmanın zorluğu bu noktada,
burada olduğu gibi ,kendisini daha çok belli eder.Yazar ya bilinen tarihî
şahsiyeti ele alıp bilinmeyen yönlerine ışık tutmalıdır veya ondan mümkün
olduğunca uzak durmalıdır. Yoksa,anlatılan kişiler, bilinen kahramanın
gölgesinden çıkamazlar.
Yazarın
donattığı Oğuz Amca aynı kaderi yaşar.Donatılmış kişiliğine rağmen Yahya Çavuş
ve diğer kahramanlar kadar belleklerde yer edemez.Oğuz Amca, Türk milletinin
genciyle yaşlısıyla bu mücadelenin içerisinde olduğunu ve kanının son damlasına
kadar bağımsızlıkları için savaştığını simgelemenin yanında üç oğlundan
ikisini,Hasan ve Akif’i Sarıkamış Cephesi’nde kaybetmiş,küçük oğlu Mustafa’yı
da Çanakkale Cephesi’ne gönderen yüreği acıyla yanan babayı simgeler.Baba ve
oğul aynı cephede savaşırlar ve yüreği ateşlerde yanan bu baba, iki oğlundan
sonra en küçük oğlu Mustafa’nın da gözlerinin önünde şehit oluşunun acısını
yaşar.
Yazar
romanda askeri makam ve rütbenin önemli olmadığını,bu mücadelenin içinde
komutanından erine, yaşlısından gencine herkesin olduğunu vurgulamak için Oğuz
Amca ve Konyalı Mıstık tipini iyi kullanmaktadır.Oğuz Amca’nın herkes
tarafından sayılıp sevilmesi gibi cılız çelimsiz bir vücuda sahip Mıstık’ın
yaşının küçüklüğüne rağmen gösterdiği cesaret ve atılganlığıyla ordu içerisinde
herkes tarafından sevilir.Yazar bu tiplemesiyle çocukların; Anadolu’da yalnız
ve çaresiz kalan,yaşamak için mücadele eden,vatan müdafaası için dört er
gönderen ve bu erlerden ikisinin ölüm haberini alan buna rağmen metanetini
koruyan Oğuz Amca’nın karısı Hatice ile anaların örneğini göstermek
istemiştir.Bunlardan başka Hasan Şakir ve Yusuf’la geleceğe dair hayalleri ve
idealleri olan,kendilerini bekleyen parlak geleceğe rağmen gönüllü olarak savaşa
katılan ve şehit olan ideal gençlere yer vermiştir.Bu yukarıda sözünü
ettiğimiz Üniversiteli gençliğin romandaki örnekleridir,ideal gençliğin simgesi
durumundadırlar.
Mendebur
İdris ve Muzır Ruşen ise adlarından da anlaşılacağı üzere olumsuz tiplerdir.
Menfaatçi,korkak ve görevini hafife alan kişiler olarak verilir.Charles da böyle
bir tipin müttefikler cephesindeki temsilcisidir.Burada dikkat çeken kişilerin
zaafları onlara ad olarak verilerek tanıtılmış olmalarıdır. Böylesi tipler düz
tiplerdir(AKTAŞ1999), onlardan farklı bir davranış beklenemez. Roman içerisinde
bu şekilde adlandırılmaları onların daha baştan tanımlanmış kişiler olduklarını
göstermektedir.Bu da anlatımı zayıflatmaktadır.
“Çanakkale
Mahşeri” zamanı kullanma bakımından Mustafa Necati’nin romanına benzer .O da
zamanı kronolojik kullanır.Olayların akışı romanın başından sonuna kadar düz bir
çizgide ilerler.Olayların akışını takip ettiğimizde romanın zamanını da takip
etmiş oluruz.
Bir yıllık bir zaman diliminin işlendiği romanda olayların akışı daha çok
aylarla ifade edilmiştir.Böylelikle bir yandan savaşın seyri anlatılırken diğer
yandan da ay ay ve hatta saatlerin,vakitlerin bütün ayrıntısı verilerek ortaya
konulan uğraş ve çekilen sıkıntılar gösterilmek istenmiştir.
“Martın bu
pırıl pırıl gününde bütün yeşillikler,denizin mavilikleriyle koyun koyuna
uyuyordu(s.57).” ;“Nisan gelmesine rağmen Gelibolu Yarımadası soğuktu;hiç
dinmeyen rüzgar bilhassa sabah ve akşamları bıçak gibi
keskinleşir(s.93).”
“alev yüklü
temmuz güneşi...(s.289)”,”ağustosun sonları olmasına rağmen kızgın güneşin alev
alev solunduğu vadilerde(s.512)” , ”Eylülün sonlarına doğru kopan fırtına canlı
gibi uluyor,kıyılarda kırılan dalgaları azgınlaştırıyordu..(s.521)
Özetleme ve
yavaşlatma yöntemleriyle zaman bir yıllık bir dilime sıkıştırılmıştır.
Romanda bazı zaman dilimleri belirsiz olarak bırakılmıştır.”ertesi
sabah,”sabaha karşı”,”ikindiye doğru”,”gün ışırken”,””ertesi
gün”,”gecesinde”gibi ifadelerle zaman belirtilmiştir. Oğuz Amca etrafında
anlatılanlarla zaman genişletilmiş,Çanakkale cephesi ve Sarıkamış cephesi ile
Birinci Dünya savaşı hakkında bilgiler verilmiştir. Bu daha çok milletimizin
gösterdiği kahramanlıkları ve savaştığı bir çok cepheyi belirtmek için
seçilmiş bir yoldur.
Romanda vaka
1914 yılının mart ayında başlar ve müttefiklerin Çanakkale’yi terk ettiği 1915
yılında biter.Bir yıllık bir süre kimi zaman sıkıştırılarak kimi zaman atlanarak
işlenmiştir.Olay örgüsünde geriye dönüşlere ve içiçe anlatımlara yer
verilmez.Tarihî gerçekliğe bağlı kalan yazar,savaşla ilgili menkıbelere karşı
kayıtsız değildir. Eser birtakım menkıbelere (Menkıbelerle Çanakkale Zaferi.)
efsanevî olaylara ve olağanüstü olaylara yer vermesi ayrıca üzerinde durulacak
noktalardır.Yerli ve yabancı basında yer alan haberlere göre savaş yıllarında
yaşanan olayların bazıları hâlâ bugün bile sırrını korumaktadır. (Avusturya
basınında Bulut Mucizesi,Anzak Koyuna çıkarma yapanların yanılmaları mucizesi
vb.)
Gelibolu
romanında Buket Uzuner de böylesine bir mucizeye yer vermektedir.Bir kişi iki
ülkede birden kahraman olabilir mi ? Sorusunun ardına düşen yazar,kurgusal
bağlamda bir efsane yaratmaktadır.Zaman zaman bu efsaneye candan inanan
yazar/anlatıcı zaman zaman da yanıldığını,aslında böyle bir şeyin olmasının
mümkün olmadığını belirtmektedir.Bununla beraber eserin birçok yerinde anlattığı
hikayenin doğru olduğuna hiç şüphesi olmadığı vurgulanmaktadır. Ele geçen
mektuplar,Beyaz Hala’nın İngiliz aksanına yakın İngilizce’yle konuşması,hiç
kimseye yakınlık göstermeyen Beyaz Hala’nın Viki’ye yakınlık gösterip onunla
ilgilenmesi...gibi .
Çanakkale
Mahşeri romanını bireyselleştirmek üzere yazarın işlediği Oğuz Amca’nın aile
trajedisi romanın başlangıcı ve bitişini belirler.Zafer kazanılmıştır ama bu
savaş, Sarıkamış’ta iki oğlunu kaybeden acılı babanın küçük oğlu Mustafa’yı da
Çanakkale cephesinde almıştır.Çanakkale cephesinde düşman yenilmiş,zafer
kazanılmıştır ama zaferin bedeli ağır olmuştur.Yazar ısrarla “hiçbir zafer
kolay olmamıştır, Çanakkale zaferi de kolay olmamıştır,görülen,anlatılan ve
yaşanan olayların ardında görülmeyen bir çok olay, bir çok fedakarlık, bir çok
mücadele vardır” diyebilmek için cephe gerisinden ve milletimizin mücadele
etmek zorunda olduğu başka cephelerden özellikle bahseder.
Mekan
unsuru bu romanda önemli rol oynar.Gerçekçi yaklaşımla kurgulanan eserde
anlatılan mekanlar da gerçekçi mekanlardır.Yazar Savaşın yapıldığı bölgeyi uzun
uzun inceleyerek birebir gerçeği yansıtmak yoluna gitmiştir.Aynı şeyi Buket
Uzuner’in eseri için de söylemek mümkündür.Ama daha önce de değindiğimiz üzere
Buket Uzuner’in zaman olarak günümüzü ele alır,mektuplar vasıtasıyla o zamana
intikal eder.Aynı yaklaşım Şafakta Yanan Mumlar’da da vardır.
“Ve
Çanakkale” ile “Çanakkale Mahşeri” ise aradan zaman perdesinin kaldırıldığı
eserlerdir.Anlatıcı/yazar olayın olduğu ana gederek,yaşanan
savaşları,acıları,aşkları birebir aktarmıştır.Bu anlayışa bağlı olarak iki
romanda da anlatılan olayların geçtiği mekanlar tarihî mekanlardır.Her iki
yazar da bahsi geçen olayları anlatırken adı geçen tarihî mekanlara bağlı
kalmışlardır.Anlatıcı/yazar tarihî dokuyu hiç bozmadan mekan tasvirleri
yapmaktadır. Buket Uzuner’in ve Serpil Ural’ın sık sık bahsettiği
pansiyonlar,rehberler,kahve,köylüler bu eserde yoktur.
Çanakkale
Mahşeri’nde mekan iki şekilde kullanılmıştır.Birincisi savunulacak topraklar,
düşman askerleri açısından kazanılacak topraklar;ikincisi de bölgenin tabii
güzelliğidir. Çanakkale hem Mehmetçiğin hem de düşmanın gözünde alabildiğine
güzel bir yerdir.Yazar bu tutumuyla “ bu kadar güzel bir mekanda bu kadar
vahşet gösterenlere” tepkisini dile getirmek istemiştir.
“Bu ayı, bu
yıldızları,harikulade tatlı geceleri İngiltere’de nasıl görebilir, çölün şiir
yüklü sessizliğini nasıl yaşayabilirdi.”(ÖZDEMİR,1998,95)
Olayların
anlatımı itibarıyla Çanakkale Mahşeri’nde üç farklı mekan vardır.Bunlardan
birincisi savaş alanlarının ve cephenin bulunduğu Çanakkale;ikincisi
hükümet,basın ve aydın çevresiyle İstanbul; üçüncüsü ise evinin son
erkeğini savaşa göndermiş olan Hatice’nin yaşadığı yer olan ve Anadolu ve
Anadolu insanını temsil eden Erzincan,Kemah.Bu üç mekandan ağırlıklı olarak
işlenen mekan savaşın bütün şiddetiyle yaşandığı yer olan Çanakkale
‘dir.
“Romanda
Çanakkale’nin yetmiş yerinin adı geçmektedir.Verilen bu yerlerden bir çoğunda
küçük vak’a halkası meydana gelirken bu yerler tasvir edilmemiş, yalnızca
isimleri zikredilmiştir.”(KIDIR ,2003,37)
Orhaniye,
Ertuğrul, Tekkeburnu, Gökçeada, Seddülbahir,Yeniköy,Alçıtepe,Kabatepe, Eceabat,
İntepe, Alçıtepe, Conkbayırı, Karanlık Liman,Gelibolu,Ezine vb. romanda adı
geçen bütün yerler bugün de aynı adla anılan gerçek yerlerdir.Gerçekliğe son
derece riayet eden yazar, bu bölgede uzun araştırmalar ve incelemeler yaptığını
belirtmiştir (ŞEREF, 2000, 16). İstanbul aydının tutumunu sergilemek,gazete ve
dergilerin nabızlarını tutabilmek amacıyla romanda üzerinde durulmuş
mekandır.Gazetelerden yapılan alıntılar,askerlerin harbiye binalarına
akını,Taksim ve Metris kışlaları,Beyoğlu,Beşiktaş gibi mekanlar isimleriyle
verilmekte,bu yerlerin tasvirleri yapılmamaktadır.Anadolu’daki sefaleti ve
Anadolu insanının fedakarlıklarını anlatmak için Anadolu’nun bazı yerleri fazla
derinleştirilmeden ,dekoratif olarak işlenmiştir.Oğuz Amca’nın karısı Hatice ve
kızı Nadiye’nin yaptıkları fedakarlıklar ve yaşadıkları olaylar örnek olarak
esere girmiştir.Yazar Anadolu’dan ve Anadolu insanından bir kesit sunmak
istemiştir.
Bu roman
bir harp romanıdır.Yazar konuyla alakalı olarak yapılan bir söyleşide romanı
hakkında şunları söylemektedir.
“-Yazdığınız bir harp romanı mıdır?
-Evet bu
eserim,tam manasıyla bir harp romanıdır.Ancak tarihî hadiselere sadık kalmak,
hatta aynen aksettirilmek üzere yazılmış bir harp romanıdır.Bir çok savaş
romanı bir kahramanı veya bir grubu ele alarak onların mücadeleleri etrafında
romanı yazarak bir savaş ve cephe atmosferi oluştururlar.Cephe gerisindeki
açlık,kıtlık ve sefaletler işlenir.Mesala Tolstoy’un “Harp ve Sulh”romanında
savaş en fazla 30 sayfa yer tutar.Romanın geri kalanını,cephe arkasındaki
olayla,ayrılıklar,ıstıraplar ve diğer beşerî hadiseler oluşturur.Benim eserim
ise,baştan sona harpten ibarettir.Savaşan insanların yücelikleri, sadelikleri
,dramları, ölümler, derinlikler, akıl almaz vakalar,bu milletin
özellikleri...olduğu gibi,yaşadıkları gibi nasılsa öylece
anlatılmıştır.”(ŞEREF,2000,18)
Tarihî ve
coğrafik mekanlarıyla savaş alanlarını,soğuğu-sıcağıyla,yazıyla- kışıyla,
yağmuruyla - rüzgarıyla Çanakkale iklimini; acısıyla-tatlısıyla, fedakarlığı,
asaleti, varlığı-yokluğuyla insanımızı birebir anlatma eğiliminde olan yazar,
”tarihî hadiselere sadık kalmak,hatta aynen aksettirmek üzere “yazmıştır
romanını. Kendisinin de belirttiği gibi insandan çok savaşı öne
çıkarmıştır.Yazar açısından bir üstünlük gibi takdim edilen bu tavır roman
tekniği açısından bir eksiklik olarak kabul edilebilir.Her devirde romancı
insanı işlemelidir.”romancı çağının değil , insanın
tanığıdır.”(YILMAZ,1996,70)
Serpil
Ural’ın Şafakta Yanan Mumlar adlı romanı Buket Uzuner’in romanı gibi günümüzden
hareket ederek yazılmış bir romandır. İki romanda da savaş doğrudan doğruya konu
edilmez.Bu nedenle bu iki romanı birlikte anmak yerinde olacaktır.
Şafakta
Yanan Mumlar romanın da olay örgüsü roman kahramanı Peggy’nin ve annesi
Norma’nın “Şafak Töreni”ne katılmak amacıyla Çanakkale’ye gelmesiyle başlar.
Peggy; Çanakkale Savaşı’nda savaşan Büyükdede Frank’ın anılarıyla
büyüyen.Peggy’nin kafasında küçük yaştan beri dinlediği anılar nedeniyle,
Çanakkale Savaşı ve Gelibolu ile ilgili cevabını bilemediği bir takım sorular
oluşmuştur. Bu sorulara cevap arayan Peggy, kendi milleti Anzaklar’ ın bu
savaşa İngiltere’ye destek vermek için gereksiz yere girdiğini ve tanımadıkları
bir millete topraklarını ellerinden almak için saldırmanın haksız olduğu
düşüncesindedir.Peggy’nin annesi Norma, görüşlerini değiştirmek için Peggy’yi
Çanakkale’ de yapılacak olan “Şafak Töreni”ne getirir.Peggy ve annesi 25
nisanda yapılan ‘Şafak Töreni”ne katılmak üzere Çanakkale’ye gelip Eceabat’ta
bulunan kendisiyle aynı yaşta Zeynep ve annesi Emine’nin işlettiği Konak
Pansiyon’a yerleşirler.Birbirine düşünce ve zevk bakımından oldukça benzeyen
Peggy ve Zeynep kısa zamanda kaynaşıp, çok iyi arkadaş olurlar.Peggy gibi
Zeynep’in de anneannesinin dedesi olan Hasan Dede ve kardeşleri de Çanakkale
Savaşları’nda bulunmuş, o da onların anılarını dinleyerek büyümüştür. Aynı
zamanda Zeynep Çanakkale’de yetişmesi ve burada yaşaması nedeniyle savaşla
ilgili bir çok anı dinlemiş ve savaşla ilgili görüşler edinmiştir.
Peggy
törenlere Zeynep’i de davet eder,Zeynep bu daveti geri çevirmez ve onlarla
birlikte törene katılır...Birbirlerini daha yakından tanıyan aynı zamanda da
milletleri hakkında fikir edinen Peggy ve Zeynep hediyeleşerek arkadaşlık
bağını daha da güçlendirirler. Zeynep’i ve Türkleri yakından tanıyan Peggy,
şafak törenlerinden sonra bu savaşta kendi milletinin haksız olduğunu ve
gereksiz yere bu savaşta bulunduğu yolundaki düşüncesini pekiştirir.Kızının
düşüncelerini değiştirmek amacıyla yola çıkan Norma,kendi düşüncelerini
değiştirerek memleketi Sidney’e döner.
Yazarın
mesajı oldukça açıktır.Bir çocuk romanı sayılabilecek bu romanda mesaj yazarı
tarafından “Önsöz ve Teşekkür” bölümünde şöyle ifade edilmiştir:
“Ölenin
öldürenden farklı olmadığını vurgulamak,
Ölenin de
öldürenin de insan olduğunu göstermek,
Savaşların
sonunda kazanan tarafların bile çok şey
Kaybettiğini
ve her zaferin perde arkasında
Yoğun
acıların yaşandığını anlatmak istiyordum.”(Şafakta Yanan
Mumlar,Önsöz)
Olay
örgüsünün basit olduğu bu roman yazarın açık mesajını ortaya koyabilmek amacıyla
yazılmış hissi verir.Dilini çok iyi bilmediği Zeynep ve annesi Emine ile
Peggy’nin kurduğu dostluk ve her ikisinin de rahat anlaşması dikkat
çekicidir.
Üçüncü
şahıs anlatıcının kullanıldığı romanda yazar/anlatıcı zaman zaman da romanda
bilincinden ve bakış açısından yaralandığı kişiler olmuştur.Anzaklar’dan
Peggy,Türklerden Zeynep anlatıcı /yazarın sözcü olarak seçtiği iki kişidir.
İkisinin görüşleri,bakış açıları farklı olmak lazım gelirken yazar aynı
düşüncelerde bu ikisini birleştirmektedir ki bu da romancının kendi
düşüncelerini iki kişiye paylaştırarak anlatmasından
kaynaklanmaktadır.
Romanlarda
anlatıcılar çoğullandırılabilir. Bu TEKİN(1999)’inde belirttiği gibi anlatıma
zenginlik katar.Romanda çoğul bakış açısı kullanıldığında bakış açısından
yaralanılan kişiler kendi psiko-sosyal durumlarına göre konuşturulmalıdır.Peggy
ve Zeynep’te bunu göremiyoruz. Anlatıcının sözcüsü durumunda olan bu kişiler
yazar/anlatıcının görüş ve düşüncelerini anlatırlar.Bu nedenle iki veya daha
çok anlatıcının çoğul bakış açısıyla anlatımıyla kazanılacak derinlik ve
çatışmayı eserde görememekteyiz. Anlatıcı/yazar Peggy,Zeynep ve Norma’nın
düşüncelerini hep kendi düşüncelerinin ekseninde tutar ve sonra hepsini birden
aynı düşüncede birleştirir.Çatışma olmadığı için de romanda gerilim,ima ve
örtme gibi kurguya ait özelliklerde eksiklikler gözlenir.
“Savaşmanın
bir amacı olmalı” diye düşüncelerini açıkça ortaya koyan Peggy’nin sözlerini
“ölmeyi de öldürmeyi de geçerli kılacak önemli bir amaç” diye bitirmesiyle
yazarın mesajı çok açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Ramazan
Çanakkale Mahşeri ile Şafakta Yanan Mumlar romanını karşılaştırma yaparken şu
özelliklere dikkat çeker:
“ Çanakkale
Mahşeri’ni, yazarın şâhidi olmadığı ancak kaynaklar vasıtasıyla edindiği bilgi
birikiminin mahsulü olan tarihî romanlar kategorisine dahil edebiliriz. Şafakta
Yanan Mumlar’ı ise, yazarların –mektuplar aracılığıyla geçmişe yani tarihe
uzansalar da- şâhidi oldukları dönemleri anlatan romanlar kategorisine
katabiliriz.
Bu
romanları ele aldıkları konulara göre incelediğimizde de, Çanakkale Mahşeri’nin
yalnızca belli bir tarihî dönemi (Birinci Dünya Savaşı yıllarını) konu aldığını;
Şafakta Yanan Mumlar’ın ise farklı tarihî devirlerdeki olay ve şahısları
birbiriyle ilişkilendirerek ele aldığını görürüz.
Her iki
romanda da kişilerin iç dünyası verilirken ağırlıklı olarak iç çözümleme tekniği
(yaşanmakta olanı aktarma) kullanılmış, bunun dışında Şafakta Yanan Mumlar’da iç
konuşmalara da başvurulmuştur. Çanakkale Mahşeri’nde kişiler, hem içten hem de
dıştan bakışla dengeli olarak aktarılmışken; Şafakta Yanan Mumlar’da ise,
karakterlerin iç dünyaları ve kafalarından geçenlerin aktarılması ikinci
plandadır.”(GÜLENDAM 2002)
Dördüncü
roman olarak ele alacağımız Buket Uzuner’in uzun beyaz bulut GELİBOLU romanı
günümüzden hareket edilerek yazılmış bir romandır.Yeni Zelanda Wellington’da
psikolog olarak çalışan Victoria Taylor’un Çanakkale’ye gelmesiyle başlayan
roman onun memleketine dönmesiyle son bulur.Bu geliş sıradan bir ziyaret
değildir.Victorya (Viki) Gelibolu Savaşları’na katılan ve savaş esnasında
kaybolan ve bugüne kadar bulunamayan büyük dedesi Alistair John Taylor’un (Aynı
soyadla Çanakkale Cephesine katılan Anzak subayı vardır KIZILDAĞ,2003,231)
izini araştırmak ve dedesinin bugüne kadar bulunmama hikâyesini öğrenmek
istemektedir. Kendi kafasından bu hikayeyi tamamlamıştır. Dedesi çarpışmalar
esnasında ölmemiş,bir Türk askeriyle yer değiştirmiştir. Onun iddiasına göre
yer değiştirdiği kişi Eceyaylası Köyü’nde adını yiğitlik hikayeleriyle
duyurmuş Çanakkale Gazisi Alican Çavuş adında bir Türk kahramanıdır. Savaşa
katılan bu iki insan arasında bazı benzerlikler vardır.Ancak bu benzerliklere
bakarak hikayeyi kendi istediği gibi tamamlamak Viki’yi yanıltacaktır.Çanakkale
Savaşları sırasında İngilizlere esir düşen ve ”İngiliz işkenceleri”ne maruz
kalan ve uzun yıllar bir İngiliz subayının seyisi olarak çalışan Alican
Çavuş sağ salim olarak geri dönmüştür.Soyadı kanunundan sonra (seyis olduğu
için olsa gerek) “Taylar” soyadını alır.Meryem adında bir köylü kızıyla evlenip
“Uzun, Beyaz, Bulut” adında üç çocuğa sahip olan Alican Çavuş yaşarken de
1985’te öldükten sonra da dini bütünlüğü,milliyetçiliği ve derin kültürüyle
halk arasında saygın bir yer edinmiştir.Üç çocuğuna da İngilizce öğretmeğe ve
onların eğitimiyle yakından ilgilenmeye çalışan Alican Çavuş,tek kendisine
büyük bir sevgiyle bağlı kızı Beyaz üzerinde etkili olmuştur. Beyaz’ı
İstanbul’a öğretmen okulunda okutmak istemişse de karısı Meryem’in baba-kız
arasındaki sevgiyi kıskandığından buna izin vermemesi nedeniyle isteğini
gerçekleştirememiştir.O günden sonra Alican karısına alabildiğine kırılmış,Beyaz
da annesine inat olsun diye hayatı boyunca hiç evlenmeyerek babası son nefesini
verinceye kadar onun yanında kalmıştır.
Victoria
Alican Çavuş’un soyadının dedesinin soyadına benzerliğinden ve bazı
tesadüflerden hareketle Gazi Alican Çavuş’un kendi dedesi olduğunu iddia
eder.Bunu araştırırken Ali Çavuş’un seksen yaşındaki kızı Beyaz Hala ile
görüşmek ister.Önceleri bu teklifi reddeden Beyaz Hala, Türk
misafirperverliğinin gereği olarak Viki’yle görüşmeyi kabul eder.Bu görüşmeler
esnasında Alistair John Taylor’un Alican Çavuş olmadığı anlaşılır. Bu gerçek
karşısında hayal kırıklığına uğrayan Viki hastalanır,birkaç gün Beyaz Hala’nın
evinde misafir kalır.Bu arada okunan bazı mektuplar da aslında gazi Alican
Çavuşa değil onun yakın arkadaşı olan ve savaşta ölen Teğmen Ali Osman’a ait
mektuplardır.
Romanda iki
zaman dilimi iç içe kullanılmıştır.Birincisi 2000 yılının mart ayında yukarıda
anlatılan iddiayı ispatlamak için kalkıp Çanakkale,Gelibolu ,Eceyaylası köyüne
gelen Viktoria’nın yaşadıklarına ait zaman, ikincisi ise mektuplar vasıtasıyla
intikal edilen Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı zaman. Birinci zaman diliminde
Viktoria’yı önce rehber eşliğinde Gelibolu, Anzak Koyu’nu ve Eceyaylası köyünü
gezerken ve sonra Beyaz Hala’nın evine yerleşirken görürüz.
Victoria ve
Beyaz Hala romanın baş kişileridir.İki kadın arasında yaşanan çatışma romanın
gerilimini yükseltmektedir.Romanın başlarında Victoria’nın kayıp dedesi
Alistair Jonh Taylor’u aramak düşüncesi daha ağırlıklıyken,ilerleyen
bölümlerde Beyaz Hala’nın ağırlığı görülmektedir.Beyaz Hala kendi açısından
Çanakkale Savaşlarını anlatırken o da Viki gibi dedesinden kalan ve aslında
dedesinin arkadaşı Teğmen Ali Osman’a ait olan mektupları Viki’ye okuyarak
savaşın Türk tarafından nasıl geliştiğini ortaya koymaktadır.
Beyaz
Hala’nın evinde kalmaya başlayan Viki onun hikayesini ve düşüncelerini
dinledikçe ona hayranlık duymaya başlar.Beyaz Hala’nın İstanbul’da çalışan
Avukat Ali Osman adındaki yeğeninin Çanakkale’ye gelmesi ve Victoria ile
yakınlaşmasıyla eserin çehresi biraz daha değişir.Ali Osman’ın tarihe bakış
açısının biraz farklı olması ve bazı meseleleri sorgulamak istemesi yazarın
ustaca bir buluşudur ve iki genç arasında filizlenen aşk da bu meselelerin
tatlılık içinde sorgulanmasını kolaylaştırmıştır.
Tarihin
okunacak düz bir metin olmadığını belirten Ali Osman sözlerini şöyle
sürdürür:
“Viki,tarih
sadece merak yüzünden mi yazılıyo sence?Tarih yalnızca geçmişin yazıldığı düz
bir metin olabilir mi ? Ya da tarih,yaşadığımız zamanla hiçbir ideolojik
bağlantı kurulmadan mı yazılıyor sanıyorsun”(UZUNER,2001,309)
Savaşı her
milletin bakışı da farklıdır.Çanakkale zaferine bakıştaki farklılaşmayı Ali
Osman şöyle ifade eder:
“Çanakkale
Savaşları Türkler için bir zaferdir.İngilizler bunu kendi geri çekilişleri
olarak yazarlar. Anzaklar için Gelibolu kendi ulusal kimliklerinin kazanıldığı
bir olaydır.Almanlar bunun kendi zaferleri olduğunu çünkü Çanakkale
Savaşları’nın komutanının bir Alman general olduğunun
söyleyebilirler.Çanakkale Savaşı 20.yüzyılın en önemli savaşlarından
biridir.Rus Çarının devrilmesi ve Sovyetler Birliği’nin Kurulması,bu savaşı
Türklerin kazanması sonunda gerçekleşmiş,başka değişle dünya tarihi bambaşka
bir yöne kaymıştır.İşte burada da aynı savaş,aynı savaşa katılanların
tarihlerinde birkaç farklı versiyonla anlatılmaktadır. ”
(Gelibolu,s.311)
Gelibolu
romanında çatışma hem tarihî olayların anlatımında hem de tarihe bugünün
insanlarının bakışında vardır.Viki tarihe kendi açısından bakarken,Beyaz Hala
kendi açısından bakmaktadır.Yanıldığını söylerken bile “hâlâ ben böyle
inanıyorum,siz inanmasanız da “der gibidir.
Her iki
romanın ortak yanlarından birisi mektuplarla tarihe yönelmektir.Daha önce de
belirttiğimiz üzere Viki ve Beyaz Hala oturup dedelerinin yazdıkları mektupları
okumaya başlarlar.Romanın kurgusunda ve tarihi olayların aktarılmasında önemli
yer tutan bu mektuplardan ilki 19 Ocak 1915 Salı (Zeytûn Askerî kampı-Mısır)
tarihli Alistair John Taylor’un anne ve babasına yazdığı mektuptur.Bu mektuptan
I.Dünya Savaşı’nın gidişatını bir Anzak subayının kaleminden,anne ve babasına
yazdığı için oldukça samimi anlatımından öğrenmekteyiz.Karşılaştırma yapabilmek
ve çatışmayı vurgulayabilmek için ikinci mektup ihtiyat Zâbiti (yedek subay)
Ali Osman’ın 26 Kanûnevvel 1330 (Kudüs, Filistin) tarihli mektubudur. Sonraki
mektuplar Çanakkale’den gönderilmiştir.Yazar birinci mektupla savaşın daha
geniş bir panoramasını vermek istemiştir.Çanakkale cephesi açıldıktan sonra
ordunun büyük bölümü buraya sevk edilmiştir.Daha önceden mektuplarını okuduğumuz
Alistair John Taylor ve Mülazım Ali Osman’ı artık bu cephede görmeye
başlıyoruz. Onların anlatımıyla yazar “zaman perdesini”aradan kaldırıyor.Bu
tarihi romanlarda sık başvurulan bir yöntemdir. “Birebir olmuş işleri
anlatıyorum bunda uydurma yok bunu görün” demektedir yazarlar. Bir yandan da
anlatıcıyı çoğullaştırırlar. Onların bakışını,duygusal ve düşünsel zenginliğini
esere sokmanın yolunu bulmuş olurlar.Biz bugün böyle düşünüyoruz ama acaba onlar
savaşırken neler,neler düşündüler”diye akıllara takılan sorunun yanıtını
kendiliklerinden vermiş olurlar.Arada aktarıcı kullanmadan doğrudan doğruya
savaşanların ağzından yazılmasının nedeni budur. Mektubun bir başka özelliği de
samimi olması ve riyasız olması. Mektupların aileye yazılmış olması ise
yazılanların ve söylenenlerin samimiyet derecesini ve doğruluğunu bir kat daha
artırmaktadır.
Her iki
mektupta da biz savaşın gidişatı hakkında bilgi alırız .Olaylar iki değişik
bakış açısı ve anlatıcıyla zenginleştirilmiş bir anlatımla sunulur.İki subayın
anne ve babalarına hitapları iki ayrı dünyanın insanı olduklarını
göstermektedir.
“Sevgili
Anne ve Baba,Çok Sevgili Helen ve Küçük Stuart,
Yolladığınız
Noel paketini ve mektuplarınızı aldık.Sizden gelen her satır ve paket,cennetten
gelmiş kadar güzel bir duygu yaratıyor bizde.
Hayatımda
Noel’i çölde geçireceğimi rüyamda görsem inanmazdım.”(Gelibolu,s.57)
Muhterem
Valideciğim,Muazzez Biraderim Salih,
Şefkat ve
nasihatle dolu mektubunuzu aldım.Bin defalarca öptüm,başıma
koydum.Mektup,İstanbul,evim,siz ve biraderim gibi kokuyordu.içim açıldı.Allah
sizden razı olsun Valideciğim.
Umarım
sağlık ve afiyettesinizdir.”(Gelibolu,s.67)
Mülazim Ali
Osman’ın yazdığı ikinci mektup“10 Temmuz 1331 Cuma; Çanakkale” ; üçüncü mektup
30 Temmuz 1331 Çanakkale”; Alistair John Taylor’un yazdığı ikinci mektup “10
Ağustos 1915,Gelibolu”tarihini taşımaktadır.
Mektuplardan savaşın seyrini yakın zaman aralıklarıyla
öğreniyoruz.Yukarıda da belirttiğimiz üzere, arada hiç kimse olmaksızın savaşa
tanık oluyoruz. Romanda içiçe iki zamandan bahsedebiliriz.Birincisi Viki’nin
Gelibolu’ya geldiği içinde bulunduğumuz zaman;ikincisi ise mektuplar vasıtasıyla
usta bir geçişle ulaşılan savaş yılları.Gün,ay ve saat verilerek savaşan
insanların ilk ağızdan savaşı anlattığına tanık oluyoruz.Hayır öyle olmamıştır,
olmaz deme hakkını yazar okuyucudan alıyor.Bunu ben yazmadım işte bu savaşı
yapanlar yazdı” dercesine iki kadına okuttuğu mektupları gözyaşları içerisinde
okuyucunun da dikkatlerine sunmaktadır.Mektuplarla ve orada yazılanlarla
yakından ilgili iki kadının Viki ve Beyaz Hala’nın duygusallığı da okuyucuyu
etkilemektedir.Yazar herkesin durup düşünmesini istemektedir anlatımı ve
kurgusuyla da bunu başarmıştır.
Mektubu
okuyan Viki:
“çok yorgun
görünüyordu.Yüzü kızarmış,vücut ısısıs yükselmişti.Başı felaket ağrıyordu.Sanki
âniden ateşi çıkmıştı..
“Büyük dedem
Alistair John Taylor’dan bir daha haber alınamadı.Savaştan sonra yapılan bütün
araştırmalara karşın mezarı da bulunamadı.”(Gelibolu,145)
Burada Viki
kendi tezini destekler tarzda konuşmaktadır.Ancak Ali Osman’ın yazdığı son
mektuptan üç gün sonra 15 Ağustos 1915’te Anafartalar Cephesinde şehit
olduğunu öğrenince iyiden iyiye şaşırır.
“Viki’nin
içi çekildi.Bu kadarı da fazlaydı.Bu kadarı gerçekten çok fazlaydı.Başı
döndü.Her şey çok mu karışmıştı,yoksa bazı şeyler fazlaca mı
berraklaşmıştı?karar veremedi.Fakat yolunu iyice kaybettiğinden emindi. Ayağa
kalkıp,bu evden ve bu esrarengiz kadından hemen kaçıp kurtulmak istedi.kafasını
karıştırmak için komplo mektuplar okuyan bu inatçı ve dayanıklı kadından
uzaklaşmak,onu bir daha hiç görmemek için dehşetli bir arzu
duydu.”(Gelibolu,s.159)
Romanda
olağanüstü olaylara ve anlatıma yer verilmezken,Çanakkale savaşlarında
anlatılan neredeyse bilimsel araştırmalara konu edilecek “bulut vakası” bu
romanda da Beyaz Hala tarafından kesin bir dille ifade edilir.
“12 Ağustos
1915’te hani o Gelibolu’nun meşhur bulutu vardır ya,hah işte bir tabur asker
onun içinde kayboldu.”(Gelibolu,s.165) Bu hikaye Beyaz Hala tarafından bütün
ayrıntısıyla sanki o an oradaymış gibi anlatılır.“12 Ağustos 1915 sabahı,Suvla
koyunda,ekmek somununa benzeyen ha şööle yedi sekiz tane bulut vardı.”dedi Beyaz
Hala.Sesinde,12 Ağustos 1915 günü bizzat kendisi oradaymış ve bahsettiği
bulutları gözleriyle görmüş bir şahidin güveni
vardı.”(Gelibolu,s.167)
Viki de
anlatılan bu hikayenin kendi memleketlerinde de çok bilinen bir hikaye
olduğunu, İngilizlerin savaş bittiğinde bu kayıp taburun iadesi için Türklere
başvurduğunu ama Türklerden yanıt alamadığını belirttir.
“...İngilizler bu 267 kayıp askerin Türkler tarafından öldürüldüğüne
inanıyorlar,ya...”dedikten sonra “geçen yıl BiBiSi,yani..hani şu İngiliz
televizyonu var ya,işte o televizyon,bu konuda dizi film yaptı.Filmin adı Kralın
Adamlarıydı galiba.Filimde Gelibolu’da kaybolan o taburun Türkler tarafından
imha edildiği anlatılıyordu;bir çeşit soykırımı
gibi...”(Gelibolu,s.167)
Bunları
söyledikten sonra” ha ha ha”diiye gülen Viki’ye Beyaz Hala’nın tavrı sert
olur.”dümdüz Viki’ye baktı.Viki bu bakışı görünce,yanlış yapmış bir çocuk gibi
dudaklarını büzdü.(...)Pişman oldu Viki.”
Viki’nin bu
tatsız şakasından sonra Beyaz Hala,düzgün bir sesle: “Türkler Gelibolu’da adil
ve dürüst savaştılar Viki hanım.Onlar memleketlerini ve hürriyetlerini
korumak için ölüyorlardı. Ah aahh...Allah öğretmesin ama ölmenin de çok değişik
sebepleri vardır marı!”dedi üzgün bir sesle.Sonra yutkundu ve eski karalı,dik
kafalı sesiyle devam etti;İşgalciler haksızdır.Her kim olursa,her nerede olursa
olsun,işgalciler haksızdır.İster İngiliz,ister Türk,ister Zelandalı,ister
Östralyalı olsun... Ve haksızlar daima
lanetlenirler.”(Gelibolu,s.167)
Beyaz
Hala kaynaklarda da geçen bulut hikayesini, Viki’nin anlattıklarını ve peşinde
olduğu hikayeyi akıl yürütme yoluyla çürüttükten sonra kendisinden emin bir
şekilde Viki’ye şu tavsiyelerde bulunur ki bunlar romanın da üzerinde ısrarla
durduğu,tartıştığı tezlerdir.
“Yaa işine
geleni bilirsin,gelmeyeni bilmezsin di m.?...Olmadı işte... Sen tee buralara
kadar kalkıp gelicen,hem de kitaplarda , filimlerde ne varsa cuppadanak yutcan!
Ama hikayenin devamını bilmeyecen.Olmadı işte.Bak sana tavsiyem,ööle her
duyduğuna, gördüğüne hemen inanma.Yoksa bööle yanılırsın marı,sen git,o şakacı
babana annat bunları.Gelsin benim misafirim olsun,çay içsin,sütlü tarhana içsin
ama gelsin de buraları görsün. Marı.”(UZUNER,2001,168)
Sonuç
itibariyle iki gruba ayırarak değerlendirdiğimiz bu romanların hemen hepsinde
ortak bazı öğelerin olması da hangi zaman dilimi kullanırsa kullanılsın
romancılarımızın bir tarihi realiteyi anlatırken ortak öğelerden hareket etmiş
olmalarıdır.Romanlarda ortak öğelerin en başında “efsaneler”gelmektedir.
Çanakkale akla sığacak bir savaşın çok ötesinde bir mücadeleye tanık olduğu için
savaşla ilgili bir çok efsane anlatılmıştır.Çanakkale Mahşeri’ nde Ahmet
Saffet Bey’in Barbaros rüyası(272), Derviş İbrahim efsanesi (S.432), Seyyid
Onbaşı Efsanesi(s.211), Cevat Paşa’nın rüyası(80) “...Ve Çanakkale” de Mustafa
Kemal’in çeketinin sol cebinde bulunan saatin’in onu ölümden kurtarması
efsanesi ile Gelibolu’da ise “Beyaz bulut efsanesi”(166)yer almıştır.Romanların
hepsinde Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’e yer verilmiştir.Ve Çanakkale’de
..”Bomba Sırtı olayı”Mustafa Kemal’in anlatımıyla romanın başında yer
alırken,Gelibolu romanında Mustafa Kemal’in tarihe geçen şu ifadelerine yer
verilir:
“Bu
memleket toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar,burada bir dost
vatanın toprağındasınız.Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.Sizler Mehmetçiklerle yan
yana,koyun koyunasınız.Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar,göz
yaşlarınızı dindiriniz.Evlâtlarınız bizim bağrımızda,huzur içindedirler ve huzur
içinde uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim
evlâtlarımız olmuşlardır.Atatürk,1934”(UZUNER,2001,305)
Romanlarda
“mektuplar” üçüncü önemli ortak yanlardır.Bundan başka İngiliz Cephesini
anlatılırken Hamilton’un günlüğü ,Türk ve Anzak askerlerinin yiyecek
yardımlaşmaları ve türküler ve milletlerin savaşa bakış açıları diğer ortak
konulardandır.
“Ve
Çanakkale”,Geldiler,Gördüler,Döndüler olmak üzere üç ciltten oluşan romanda
yazar,romanı uzun bir araştırma ve inceleme sonucunda tarihî gerçekliğe bağlı
kalarak yazdığını belirtmesi daha başlangıçta okuyucuda tarihle baş başa kalma
düşüncesini yaratırken, romanda savaşın tarihî gelişiminden ziyade savaş
yıllarının farklı tabakalardaki
yansımaları
ele alınarak, Çanakkale cephesiyle birleştirilmiştir.“Çanakkale Mahşeri”tarihi
gerçekliği kronolojik zamana bağlı kalarak ve savaşa yoğunlaşarak, savaş
kahramanı Oğuz Amca’nın etrafında Birinci Dünya savaşının,Sarıkamış
cephesinin,cepheye asker gönderen Anadolu insanının ve Çanakkale de çarpışan
rütbeli,rütbesiz Türk insanının yarattığı kahramanlıkları anlatan bir
romandır.
Şafakta
Yanan Mumlar, tarihin yeniden sorgulanması gerektiğinden yola çıkan çocuklar
aracılığıyla insanlara yeniden düşünme fırsatı yaratan bir romandır.Bu yönüyle
Uzunerin, tarihi sorgulamasıyla da örtüşmektedir.”Gelibolu” bir kurmaca öyküyle
de başlasa mektuplarla savaş yıllarını,sonraki gelişmeleri ve günümüzde tarihi
ve kahramanları yeniden sorgulamamıza imkan vermiştir.Romanda bir savaşın
savaşan taraflarca nasıl algılandığı, dahası bir savaş kahramanın iki millet
için de kahraman olup olamayacağı sorgulanmış,tarihe yeniden farklı açılardan
bakılabileceği ancak,tarihe mal olmuş kahramanların rahat bırakılması gereği
üzerinde durulduktan sonra tarihin de mahremiyeti olduğuna dikkat
çekilmiştir.
Roman bir
kurgu sanatıdır.İster tarihi konu olarak alıp işlesin isterse tarih dışında
konuları işlesin;roman ele aldığı, işlediği kurguda insanı,insanî olanı bulup
çıkarmalı ve onu işlemelidir .Hangi tarz roman olursa olsun, hangi çağı ele
alırsa alsın, romanın odağında insan vardır.Tarihimize altın harflerle yazılmış
böylesine bir zafer daha bir çok yönden,bir çok kurgu içerisinde başka başka
cephelerden dikkatlere sunulacak,daha nice güzel edebî eserlere konu
olacaktır,olmalıdır.
KAYNAKÇA:
AKTAŞ,Şerif,1991
Roman Sanatı
ve Roman İncelemesine Giriş,Akçağ Yayınları,Ankara
GÜLENDAM,Ramazan,2002
Romanda
Çanakkale Savaşı :Mehmet Niyazi’nin Çanakkale Mahşeri ile Serpil Ural’ın Şafakta
yanan Mumlar Adlı Romanlarının Bir Karşılaştırma Denemesi,Türk
Yurdu,Mayıs
GÜZEL,Abdurrahman;1996
Çanakkale,[Yeni Mecmua’nın Özel Sayısında neşredilen Çanakkale Savaşları
Üzerine Değerlendirmeler,İstanbul,5/18 1331/1915]
______________ ;1996
Türk
Edebiyatı’nda Çanakkale Zaferi,Çanakkale,Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Rektörlüğü Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi Yayınları
No:3
KIDIR;Derya,2003
Türk
Romanında Çanakkale Savaşı(Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Basılmamış Lisans
tezi,Çanakkale)
KIZILDAĞ,Selçuk,2003
Çanakkale Cesaretin Bedeli,Arma
Yayınları,İstanbul
MORAN,Berna,1991
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri,Cem
yayınevi,İstanbul
ÖZDEMİR,Mehmet Niyazi,1998
Çanakkale Mahşeri;Ötüken
yayınları,İstanbul
SEPETÇİOĞLU,Mustafa Necati;1990
...Ve
Çanakkale (Geldiler,Gördüler,Döndüler)3 cilt,İrfan Yayınevi, İstanbul
ŞEREF,Banu
,2000
Mehmet
Niyazi,Hayatı,Sanatı,Eserleri,(Çanakkale On Sekiz mart Üniversitesi Basılmamış
Lisans Tezi,Çanakkale)
TEKİN,Mehmet,2001,
Roman Sanatı,Ötüken Yayınevi,İstanbul
TURAL,Sadık,1982
Zamanın Elinden Tutmak,Ötüken Neşriyat
A.Ş.İstanbul
URAL,Serpil,1998
Şafakta
Yanan Mumlar,Sev-Yay.İstanbul
UZUNER,Buket,2001
Uzun-Beyaz-Bulut Gelibolu,Remzi
Kitapevi,İstanbul
YILMAZ,Durali,1996
Roman Sanatı ve Toplum,Ötüken
Yayınevi,İstanbul
Yrd. Doç. Dr. MESUT TEKŞAN Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Öğretim Üyesi
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|