Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmaya Karşı Dilimizin Korunması / Prof. Dr. Mustafa ÖZKAN
Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmaya Karşı
Dilimizin Korunması
Her dil içinde bulunduğu
şartlara ve ihtiyaçlara göre yeni gelişmeler kaydeder. Dilimiz de bugün çağın
medenî gelişmelerine ve millî kültürümüzün verimlerine ifade aracı olarak iç ve
dış yapısı bakımından birtakım yeni gelişmeler kaydetmektedir.
Büyük medeniyet hamleleri, o
medenî gelişmeyi yapan ve ona katılan milletlerin dillerinde bir kısım değişme
ve gelişme kaydeder. Doğuda İslâmiyet büyük bir medeniyet hamlesi
gerçekleştirmiş ve bu medeniyet dairesine giren milletlerin dillerinde önemli
ölçüde değişmelere yol açmıştır. Sonra Batıda Rönesans ile bir medeniyet
hamlesi olmuş ve Avrupa dillerinde esaslı gelişmelere yol açmıştır. Türk
milleti her iki medeniyet dairesi içinde yer alması münasebetiyle Türkçe her iki
kültürden de etkilenmiştir.
Milletimiz önce İslam kültür ve
medeniyeti içinde yer alırken, XIX. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile
yakınlaşınca, o medeniyete ait yeni kavramlar ve düşünceler hayatımıza girmeye
başladı. “Garplılaşmak”, “Batılılaşmak” diye nitelendirilen bu dönem, dilimiz
için de birtakım yeni gelişmelere sahne oldu. Çağın medenî gelişmelerine uygun
bir gidişi yakalayabilmek için ilimde, teknikte, sanatta, edebiyatta,
gazetecilikte vb. alanlarda yeni bir terim sistemi ortaya koymak gerekiyordu.
Oysa ki, o zamanki yazı dilimiz, konuşma dilinden tamamen ayrılmış, yapay bir
görünüm kazanmış, çağın bu gelişmelerine ayak uyduramıyordu. Tanzimat aydınları
Batıdan gelen yeni kavramları karşılayabilmek için başlıca iki yola
başvuruyorlardı: Ya Fransızca kelimeleri olduğu gibi kabul ediyorlar, ya da
Arapça ve Farsçaya dayalı yeni kelime ve şekiller türetiyorlardı. Böylece
Tanzimat döneminin dili, bir yandan Fransızca kelimelerle öte yandan özellikle
Arapça köklerden türetilmiş yeni kelime ve tamlamalarla genişlemeye başladı.
Zamanın şartlarına göre
Tanzimatçıların yaptığı iş aslında yanlış değildi. Batı dillerinin istilasına
karşı Osmanlı Türkçesini hiç olmazsa kendi bütünlüğü içinde geliştirmeye
çalışıyorlardı. Çünkü Türk milleti büyük bir tarihin ve zengin bir kültürün
sahibi idi. Böylesine büyük bir zenginliği taşıyan millet , elbette kendi
benliğini koruyacak ve kültürünü yaşatacaktı.
Meşrutiyet’ten sonra konuşulan
dil ile yazılan dil arasına kapatmak ve sade bir yazı dili meydana getirmek
yoluna gidildi. Ancak Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı gibi milletçe uğradığımız
büyük felaketler, Batı dünyası karşısında aydın insanlarımızda bir aşağılık
duygusuna yol açtı. Bu duygunun sevkiyle Batı dünyası her yönüyle taklit
edilmeye başlandı. Bu taklit ve Batı hayranlığı karşısında toplum hayatımız
değişmeye, millî örf ve âdetlerimiz sarsılmaya, Batı dünyasından, özellikle de
Fransızcadan bir yığın kelime dilimize girmeye başladı.
Gücümüzün tükendi zannedildiği
bir anda İstiklal Savaşı gibi büyük bir zafer kazanarak, millî dayanışmamızın
ve gücümüzün tükenmediğini bütün dünyaya gösterdik. Ne var ki, bu büyük zaferin
ardından kendi millî kaynaklarımıza döneceğimiz yerde, sınırsız bir Batı
hayranlığı ile, kayıtsız şartsız oraya yöneldik. Bu yönelmede Batının örf,
âdet, ahlak anlayışına varıncaya kadar bütün kurumlarını örnek aldık. Bu
hareket tarzında yalnızca Batı hayranlığı rol oynamadı, aynı zamanda millî ve
manevî değerlere karşı takınılan olumsuz tavrın da etkisi oldu. Yerli ve
geleneksel değerlerimiz arka plana itildi. Bu anlayış dile de hâkim oldu. Yeni
nesillerin geçmiş değerlere ulaşma yolları kapatıldı; tarihî ve milli değerler
kayboldu. Böylece dilimiz de sahip olduğu değer ve imkânlardan yararlanamaz
duruma düştü. Bu defa kapılar Batı dillerine karşı sonuna kadar açıldı ve bir
tasfiyecilik hareketi başladı. Dilimizde Arapça, Farsça kökenli ne kadar kelime
varsa dilden çıkarılmaya ve yerlerine Batı kaynakları kelimeler veya nasıl
türetildikleri belli olmayan binlerce uydurma kelime konmaya çalışıldı.
Bu yolla pek çok uydurma kelime
resmî dile, öğretim diline yerleştirildi. Bu durum gerek aydınlarımızda, gerekse
yeni nesillerde ana dil duygusunu ve dil şuurunu köreltip, dil üzerindeki
duyarlılıkları yok etti. Böylece aydın kişiler kendi ana dili ile düşünme
yerine, tamamen Batı dilleri ile düşünmeye, yani bir çeşit fikir tercümesi
yapmaya başladılar. Bu dillerle düşündüklerini ifade edemeyince de kelime
uydurmaya kalktılar. Böylece fikir ve kültür hayatımız kısırlaştı. Esasen bir
dilden başka bir dile kelime girmesi de tamamen düşünme ile ilgilidir. Eğer bir
millet kendi dili ile düşünmez, kendi dili ile ilim ve sanat eserleri ortaya
koymazsa, o zaman milletin diline kendisiyle düşündüğü dilin kelimeleri girer.
Bugün dilimizin Batı kaynaklı kelimeler tarafından kuşatılmasının en önemli
sebeplerinden biri, dilimizin aydınlarımız tarafından ihmal edilmiş olması ve
düşünce dünyalarındaki bu değişikliktir. Zira bir dilin fakirliği, zenginliği,
kirliliği, temizliği dilin doğrudan doğruya kendisiyle değil, o dilin taşıyıcısı
ve kullanıcısı olan insanlarla ilgilidir. Eğer bir dil ile bir şey
düşünülmüyor, o dil ile bir şey üretilmiyorsa dilin gelişip zenginleşmesi nasıl
mümkün olabilir? Dil bir imkânlar sahasıdır. O sahada üretim yapmak o dili
kullananların görevidir. Ancak yeni üretimler yaparken de dilin işleyişini ve
estetiğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Dil insandan ayrı bir varlık
alanı değil, onunla birlikte var olan bir varlık alanı olup varlık âlemini
adlandırmak suretiyle yeni şekiller kazanır Yani dil ile varlık âlemi arasında
sıkı bir karşılıklı münasebet vardır. Bu yüzden dil olmadan düşünmenin olması
mümkün değildir. Düşünme ise ancak varlık âleminde karşılığı olan, manası
bulunan kelimelerle gerçekleşir. Bu yüzden yapay olarak türetilen kelimeler
hemen göze çarparlar. Bunlar cümlenin, fikrin yapısında boşluk meydana
getirirler. Yani, varlık âleminde karşılığı olmayan bir kelimenin bir fikir
ifade etmesi mümkün değildir. Bu bakımdan uydurma kelimeler içi boş kalıplar
gibidir. Yeni kelimelerden ancak dilin düşünme ve işleyiş yönünden sindirilen ve
halka mal olan kelimeler dilin gelişmesine yardımcı olurlar. Uydurma olanlar ise
dilin gelişmesine engel olurlar.
Kitle İletişim Araçları ve Türkçe
İçinde yaşadığımız çağda kitle
iletişim araçlarının hemen her alanda olumlu veya olumsuz derin etkilerini
görmekteyiz. Ürettiği her türlü programda ifade ve etkileme vasıtası olarak
kullandığı dil ile de bu araçlar gündemin en başında yer
almaktadırlar.
Dilin esas görevi insanlar
arasındaki bilgi aktarımını gerçekleştirmektir. Bu bakımdan iletişimde dilin
önemi büyüktür. Toplumda bilgi aktarımını gerçekleştirecek en çabuk ve
etkileyici yol ise gerek yazılı, gerekse sözlü iletişim araçlarıdır. Bu bakımdan
iletişim araçlarında konuşulan ve yazılan dilin en doğru ve en güzel surette
kullanılması gerekir. Çünkü bu araçların bilgilendirme, eğlendirme işlevlerinin
yanında eğitme görevleri de vardır. Ana dilin geliştirilmesi, korunması, düzgün
ve doğru olarak kullanılması kitle iletişim araçlarına önemli sorumluluklar
yüklemektedir. Bu gözle bakıldığında ülkemizde yazılı, sözlü, görüntülü kitle
iletişim araçlarında Türkçenin son derece bozuk ve yanlış kullanıldığına şahit
olmaktayız. Bu yanlış kullanılışları a) yazılış, b) söyleyiş, c) anlatım, d)
yabancı kelime kullanımı açılarından olmak üzere bir kaç grupta toplamak
mümkündür:
1) Yazılış (imla) bakımından.
Dilimizin bugün için karşı karşıya bulunduğu sorunların en önemlilerinden biri
de imla sorunudur. Türkçenin henüz herkesçe benimsenip kabullenilmiş bir imla
kılavuzu mevcut değildir. Bunun da sebebi imla kurallarının ve geleneklerinin
tam oturmuş ve yerleşmiş olmamasıdır. Bugün ülkemizde kitap başlıklarından,
gazete manşetlerinden, köşe yazılarından, ilan ve afişlerden, beyannamelerden
resmî yazışmalara kadar hemen her yerde yazım, anlatım ve kullanım kusurlarına
rastlanmaktadır. İmla açısından sıklıkla rastlanan yanlışların belli başlıları
şu noktalarda toplanmaktadır:
a) Uzun ünlülerin yazılışında.
Türkiye Türkçesinde esas itibariyle uzun ünlü bulunmamakla birlikte, dilimizde
yaygın olarak kullanılan Arapça, Farsça kökenli kelimelerde uzun ünlü
bulunmaktadır. Ünlü uzunluklarını göstermek için de dilimizde aksan işareti (^)
kullanılmaktadır. Bugün yazılı basının büyük bir kesiminde ünlü uzunlukları
hemen hemen hiç gösterilmemektedir. Bu durum hem yanlış söyleyişlere hem de
yanlış anlamalara sebep olmaktadır. Halbuki söyleyişi esas alan imlamızda bir
yanlışlığa ve karışıklığa meydan vermemek için, yazılışları aynı söyleyiş ve
anlamları farklı olan kelimelerde ünlü uzunluklarının imlada mutlak surette
gösterilmesi gerekir: hala/hâlâ, adem/âdem, adet/âdet, ama/ âmâ, alem/âlem
vakıf/vâkıf, vb. gibi.
Ayrıca inceltme ve uzatmaların
bir arada bulunduğu agâh, ahkâm, kâfir, kâtip, vb. kelimeler ile, nispet ifade
eden uzun ünlülerin de imlada gösterilmesi şarttır: malî, resmî, millî, ciddî,
ahlakî vb. gibi.
Bunların yanında hece
sonlarındaki "ayın" sesinin düşmesiyle ortaya çıkan ünlü uzunluklarının da
imlada gösterilmesi gerekir: mâbed, âlâ, mâlum, bâzı vb.
b) Birleşik kelimelerin
yazılışında. Birleşik kelimelerin yazılışı açısından da her yayın kuruluşu
kendine özgü bir imla uygulamaktadır. Hatta bir kelime aynı gazetenin farklı
sütunlarında bile değişik biçimlerde yazılmaktadır: pekçok /pek çok, senben
/sen-ben, ötedenberi/öteden beri, birkaç/bir kaç, herhangibir/her hangi bir vb.
Bu da herkesin kendi anlayışı doğrultusunda bir imla uyguladığını
göstermektedir.
3. Söyleyiş bakımından. Türkiye
Türkçesi için ölçünlü (standart) söyleyiş olarak İstanbul konuşması esas
alınmıştır. Ortak dil gerek ses, gerekse şekil ve söz varlığı bakımından geniş
ölçüde bu ağzın özelliklerini yansıtmaktadır. Bu bakımdan bütün okullarda, dil
öğretiminde İstanbul Türkçesinin özellikleri okutulmakta, radyo ve
televizyonlarda bu ağzın telaffuzu kullanılmaktadır. Bununla birlikte ölçünlü
Türkçenin yanında Anadolu ağızları da yaşamaktadır. Standart dilden bazı
farklarla ayrılan bu ağızların da dil tarihimiz açısından önemi büyüktür. Ne var
ki bir zamanlar okul görevini yerine getiren İstanbul Türkçesi, bugün
İstanbul'da sadece eski İstanbulluların ağzında yaşamaktadır. Bunun yerine
İstanbul'un hemen her semtinde Anadolu ağızlarının konuşulduğu görülmektedir.
Buna da sebep, küçük yerleşim merkezlerinden büyük şehirlere yapılan göçlerdir.
Göç eden insanlar gittikleri yerlere örf ve âdetleriyle birlikte mahallî
ağızlarını da taşımaktadırlar. Böylece standart dil, şehirleşmeye paralel olarak
hızla değişmektedir. Konuşulan dilde, standart dilin özellikleri gittikçe
kaybolurken, onun yerine geniş kitlede yaygın olan Anadolu ağızlarının söyleyiş
şekilleri yaygınlaşmaktadır.
Bu tür söyleyiş bozukluklarının
başında Arapça, Farsça kökenli bazı kelimelerdeki uzun ünlülerin kısa, kısa
ünlülerin ise uzun söylenmesi gelmektedir:
Uzun telaffuz edilenler: Mesela
ilk hecesi kısa söylenmesi gereken ayar kelimesi âyar ( /a:yar/) biçiminde, aynı
şekilde ilk hecesi kısa söylenmesi gereken makam kelimesi mâkam (/ma:kam/)
şeklinde telaffuz edilmektedir. Bunlar gibi Arapça tarikat> târikat
(ta:rikat/), hakem> hâkem (/ha:kem/), dahi> dâhî (/da:hi:/), şaki> şâkî
(/şa:ki:/), rakip> râkip (/ra:kip/), zafer > zâfer (/za:fer/, farîza>
fâriza (/fa:riza/), kabîle> kâbile (/ka:bile/), resm-i geçit> resmî geçit
gibi pek çok kelime ve tamlama yanlış söylenmektedir.
Bazı Batı kökenli kelimelerde
de bu tür uzatmalara rastlanmaktadır: tişört>tîşört, lider>lîder
gibi.
Kısa telaffuz edilenler: Uzun
söylenmesi gereken bazı kelimeler de kısa söylenmektedir vâde > vade, kânun
> kanun, âşık> aşık, pâre > pare, âlim> alim, âlem> alem
gibi.
Bunun yanında yine ödünç
kelimelerde bulunan ön, iç ve son ses durumunda daima ince söylenen /l/, mahallî
söyleyişlerin etkisiyle gittikçe kalın söylenir olmuştur: lâf>laf,
lâkırdı>lakırdı, cemal, kemal, hal (halın keyfin nasıl) gibi.
Bütün bu örnekler ağızların
etkisinin kitle iletişim araçlarında gittikçe yaygınlaşmakta olduğunu
göstermektedir. Bu yaygınlık sadece söyleyiş açısından değil, kelime kadrosu
bakımından da kendini hissettirmekte, özellikle hitap sözlerinde bu durum daha
belirgin olarak görülmektedir: yenge, abla, dayı, koçum, aslanım vb.
4. Argo ve küfür sözleri
bakımından. Televizyon ve radyo programlarında, özellikle eğlence ağırlıklı
programlar ile bir kısım filmlerde ağza alınamayacak kadar bayağı ve mübtezel
ifadelere yer verilmekte, argo ve küfür sözleri sıkça kullanılmaktadır. Yazılı
basında da bu tür kullanışlara rastlanmaktadır: herifçioğlu, eşşeoğlu eşşek,
caart, oyarım, manyak vb.
Eğlence programlarında ve
filmlerde, başlangıçta dili bu şekilde kullanmayı bir espri ve şaka unsuru
olarak değerlendirenler, bu bayağı ifadeleri bütün toplumun kulağına
doldurdular. Herkese "İnek Şaban" ve "Salako" kültürünü yerleştirdiler. Ayırca
pop müziği parçalarında kullanılan dil de yoğun olarak argo yüklüdür. Bu
kelimelerin her gün sabahtan akşama kadar kitle iletişim araçlarında
kullanılması, bunların ortak dile girmesini kolaylaştırmaktadır. Bu kelimelerle
yetişen gençler temiz, özenli, estetik değere sahip cümleler kuramadıkları
gibi, sloganlaşmış üç beş argo kelimenin ötesinde bir kelime dağarcığına da
sahip olamamaktadırlar. Bugün gençlerimizin konuşmalarına kulak veriniz "acayip,
uh, oho, yemezler, yuhuu, yani, şey, hadi lan" gibi kelimelerin dışında zengin
bir kelime kadrosuna sahip bulunmadıklarını görürsünüz.
Ayrıca tecrübesiz sunucuların,
kelimeleri yanlış tonlama ve vurguyla, bozuk bir diksiyonla telaffuz etmeleri
de, bu bozuk dilin gençler arasında yaygınlaşmasını adeta teşvik etmektedir.
Gençler de özentiyle onlar gibi konuşmaya başlamaktadır.
5. Yabancı kelime kullanımı
bakımından. Kitle iletişim araçlarında, Türkçenin kullanılışında görülen önemli
bir sorun da Batı kaynaklı kelimelerin dilimizi kuşatmasıdır. Dil inkılabı ile
başlatılan dili sadeleştirme çalışmaları sırasında dilimizde yerleşmiş bulunan
Arapça, Farsça pek çok kelime dilimizden atılarak yerlerine yeni karşılıklar
teklif edilirken, aynı duyarlılık Batı dillerinden girmiş olan kelimelere karşı
gösterilmemiştir. Arapça, Farsça kelimeler birer suçlu gibi değerlendirilmiş,
buna karşılık Batı dillerinden gelen kelimelerin dilimizi kuşatmasına kasıtlı
olarak göz yumulmuştur. Günümüzde de, her gün Batı kökenli yüzlerce kelime
dilimize girmektedir. Bunun çeşitli sebepleri vardır:
a) İhtiyaç. Teknoloji
alanındaki gelişmeler, hayatın bütün alanlarında köklü yeniliklere yol
açmaktadır. Teknik sahadaki bu hızlı gelişme karşısında, dilimizin bu terimlere
karşılık bulma hızı çok yavaş kalmaktadır. Böylece yabancı nesne ile birlikte
kelime de dilimize girmekte ve bir ihtiyacın karşılığı olarak
kullanılmaktadır:
ankesörlü, video, kamera,
televizyon, volkmen, kompütür, disket, hard disk, dinamo, faks, flaş, kompakt
disk, no-frost, şilt vb.
b) Özenti. Pek çok kuruluş,
özellikle ticarî amaçla yabancı isim kullanmaktadır.
Bunların başında radyo ve
televizyon kanallarının adları gelmektedir: Cine-5,Show TV, Star, Flash TV,
Mesaj TV, Number One FM, Süper FM, Class FM, Radyo Blue vb. gibi.
Dergi adları: Vizyon, Aktüel,
Hey Girl, Antrakt, Cosmopolitian. Pet Show, Autoshow, Auto Katolog, İntermedia,
Ekonomi, FOCUS. Tempo. Aksiyon, Paramatik vb.
İş yeri, dükkan, mağaza
isimleri: Coııtinena,l Karosel, Capitol, Sabancı Center, Export Shop, Cafe Bar,
String Bar, Capella Music Shop, Prestige, Pyramid, Food Bank vs.
c) Yenilik arzusu. Eski
çağrışmalar yerine, bir tazelik ve yenilik arzusu da bu kelimelerin
kullanılışını yaygınlaştırmaktadır. Mesela dükkân yerine "butik", mezeci yerine
"şarküteri", bakkal yerine “ market”, merkez yerine "center", gösteri yerine
"show" gibi pek çok kelime ülkemizin en uzak ve küçük yerleşim merkezlerinde
bile yaygın olarak kullanılmaktadır.
ç) Bilgisizlik ve üşengeçlik.
Dilimizde kullanılan yabancı kelimelerin pek çoğuna Türkçe karşılık bulmak
mümkünken, insanlarımız her nedense böyle bir gayretin içine girmemekte, bunlara
Türkçe karşılık aramayı gereksiz bir gayret saymaktadır. Hatta bulunmuş
karşılıkları dahi kullanmamaktadır.
d) Gösteriş merakı. Orijinal
görünmek veya dikkat çekmek için konuşma ve yazılarda, gerekli gereksiz yabancı
kelimeler kullanılmaktadır. Bunların, bir ihtiyaç olarak değil, sırf özenti ve
gösteriş olarak kullanılmaları, yaygınlaşmalarına sebep olmaktadır. Ayrıca
televizyon programlarında ve reklamlarda yabancı kelimelerin etkiyi arttırıcı,
üstünlüğü vurgulayıcı ve kaliteli olmanın markası gibi takdim edilmesi de
yabancı kelime kullanımını özendirmektedir: mite buster, data bank, fried
chicken, hamburger, mega kupon, ultra prima, super manket vs.
e)Yabancı dilde öğretimin
yaygınlaşmış olması. Yabancı dille öğretim birçok eğitim terimlerinin dile
girmesine sebep olduğu gibi, Türkçeleri mevcut olan bazı terimlerin de yabancı
karşılıklarıyla öğrenilmesine yol açmaktadır. Durum böyle olmasına rağmen bazı
orta öğretim kurumlarında ve birçok üniversitede yabancı dille öğretim
yapılması hem öğrencilerin, hem de dilimizin zararına olmaktadır. Orta öğretimde
fizik, kimya, matematik gibi fen konularını yabancı dille öğrenen öğrenci
üniversite sınavlarında bunların Türkçeleriyle karşılaşınca zorlanmaktadır.
Böylece öğrenci hem kendi dilinin terim varlığından habersiz olmakta, hem de
ana dili şuurundan uzak kalmaktadır.
f) Ana dile ilgisizlik. Yabancı
kelimelerin yaygınlaşmasının bir başka sebebi de ana dile karşı ilgisiz kalma,
buna karşı yabancı dillere karşılık körü körüne bir hayranlık
duymadır.
Her dil, münasebette bulunduğu
başka dillerden sınırlı olarak ödünç kelimeler alabilir. Bu kelimelerin sayısı
belli bir oranı geçmediği sürece, o dilin tabii seyri veya bünyesi bozulmuş
sayılmaz. Ayrıca bu kelimelerin dilin ifade gücünü arttırmada önemli katkıları
da olabilir. Bu unsurlar dilde rahat düşünebilme ve ifade edebilme imkânını
ortaya koyabildikleri ölçüde faydalıdırlar. Ancak dilimizi yabancı tesirlere
karşı da gelişi güzel terk etmemeliyiz. Dilimizin gelişmesini engelleyecek,
tutarlılığını bozacak dış tesirlere karşı onu korumak
mecburiyetindeyiz.
Alınması Gereken Önlemler
Başta kitle iletişim
araçlarında olmak üzere, Türkçenin kullanım açısından bir kirlenmeye ve
bozulmaya maruz kaldığı görülmektedir. Her geçen gün daha da artan bu kirliliği
ve bozulmayı önlemek için bir dil inzibatına ihtiyaç vardır. Bu konuda toplumda
herkese görev düşmektedir. İhtiyaç duyulan bu dil inzibatını gerçekleştirmek
için:
1. Ana dili öğretimine gereken
önem verilmelidir. İlk okuldan başlayıp, üniversite de dahil olmak üzere, 15
yıllık bir eğitim sonrasında bile insanlarımız ana dillerini hakkıyla konuşup
yazamıyor ve onu gerektiği şekilde kullanamıyorsa, onun öğretiminde bir
eksiklik var demektir. Radyolarda, televizyonlarda konuşan, spikerlik yapan
gençlerimize Türkçeyi düzgün kullanamıyorlar diye kızıyor ve onlardan şikâyetçi
oluyoruz. Acaba bunlar ana dillerini yeteri kadar tanıyıp biliyorlar mı? Onlara
bunu sormuyoruz. İnsanlarımızı önce her bakımdan dejenere edip sonra da bunlar
niçin böyle yapıyorlar diye yargılamaya hakkımız yoktur. Öncelikle
insanlarımızı bilgilendirmek ve ana dili şuuruna sahip kılmak mecburiyetindeyiz.
Esasen dilde meydana gelen bu çözülüş, toplumun diğer kültür değerlerinde
meydana gelen top yekün çözülmenin dile yansımış şeklinden ibaret olup, bir
zihniyet değişikliğinin ifadesidir. Bunun önüne geçip gençlerimizi, millî kültür
ve ana dili şuuruna sahip gençler olarak yetiştirmediğimiz sürece de bundan
kurtulmamız mümkün değildir. Bunun için:
a) Öğretmenlerin iyi bir
biçimde yetişmelerine özen gösterilmelidir. Ayrıca öğretmenlik mesleğini
toplumda saygın bir konuma yükselterek, öğretmenleri geçim sıkıntısından
kurtarıp, kendilerini sürekli yenileyip geliştirebilecekleri bir duruma getirmek
gerekmektedir.
b) Okullarımızda iyi bir dil
bilgisi öğretiminin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Dilin işleyiş kurallarını
ihtiva eden dil bilgisi, ana dili öğretiminde çok geniş bir faaliyet alanının
kapsamaktadır. Bu bakımdan üniversiteye gelinceye kadar daha ilk ve orta
öğretim seviyesinde sistemli bir dil bilgisi öğretiminin gerçekleştirilmesi ,
dilin ses, düşünme ve işleyiş düzeninin iyice kavratılması gerekmektedir.
Bunun için dil bilgisi programları ilk ve orta öğretim seviyelerine
ayarlanmış biçimiyle metinlere dayalı olarak uygulanmalı ve zaman zaman tekrar
edilmelidir. Bu tür uygulamaların öğrencilerin dil yeteneği kazanmalarında
iyi sonuçlar vereceği muhakkaktır.
c) Öğrencilere okuma
alışkanlığı kazandırılarak çok kitap okumaları sağlanmalıdır. Bir dili doğru,
güzel ve yetkin bir şekilde kullanabilmek için o dille meydana getirilmiş
düzgün ve doyurucu örneklerin duyarak ve okuyarak iyice özümsenmesi gerekir.
Bunun için bol miktarda metin incelemesi yapılmalıdır. Bu tür incelemelerde
öğrenci, telaffuzunu düzeltme, okuduklarını anlama, karşılaştığı yeni
kelimeleri öğrenerek de kelime dağarcığını zenginleştirme imkânını elde eder.
Dil başlı başına bir milletin kültür servetini meydana getirdiği için de bu
metinler aracılığı ile o dilin sahip olduğu kültür değerlerini tanır.
ç) Yabancı dille öğretimden
vazgeçilmelidir. Bunun yerine ana dilini iyi öğretip, yabancı dil öğretimine
ağırlık verilmelidir.
2. Araştırma, teklif, denetim
ve yaptırım gücüne sahip bir müessesenin otorite olarak kabul edilmesi gerekir.
Dilimizdeki bu sağlıksız gidişin sebeplerinden biri de, bu konuda son sözü
söyleyecek yetkili bir otoritenin bulunmayışıdır. Bu bozukluk, gücü devlet ve
milletçe kabul edilmiş bir merci olmadan düzene sokulamaz. Türk Dil Kurumu bu
görevi yerine getirebilir. Bunun için Kurumun bugünkü yapısını ilmî bir
teşekkül hâline getirmek gerekmektedir.
3. Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu'na eş televizyon ve radyo programlarını dil ve anlatım yönünden
denetleyecek bir kurulun kurulması ve radyo ve televizyon yayınlarında
kullanılacak Türkçenin sınırlarının belirlenmesi gerekir.
4. Radyo ve televizyonlarda
(özel ve resmî hepsinde) spiker, sunucu, program yapımcısı vb. olarak görev
yapacak kimselerin mutlaka bir dil eğitimine tabi tutulması ve kendilerine bu
görevi yapabileceklerine dair bir belgenin verilmesi gerekir. Elinde belgesi
olmayanlara bu gibi görevler verilmemelidir.
Piyasada, çok sınırlı bir
kitleye hitap eden özel bazı dil ve diksiyon kursları varsa da, bunlar az
sayıda kişiye hitap etmekte olup yeterli değildir. Bunların yerine, toplumun
bütününe hitap etme imkanı olan TRT'nin Milli Eğitim Bakanlığı ve Dil Kurumu ile
iş birliğine giderek bu konuya eğilmesi şarttır. En basit işler için bile
"eğitim kursu", "çıraklık eğitimi" gibi kurslar açan devlet, hayatî önemi olan
bu iş için herhangi bir eğitici program dahi düzenlememektedir. Son zamanlarda
eline mikrofon alan herkes, spiker olarak, sunucu olarak televizyonlarda boy
göstermektedir. Öyle zannediyorum ki, bu kişilerin pek çoğu herhangi bir alanda
düzenli bir eğitim bile görmemişlerdir.
5. Türkçeyi özendirici yollara
baş vurulmalıdır. İçinde bulunduğumuz şartlarda, dilin güzel kullanılması
konusunda zorlayıcı usuller kullanmak belki mümkün olmayabilir. Bunun için
Türkçe kullanımına itina gösteren kişi ve kuruluşlar maddi ve manevi bakımdan
taltif edilmeli; Türkçe kullanımında yanlışlık yapanlar ise birtakım haklardan
mahrum bırakılmalıdır.
Başta Millî Eğitim Bakanlığı
olmak üzere resmî ve özel bütün kuruluşlar işe alma, göreve atama ve terfilerde,
çalışanlar için eğer bir Türkçe sınavı uygulasalar, Türkçeye olan ilgi artar ve
dili güzel kullanma meselesi de kendiliğinden çözülür.
Eğer bugün yabancı dillere
karşı gösterilen ilgi ve teşvikin yarısı bile kendi dilimize karşı gösterilmiş
olsa, Türkçenin halledilmemiş hiçbir meselesi kalmaz. Maalesef Türkçe yabancı
diller karşısında daima arka sıraya itilmekte ve üvey dil muamelesi
görmektedir.
Sonuç
Bugün dilimizin bozulduğu ve
kirlendiği yolundaki kanaatler, dilimizin tam olarak bilinmemesinden ileri
gelmektedir. Bu durum, dili kullanan kişinin dil anlayışı, kültür ve bilgi
seviyesi ile ilgilidir. Dilimizin doğru ve güzel kullanılmasını istiyorsak,
insanlarımıza bunun yollarını öğretmemiz gerekir. Bu yol da iyi bir dil
eğitimidir. İnsanlarımızda görülen bu dil bozukluğunun sebebi, kültürsüzlük ve
bilgisizliktir. Dil kültürle birlikte gelişir ve canlanır. Çünkü dil, insandan
ayrı olarak bulunan bir varlık alanı değil, insan kültürünü meydana getiren ve
onu taşıyan bir araştır. Dolayısıyla ilim, felsefe, sanat hepsi dilde saklıdır.
Dilin taşıyıcısı ve kullanıcısı olan insan eğer konuştuğu dilde var olan kültür
değerlerine sahip bulunmuyorsa, anlatım bakımından da zengin ve üstün bir dil
kullanamaz. Yani dilimizin geçmişten bugüne sahip olduğu üstün ve zengin kültür
değerlerini insanlarımıza veremiyorsak onların Türkçeyi güzel kullanmalarını
sağlayamayız
Kısaca, toplumdaki herkesin
millî değerlerimize sahip çıkacak bir dil şuuruna sahip olmadığı, yabancı
dillere karşı körü körüne duyulan bu hayranlık ortadan kalkmadığı ve bu
bayağılık iflas etmediği sürece, sağlıksız gidişten kurtulmamız mümkün
değildir.
Prof.
Dr. Mustafa ÖZKAN İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü Başkan
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|