|
İyi Şiir Üstüne Kötü Olmayan Düşünceler / Doç. Dr. Asım YAPICI
Şiir nedir? İyi
şiir nedir? İyi şiirin ayırıcı vasıfları nelerdir? Her şiir iyi şiir midir?
Şiirin kötüsü olmaz mı? Daha doğrusu kötü şiire “şiir” diyebilir miyiz? Şiirin
duygusal bir tarafı olduğu gibi, teknik bir tarafı da yok mudur? Dün olduğu gibi
bugün de milyonlarca kişi şiir yazdığı halde, neden bazılarının adları asırlar
boyunca hatırlanıyor da, bazılarının isimlerini neredeyse torunları bile
bilmiyor? Niçin bazı şairler kalıcı oluyor da, bazıları Paris’ten esen bir yaz
modası gibi ya da tek kliplik popçular gibi sönüveriyor? Şiirin çilesini çekiyor
muyuz, iyi şiir yazmaya gayret etmek adına? Sanat yapmak istiyor muyuz? İyi şiir
yazma düşüncesi ve duygusu beynimizi ve kalbimizi zonklatıyor mu? Yoksa
ağzımızdan dökülen her kelamı şiirsel bir kalıpla ifade edip bayağı şiirler mi
yazmak istiyoruz? T. Kuhn, bilimi olağan ve olağan üstü diye ikiye ayırır ve
der ki; ‘herkes olağan bilimi icra eder. Belli paradigmaları kullanır. Mevcudun
ötesine geçemez. Gerçi bunların yaptığı da bir anlamda işlevseldir. Mevcut
paradigmayı yaşatmak ve bilimin konusu olan hususlarda araştırma yaparken bu tür
paradigmaları belli bir düzen ve anlamlılık içinde kullanmak da kuşkusuz
önemlidir. Ancak olağan bilim, her ne kadar kendi içinde belli kuralları ve
metodik prensipleri taşıyor olsa da, adı üstünde olağandır, yani normaldir,
bayağıdır. Ancak paradigmaları değiştiren bilim olağan üstüdür. Çünkü o, yeni
bir bakış açısı getirir. Araştırmacıların gözlüklerini değiştirir. Olağan bilim,
bilim adamını bazen miyop yapabilir, olağan üstü bilim miyopluktan kurtulunca
ortaya çıkar. Bu anlamda olağan üstü bilim devrimci ve geleneği silkeleyici bir
yapıya sahiptir'. Kuhn'un bu sözlerini şiir için düşünelim bir anlık...
Olağan şiir mi yazıyoruz, yoksa olağan üstü anlatımların mı peşinde miyiz?
Kuşkusuz pek çok bilim adamının yaptığı olağan bilim gibi, pek çok şair de
olağan şiir yazar. Pek az bilim adamının gerçekleştirdiği olağan üstü bilimsel
paradigma değişimini de yine pek az şair gerçekleştirebilir. Bunu
gerçekleştirenler de olağan üstü oldukları için zaman üstü bir gerçekliğe
bürünürler. Şimdi şu soruyu kendimize tekrar tekrar sormamız gerekir: Olağan
şiirin mi peşinde olacağız, yoksa olağan üstü şiirin mi? Eğer olağan üstü
şiir yazma kaygısındaysak, şayet zaman üstü olmak istiyorsak (ki bu arzu her
insanda en azından nüve olarak mevcuttur), o zaman iyi şiir tartışmasını
bıkmadan usanmadan yapmak durumundayız. Tabii ki bu tartışmayı
gerçekleştirmek ya da her gün olağan üstü şiir yazmakla uğraşmak, kişiyi olağan
üstü bir şair konumuna getirmeyecektir. Ama ya o noktaya götürürse diye bu işin
peşini bırakmamak gerekir, diye düşünüyorum. Karıcanın hikayesini herkes
bilir. Nemrut ateşi yakar ve İbrahim Peygamberi ateşe atmak için hazırlıklarını
yapar. Bu arada bir karınca ağzına su almış can hıraş bir şekilde var gücüyle
koşuşturmaktadır. Arkadaşları ve diğer hayvanlar karıncaya sorarlar: “Nedir bu
hal, ne oldu, nereye gidiyorsun böyle? Karınca der ki; 'Nemrut zalimi İbrahim
Peygamberi yakmak için ateşi tutuşturmuş, ben de ateşi söndürmek için ağzımla su
taşıyorum oraya. Bu sözü duyan diğer karıncalar ve hayvanlar gülüşürler ve
'yahuu... senin taşıdığın sudan ne olacak, bu ateşe hiç kar etmek ki' derler.
Bunun üstüne karınca şu cevabı verir: 'Ben de biliyorum, ağzımda taşıdığım
suyun işe yaramayacağını, ancak bu uğurda ölürüm ya..., bu arada safım da belli
olur'. Kanaatimce karıncanın bu sözünden ve gayretinden ibret almak gerekir.
Şiir yazanlar için en iyi ibretse en azından karıncanın yaptığı gibi bu uğurda
ölene dek çalışmaktır. İyi şiir peşinde olmak ve iyi şiir safında bulunmak bizi
daha da geliştirecektir. Bir de şu hususu hatırlatmakta fayda vardır: K.
Sayar ile E. Göka'nın bir kitabı var: Adı 'Önce Söz Vardı'. Evet, önce söz
vardı, Sonra söz muhteşem kelimelere döküldü. Şiirde önce ‘sözü’ yakalamak,
sonra onu şiirin kendi kuralları içerisinde ‘dillendirmek’ gerekir. Baştaki
sorulara tekrar dönecek olursak, “nedir şu iyi şiir dedikleri şey?” Bunun da
ötesinde “şiir nedir? “Şiir tanımlanabilir mi? Bilindiği gibi bir şeyi
tanımlamak demek, o şeyi sınırlandırarak, belli bir kavram ya da kelimenin
altına hapsetmek demektir. Ancak bir şeylerin üzerinde konuşabilmemiz için de,
en azından, zihinsel bir kategori düzeyinde bazı tanımlar yapılmalıdır. Kuşkusuz
yapılan tanımlar ilgili olguyu enine boyuna kapsayacak bir kapasiteye sahip
değildir. Ancak anlaşabilmek için de tanımlara ihtiyaç vardır. Doğrusunu
söylemek gerekirse kavramın kendisi de olguyu sınırlandırma açısından tanımdan
farklı değildir. Bu anlamda bir şeye “işte bu şiirdir” demekle, “şiir şudur”
demek arasında da çok yakın bir ilişki vardır. Zira “işte bu şiirdir” dediğimiz
zaman aslında “şiir” ismi duyulunca ya da “şiir” dendiği zaman zihnimizde yapan
çağrışıma dayalı olarak bir tanım ortaya koymaktayız. Bu sebeple “efradını
camii, ağyarını mani” bir tanımı olmasa da “şiir şudur” ya da bir takım dizeler
hakkında “işte bu şiirdir” diyebilecek temel kriterler elimizin altında
olmalıdır, diye düşünüyorum. İşte bu noktada şiirin “neliği” ile “nasıllığı”
arasındaki farka dikkat etmek, “nasıl olması gerektiği” üzerinde yoğunlaşırken
“ne olduğuna” ulaşmak mümkün olabilir kanaatindeyim. Öyleyse sorumuzu şöyle
sorabiliriz: “İyi şiir nasıl olmalıdır?” Bunun cevabı basit, ancak bu basit
cevaba uygun şiirler yazmak çok zordur. Eskiler buna “sehl-i mümteni” derler.
“Kolay görünen, ama zor olan” demektir bu. Yukarıda sorduğumuz soruya verilecek
cevap basittir. Çünkü “iyi bir şiir 'şiir diline ve sesine' sahip olmalıdır”
diye genel bir ifade kullanılabilir. Şiir dilini ve sesini yakalamak ise zordur.
Çünkü, “dizeleri alt alta dizmek, biraz duygu yüklü sözlere bazen kafiye ya da
redif eklemek, ölçülü ya da ölçüsüz bir takım devrik cümleleri peş peşe getirmek
iyi bir şiir için yeterli değildir”. Şiirde bakir söyleyişler, bakir benzetmeler
kullanılarak şuur dışı alan şuur alanına taşınmalıdır. Pek çok şairin kullandığı
kavramlar, söylemler ve benzetmeler vs. bir nevi duldur. Onlar bizim malımız
değildir. Bu sebeple iyi şiir çok zor çıkar. Belki de bundan dolayı bir şairin
ömrünce yazdığı şiirler içerisinde bir ya da iki tane iyi şiiri olabilir. Yahya
Kemal “Sessiz Gemi”yi kaç yılda yazdı dersiniz? Necip Fazıl’ın “Kaldırım”larının
ilk şekli ile son şekli arasında ne kadar farklılık var? Acaba şair niçin aynı
şiirinin üzerinde bu kadar oynama ihtiyacı duymuş? İyi şiir yazmak aynı
zamanda çok şiir okumakla, çok fazla şiir denemesi yapmakla mümkün olabilir.
Bununla birlikte şair, annenin çocuğuyla oynadığı gibi, şiiriyle ve oradaki
ifadelerle de oynanabilmelidir.Bunun için de dile hakim olmak gerekir. Şair
konuştuğu dili iyi bilmelidir. Bu da yetmez, ayrıca duygular da yoğunlaşmak,
düşüncelerin duygularla sevişmesi, içerideki sesi dinlemek vs. de iyi şiir
yazabilmenin olmazsa olmazlarıdır, bence. 'İyi şiir üstüne kötü olmayan
düşünceler' derken şiirin neliğinden öte nasıllığı üzerinde kafa yormak
istiyorum. Şiirin “ne”liğinin ise “nasıl”lığının belirlenmesiyle ortaya çıkacağı
kanaatindeyim. Çünkü şiirin “ne”liği “nasıl”lığını, “nasıl”lığı da “ne”liğini
bünyesinde barındırmaktadır. Şiirin “nasıl”lığında ya da “nasıl bir şiir”
tasarlandığı meselesinde, benim karşıma ilk çıkan iki husus vardır ki bunlar
“şiir dili” ve “şiir sesi”dir. Şiir dili yaratıcı, orijinal ve otantik
söylemleri içerirken, şiir sesi, okuyucuda nesir izlenimi vermeyen ifadelerin
lirik bir şekilde dile getirilmesine atıf yapmaktadır Psikolojide “kavrama
yoluyla öğrenme” diye bir kuram vardır ve buna temel örnekte Arşimed'in 'buldum'
deyişidir. Bir şiiri okuduğunuz ya da yazdığınız zaman 'hah işte bu' ya da
'tamam' diyebiliyorsanız, o şiir “şiir dili ve sesi”ne büyük oranda ulaşmış
demektir. Ancak burada gerçekten 'tamam buldum' demekle, yanılgı olarak 'tamam
oldu işte' demek de birbirinden ayrılmalıdır. Şiir dilini yakalayabilmek
için kuşkusuz 'bakir kavramlar, bakir benzetmeler, otantik bir söyleyiş, henüz
söylenmemişi söyleme', henüz dillendirilememişi dillendirme' gerekir. Bazen bu
tür söyleyişler de şiir dilini kazanmayabilir. İşte burada şiiri nesirden ayıran
farklılıklar devreye girer. Özellikle şiirin müzikalitesi şiir sesinin olmazsa
olmazı olarak değerlendirilebilir. Bu sebeple müzikalite unsuru zayıf olan bir
şiir, bence, iyi bir şiir haline gelemez. Müzikalite ise sadece kafiye ve
redifle sağlanamaz. Bir de şiiri nesirden ayıran en önemli özellik (ki bu
şiir sesini besleyen temel unsurlardandır) şiirin şuur dışından fışkırması,
nesrin şuurdan neşet etmesidir. Bu anlamda şiirin “dini” olmaz, sadece 'dili'
olur. Abdulhak Hamit Tarhan; 'Görsem yeridir seni karanlık' derken, eşinin
vefatına üzüldüğünden dolayı neredeyse Tanrıyı inkara kadar gidecek olur. Ancak
o normalde Allah’a inanan bir Müslümandır. Ancak şuur dışından fışkıran ifadeler
şuurun sansürüne takılmamıştır. Keza Faruk Nafiz Çamlıbel; 'Sana kafir dediler
diş biledim hakka bile..., kahpelendin de garaz bağladım ahlaka bile' derken de
dini ya da ahlakı kaygılarla değil, şuur dışının serbestliğini kullanıyordu.
Daha açık bir örnek Mehmet Akif Ersoy'dur. “Çanakkale Şehitleri” için yazdığı o
muhteşem şiirinde 'Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi' demektedir. Akif
dini de, toplumun değer yargılarını da çok iyi bilen birisidir. Buna rağmen
Osmanlının adeta son kazandığı zafer karşısında o kadar duygulanır ve o kadar
sevince gark olur ki, “Bedir de savaşan o insanlar sizin kadar şanlı değildi”
demeye varır. Bu da doğaldır. Çünkü tekrarlamak gerekirse “şiirin dini yoktur,
dili vardır”. Ancak bu ifade; “dini-mistik temaların, kavramlarım,
benzetmelerin, arayışların şiirde kullanılmaması” gibi bir anlamı
çağrıştırmamalıdır. Sonra bu ifade, dinî değerlerin çiğnenmesi gerektiği gibi
yanlış bir manaya da çekilmemelidir. Aslına bakılırsa, “şiir şuur dışından
fışkırır” demek, onun nesirden farkını belirtmek için kullandığım bir ifadedir.
Başka bir deyişle, şuurlu halde insan o kadar çok şeyin sansürüne tabidir ki,
“şunu yazsam ne derler, bunu yazsam ne gibi bir tepkiyle karşılaşırım”,
düşüncesi kişiye rahat konuşma imkanı tanımaz. Şiir ise özgürlükler
alanıdır. Kısaca; benzetmelerindeki orijinalliği, bakir ifadelerin
kullanılması, şiirdeki ifadelerin kulağı tırmalamaması, şuur dışından
fışkırması, sanat kaygısıyla yazılması ya da böyle bir kaygı taşıması, bu
sebeple temelde didaktik değil, lirik olması, musiki unsurunun kuvvetliliği,
okunurken ve dinlenirken her bir kavramın uyumla dansetmesi ve ifadelerin
seyyaliyetinin, yani akıcılığının olması ile bir şiir iyi şiir haline gelebilir.
Şiirin modern ya da klasik usullerle yazılması ise onun “iyi şiir” olmasında
asla ölçü değildir. Bu arada şiir yazan ya da yazmaya çalışan eğer biraz da
patavatsız ve şizofrenik söylemlerden yararlanırsa, işte o zaman bergsoncu bir
sezgiyle kişiyi içten kuşatan garip bir duyguyla karşılaşmak olasıdır. Bir de
herkes kendi kendine sormalı: Şiir yazmak zorunda mıyım? Niçin? Ve
ikinci soru: “Duygular sade, basit, açık ve düz bir biçimde anlatılabilir
mi?” Nasıl?
Doç Dr. Asım
YAPICI
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|