|
Eleştirinin Yollarında / Prof. Dr. Ahmet İnam
Yetmişli yılların başında bıraktığım edebiyat
eleştirisi çalışmalarının ardından, ara ara giriştiğim şair ve şiir
değerlendirmelerini saymazsak, edebiyat eleştirisi üzerine otuz yıl sonra
yazdığım ilk yazı bu. Bir ayrımla başlayacağım. Edebiyat eleştirisinin,
edebiyat üstüne yapılmış çalışmalar içerdiği için, edebiyat dışında kalan bir
boyutu vardır. Bu açıdan bakıldığında edebiyat eleştirisini: 1. Bir edebiyat
türü olarak edebiyat eleştirisi 2. Edebiyat etkinliğine, ürünlerine,
yazarlara, okurlara yöneltilmiş yorumsal, filolojik, felsefî, bilimsel
çalışmalardan oluşan edebiyat eleştirisi olarak ikiye ayırıyorum. Elbette bu
iki tür eleştirinin kesiştiği ortak alanlar da olabilir.Bu yazıda daha çok bir
edebiyat türü olarak edebiyat eleştirisi üstünde duracağım. Öyle bir eleştiri
olacak ki bu, edebiyat olacak. Şiir gibi, öykü gibi, deneme gibi olacak. Tür
olarak daha çok denemeye yakın olacak. Konusu edebiyat ürünleri, edebiyatçılar,
edebiyat etkinlikleri ve onların yorumlanıp değerlendirilmeleri olan bir deneme
olacak. Bir şiiri ve onun edebî eleştirisini yan yana okuyabileceğim, bir
eleştiriden alacağım tat, bir edebiyat tadı olacak. Elbette çözümlemeler,
mantıksal, dilsel, felsefi yapı taşıyan özellikler içerir. Bu özellikler edebî
bir atmosferde yoğunlaşarak, edebî tat taşıyan eleştiri, edebiyat tadında olan
eleştiri ortaya çıkacak. Bu tür eleştiriye edeştiri demeyi öneriyorum.
Edebiyatın olan, edebî, edebiyatlanmış eleştirinin “l”sine, edebiyatın “d”sini
yerleştirerek oluşturduğum bu sözcük, edebiyatla eleştiri arasındaki karşılıklı
“etme”leri, “edebilmeleri” de yansıtıyor olabilir. Eleştiri gibi zaman zaman
“nesnel”, “bilimsel” olması gerekliliği ileri sürülen bir çalışma alanının edebî
bir yapı taşıması, bu alandaki çalışmaların “ciddiliğini”, anlamını, kültür
yaşamı için önemini zedelemez. Edeştiri, “boş”, “cilâlı” duygusal ağırlığı
sözlerle yapılan; ayırd eden, çözümleyen, irdeleyen, didikleyen özelliklerden
yoksun bir çalışma değildir. “Edebiyat yapmayı”, içi boş, süslü sözlerle
gerçekleştirilen, insanları duygusal açıdan sömürmeye yönelik bir çaba sananlar
yanılıyorlar.Edebiyat, “akla”, düşünmeye, akıl yürütmeye, sorgulamaya,
araştırmaya ters düşen bir etkinlik değildir. Edebiyat, edebiyatla düşünür;
edebiyattan, edebiyatça düşünür, çözümler, irdeler, değerlendirir edeştiride.
Edeştiride, belli bir kuramın biçimsel kuruluğu görülmez.Bir siyasal, sosyal
bilimsel, dilbilimsel, mantıksal, matematiksel kuramın edebiyat yapıtına tepeden
uygulamaya çalışıldığı çabalar edeştiri olamaz. Edeştiride, edeştirmen
edebiyatçıdır. Her edebiyat yapıtı bir anlamda şiirsel özellikler taşıdığından
(Bkz. “Ebedîyatını Yitirmiş Edebiyat” adlı yazım, Doğu-Batı, sayı:22, 2003, s.
21-36) edeştiri, yapıtın kendine özgü yapısını ortaya çıkarıp göstermek yerine,
alışılagelen basmakalıp şekillerle, formüllerle, onu önceden kurgulanmış
değerler,değerlendirmeler düzeneğinde bir yerlere yerleştirme değildir. Yapıtı
önceden verilmiş kuramlara uydurarak görmenin adı edeştiri olamaz. Böyle bir
yaklaşım, yukarıda sözünü ettiğim anlamıyla şiirsizliktir: Dar düşünce
kalıplarına takılarak, yapıtın kendi farklılığını ortaya koymasına, ona tepeden
kuramlar, ölçütler giydirerek izin vermemektedir. Edebiyata saygısızlıktır.
Şiir, çünkü, olağan dilin ötesine dilin olanaklarıyla çıkarak başarılabilir.
Edebiyat elbette boş söz değildir. Her “dolu” sanılan söz de edebiyat değildir.
Sözün şiirlediği, şiir olarak ortaya çıktığı bir alandır edebiyat. Ölçülü,
uyaklı dizeler anlamında, bir edebiyat türü olarak şiiri kastetmiyorum burada.
Şiir, duyuş, düşünüş, kavrayışa dille açılan ufku gösterir. Eleştiride şiirin
olması, ele aldığı yapıtın değerini, özelliklerini gösterecek biçimde, yapıtın
etkisiyle eleştiri dilinin dönüşümler gösterebilmesi demektir. Yanlış
anlaşılmaları önlemek için açıklama gerekir, bu noktada. Bir soruyla
başlayayım:“Şiir eleştirisi şiirle, öykü eleştirisi öyküyle, deneme eleştirisi
denemeyle mi yapılacak?” Şiir eleştirisi, örneğin, şiir üstüne, şiiri anlayıp,
çözümlemeye, yorumlamaya, değerlendirmeye çalışan bir etkinliktir. Şiir
eleştirisi şimdiye dek büyük çoğunlukla, düz yazıyla, belli düşünme, kavrama
alışkanlıklarıyla yürütülmüştür. Bu eleştirilerin çok azının edebî bir değeri
vardır. Elbette edebiyat üstüne yazılanlar, edebiyatla ilgilidir, edebiyat
alanındadır ama edebiyat değildir. Şiir üstüne yazılan eleştirinin edebî olması
da gerekmez.Ama, edeştiriden söz ediyorsak, edeştirinin başarabildiğinde, şiir
olabileceğini söyleyebiliriz. Deneme edeştirisi, deneme; öykü edeştirisi öykü
olabilir. Edeştiri, basma kalıp eleştirinin karşısına konulan bir eleştiri
türüdür. (Örneğin, Tanpınar’ın Cemal Süreya’nın kimi yazılarının,
eleştirilerinin edeştiri olduğunu söyleyebiliriz!) Bu ikili ayrımın dışında
kalan, basma kalıp, çalakalem eleştiri taslaklarında görünen eksik ve özürlerden
bir bölüğünü dile getirerek, eleştiri yolundaki engellerden bazılarını
sergilemiş olacağım. a)Eleştiri olarak ortaya konan ürünlerin kimileri
yalnızca değerlendirmeye (iyi, kötü; güzel, çirkin; değerli, değersiz gibi…)
yöneliktir. Oysa o değerlendirmenin dayanakları verilmediğinde, değerlendirmeyle
oluşturulmaya çalışılan edebî canlılık sağlanamaz. b)Edebiyat yapıtının
özelliklerini betimlemeye yönelik, betimlemenin ötesine geçmeyen eleştiriler.
(Yapıtın kurgusu, sözcüklerin sayısı, yapısı gibi yapıtın “emripik”
özelliklerinin betimlenmesi…) c)Yapıtın yalnızca belli bir tarihsel dönem ya
da akın içinde ele alınarak eleştirisi. d)Yapıtın tanıtımı, propagandası
açısından yapılan eleştiriler. Kısaca, bütünlük kaygısı gütmeyen
eleştirilerin edebiyatı canlandırmada güdük kaldığını söyleyebilirim. Eleştiri
birbiriyle içten bağları olan beş boyutlu bir çalışmadır. Bir eleştiri yazısında
bu beş boyutun beşinin de bulunması gerekmezse de eleştirmen, bu beş boyutun
beşiyle de hesaplaşması, bu boyutlarla ilişkisini geliştirmek zorunda olan
biridir. Bu boyutlara geçmeden, edeştiri edeştirmen ya da edeştirici hakkında
birkaç not düşelim. Edeştirmen, bir eleştirmendir. Dolayısıyla, beş boyutun
beşiyle de ilgilidir. Bütünlük kaygısı taşır. Üstelik, edeştirmen, bir
edebiyatçıdır, edebî değeri olan bir yapıt ortaya koymak zorundadır.Edeştirmen
de bir “yaratı” ürünü vermek zorundadır. Edeştirmenin hem eleştirme hem
“yaratma” kaygısı olduğu için, ona, biraz şakayla, “çifte kaygılı” edebiyatçı
diyebiliriz. 1. Eleştirmenin ele aldığı edebiyat yapıtlarını,
etkinliklerini, edebiyatçıları değerlendirirken dayandığı bir yaşam görüşü
olmalıdır. Dünyaya bakış biçimi, insan anlayışı olmalıdır. Sıradan anlamıyla,
“herkesin zaten böyle bir görüşü vardır”, diyebiliriz. Eleştirmenin saygınlığı,
etkinliği bu yaşam görüşünün, işlenmişliği ile, derinleştirilmiş olmasıyla
ortaya çıkar. Kitaplardan, çeşitli okumalardan, okuldan edinilmiş bilgilerinin
yanı sıra, eleştirmenin yaşamdan devşirebildiği bilgileri, onun kişiliğinde
birleşerek, eleştirel donanımını oluşturur. Okur ya da yazar olarak eleştirmenin
yaşam görüşü benden çok farklı olabilir; üstelik, o, rahatsızlık duyduğum, belki
de düşman bulduğum bir bakışın insanı olabilir. Eleştirmen olarak ona saygım,
görüşüyle geliştirdiği insan anlayışının evrenselliğinden, derinliğinden,
inceliğinden, kapsayıcılığından kaynaklanır. 2. Eleştirel bakışın ikinci
boyutu, edebiyat görüşü boyutudur. Eleştirmenin, eleştirel saygınlığının ikinci
ayağıdır bu:Edebiyata bakışını olgunlaştırmamış, işlememiş, dokumamış, bu
bakışının temellerini oluşturmak için yorulmamış, çalışmamış, çile çekmemiş
eleştirmene saygı duyamam. “Nokta-i nazârının” beslendiği insan anlayışını,
yaşam birikimini, edebiyatı kavrayışının ufuklarını görebildiğimde, bu boyutuyla
eleştirmen benim için saygın bir eleştirmen olur. Tıpkı yaşam görüşünde olduğu
gibi, edebiyat görüşü, okur ya da yazar olarak benim görüşüme uymayabilir. Yine
de, onun edebiyat kavrayışına duyduğum saygı, görüşünün işlenmişliğine,
derinliğine, genişliğinedir. Bu saygım, kendi görüşümü tanıyıp, geliştirmeme yol
açabilir. 3. Üçüncü boyut, çözümleme boyutudur. Çözümleme yalnızca
mantıksal, dilsel yaklaşımlarla yürütülebilecek, belli kalıpların
uygulanmasıyla, ortaya çıkan bir etkinlik değildir. Yaşam görüşümüzün, edebiyat
anlayışımızın açtığı ufuk içinde geliştirilebilir çözümleme. Belli dilsel,
dilbilimsel kuramlar, çözümlemeye yardımcı olabilirse de, kuramla sıkışmış,
sıkıştırılmış, tutsak alınmış bir uygulama çabası olmamalı, çözümleme.
Çözümleme, yapıtın belli bir açıdan yapısını, öğelerini ortaya çıkarmak,
yapıtı oluşturan öğelerin aralarındaki bağlantıları sergilemekle gerçekleşir.
4. Dördüncü boyut, ilk üç boyut üzerine kurulur. Eleştirmenin belli bir
yaşam ve edebiyat anlayışı içinde geliştirdiği çözümlemelerin yorumlanması,
zengin bir sezgi ve donanım birikimiyle gerçekleştirilmelidir. Yorum,
çözümlemeden daha zengin, daha özgün, daha kapsamlıdır. Yorum, eleştirmenin
yaratıcı gücünün sınandığı bir yerdir. Yorumla, yapıtın, varsa kendine özgü
yeri; edebiyatın, edebiyat türünün içinde taşıdığı önem ortaya çıkar. Bunun
tersine, yorum, çözümlemenin ardından yapıttaki olumsuzlukları da dile
getirebilir. 5. Değerlendirme, eleştirinin doruğunu oluşturur. Eleştirinin
bu boyutunda, eleştirmen, yapıtın, edebiyatçının “değeri” üstüne görüşler
getirir. Çözümlemeyle yetinilmiş eleştiri çalışmalarında, değerlendirme
tehlikesini göze almayan bir eleştirmenle karşı karşıyayızdır. Değerlendirme,
eleştirmenin beğeni düzeyini, edebî değerleri sezip keşfedebilme yetisini
gösterir. Edeştirmen açısından da, değer bulma, değer görme, değer keşfetme onun
yaratıcılığının temel taşlarından en önemlisini oluşturur. Beşli boyutun
bütünlüğü içinde ürünler verip, değerlendirmeler yapabilen eleştirmen ya da
edeştirmenin edebiyatın canlanmasında etkisi büyük olacaktır. İşte edeştiri,
eleştiri bütünlüğe sahip eleştirmenin bir edebiyat ürünü olarak ortaya koyduğu
eleştiridir. Başarıldığında, sanırım, düz eleştiriden daha öğretici, daha
zengin, daha ufuk açıcı olacaktır.
Prof. Dr.
Ahmet İnam
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|