Batı Edebiyatı Etkisindeki Türk Edebiyatı
BATI EDEBİYATI VE BATI EDEBİYATINDAKİ SANAT AKIMLARI
ESKİ YUNAN VE LATİN EDEBİYATI:
Batı edebiaytının kaynağı Eski Yunan ve Latin
edebiyatlarıdır. M.Ö.9. yüzyıldan M.Ö. 2. yüzyıla kadar süren Eski Yunan
edebiyatının ana kaynağı da Homeros’un İlyada ve Odise destanlarıdır.
Eski Yunan edebiyatı didaktik türde HESİODOS; lirik
türde SAPHO, PİNDAROS; fabl türünde AİSOPOS gibi şairleri yetiştirdikten sonra
M.Ö.5. yüzyılda “altın çağı”nı yaşamıştır. Bu devrin önemli sanatçıları
şunlardır:
Tragedya da: AİSKHYLOS (Agamemnon), SOPHOKLES (Kral
Oidipus, Elektra),
EURİPİDES (Andromak, Elektra)
Komedyada: ARİSTOPHANES, MENANDROS
Hitabet alanında: DEMOSTHENES
Felsefe alanında: SOKRATES, EFLATUN, ARİSTOTELES
Tarih alanında: HERODOTOS
M.Ö. 2.yüzyıldan sonra Eski Yunan edebiyatı yerini
Latin edebiyatına bırakır. Latin edebiyatı Eski Yunan kültür ve sanatının
etkisinde gelişen bir edebiyattır. Bu dönemin önemli sanatçıları şunlardır:
Tragedyada: ENNİUS
Komedyada: PLAUTUS, TERENTİUS
Şiirde: HORATİUS (Lirik şair), OVİDİUS (Lirik şair),
VERGİLİUS (Destan şairi)
Hitabet alanında: ÇİÇERO (Nutuklar)
Felsefe alanında: SENECA
Tarih alanında: TACİTES
Eski Yunan ve Latin edebiyatlarının mitoloji ile
süslenmiş ürünlerinde doğa güzellikleriylbirlikte “gerçek insanı” buluruz. Bu
ürünlerde insanların sevgileri, acıları, yiğitlikleri, kinleri.....yer alır. Bu
sevgiler, yiğitlikler, kinler ve acılar da “yazgılarında” dönüp dolaşarak
“İNSANCILIK” (Hümanizm) ve “ERDEMLİ OLMA” düşüncesinde birleşirler.
5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasından
sonra, Avrupa’da, 11.yüzyıla kadar sanat ve kültür alanında “öbür dünya”
düşüncesinin egemen olduğu ölü bir dönem başlamıştır.
11.yüzyıldan sonra kilise ve din görüşünü her şeyin
üstünde tutan , kişinin yaşam ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan, edebiyatta ve
sanatta “öbür dünya” düşüncesini egemen kılan “ORTA ÇAĞ” başlar. Bu çağda
görülen doğa ve dinle ilgili yiğitlik öyküleri, halk ozanlarının aşk ve
yiğitlik konularında söyledikleri “BALATLAR” ve ulusal destanlar dönemin
başlıca edebiyat verimleri arasındadır. Orta çağın büyük ozanı Rönesans’ın da
hazırlayıcılarından olan ve “İlahi Komedya” adlı eseriyle tanınan DANTE’dir.
Batı edebiyatında yenileşme, bilim ve sanatta
“YENİDEN DOĞUŞ” anlamına gelen “RÖNESANS”la başlar (14.yüzyılın sonu, 15. ve
16. yüzyıllar).
Rönesans’la halk ve devlet ilişkileri yeniden
düzenlenmiş, kralların ve derebeylerin dine dayalı sınırsız güçleri kırılmış,
kişinin insance ve özgür yaşama isteği gerçekleşme yoluna girmiştir. Böylece
uluslar edebiyatla, bu gerçeklere dayanan “insanca” düşünceleri yayarak, kilise
dili olan Latince’nin yerine kendi ulusal dilleri ile güçlü yapıtlar ortaya
koymaya başlamışlardır. Bu dönemin ünlü sanatçıları şunlardır:
Şiirde: RONSARD
Romanda: RABELAİS, CERVANTES (Don Kişot)
Deneme alanında: MONTAIGNE, BACON
Tiyatro alanında: SHAKESPEARE [Hamlet, Macbeth,
Othello, Kral Lear, Romeo ve Juliet (Dramları), Venedik Taciri, Hırçın Kız,
Yanlışlıklar Komedyası.......(Komedileri)]
Rönesans, 17.yüzyılın ortalarına doğru “Klasisizm”
akımının doğmasına yol açmış, böylece Batı Edebiyatı birbirine tepki olarak
ortaya çıkan akımların etkisinde 20. yüzyıla kadar gelişimini sürdürmüştür.
BATI EDEBİYATINDA AKIMLAR
KLASİSİZM
17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir akımdır.
BOILEAU bu akımın kurucusu olarak kabul edilir. Klasikler Eski Yunan ve Latin
edebiyatını bilgi ve esin kaynağı olarak benimsemişlerdir. Temel olarak şu
ilkelere dayanır:
Sanat, “insan tabiatına” önem vermeli ona sevgi ve
saygı duymalıdır. Klasik bir eser “akıl” ve “sağduyu”ya dayanmalıdır. Eser,
“dil”, “anlatım” ve “şekil” de en olguna varmaya çalışmalıdır.
Klasikler, insanların her zaman, her yerde, her
toplumda aynı duygu ve düşüncede olduklarını kabul ederler. Onun için
eserlerinde değişmez tipler yaratırlar. Klasisizmde fiziksel ve sosyal çevre
önemli değildir; çünkü bunlar değişkendir.
Bu akımda, sanatta mükemmeli bulmak esastır.
Mükemmeli bulmak ise konunun seçilişinde değil, onun ele alınıp
anlatılışındadır. Onun için anadili en güzel biçimde kullanmak da esas
olmalıdır. Böylece klasikler günlük konuşma dilinden farklı kitabi bir dil kullanmışlardır.
Sanatta sıkı kuralların bulunması ve sanatçıların
bunlara uyması gerektiğine inanan klasikler, “üç birlik” kuralının doğmasına
neden olmuşlardır (Yer, zaman ve eylem birliği)
Eserlerinin kahramanlarını hep soylu tabakadan seçen
klasikler, eserlerinde kaba ve çirkin sözlere de yer vermezler. “Ahlaka
uygunluk” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Yapıtlarının etkileyici olmasını , hoşa gitmesini,
tarih biliminden ayrılabilmesini ve din dışı konulara eğilmesini temel ilke
olarak kabul etmişlerdir.
Edebiyat türü olarak daha çok tiyatroyu, tiyatro
türü olarak da trajedi ve komediyi benimsemişlerdir.
Başlıca temsilcileri:
Boileau (şiir)
La Fontaine (fabl)
Racine, Corneille (trajedi)
Moliere (komedi)
Madame de La Fayette (roman)
La Bruyere (karakterleriyle)
Bossuet (hitabet)
“Klasisizm, geçici rağbeti değil, sürekli rağbeti
arar”. Andre Gide.
TÜRK EDEBİYATINDA KLASİSİZM
Türk edebiyatı Batı’ya açıldığında klasisizm
dönemini tamamlamıştır. Bu nedenle edebiyatımızda klasisizmin önemli bir etkisi
olmamıştır.
Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”adlı komedisi, La Fontaine’den yaptığı
çeviriler ve Ahmet Vefik Paşa’nın Moliere’den çevirileri, bu anlayışın ürünleri
olarak sıralanabilir.
ROMANTİZM (COŞUMCULUK)
1830’lu yıllarda klasisizme tepki olarak doğmuştur.
Victor Hugo’nun “Hernani” adlı oyunuyla bir edebiyat akımı olarak başarıya
ulaşmıştır. 1789’da fransız İhtilali’yle birlikte derebeylik ve aristokrasi
çökmüş; yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak romantizm, yeni
duygu, düşünce ve idealleri anlatmayı amaçlamış, sanatın ve sanatçının
kurallardan kurtulup özgürleşmesini savunmuştur.
Avrupa’da o zamana kadar süregelen Latin ve Yunan
hayranlğı yerini Shakespeare, Goethe ve Schiller hayranlığına bırakmıştır.
Klasik öğretinin bütün kuralları yıkılmış, Latin ve
Yunan edebiyatları yerine Hristiyanlık mucizeleri, milli efsanler işlenmiş;
konular ya tarihten ya da günlük olaylardan çıkarılmıştır. Tabiat
manzaralarının, yerli ve yabancı törelerin betimlenmesine geniş yer verilmiş,
insan psikolojisinin soyut olarak incelenmesi bırakılarak, insanlar
çevrelerinde incelenmiş, insanın islâhından önce toplumun ıslâhı amacı ön plana
alınmıştır. Klasik edebiyatın akıl ve sağduyuya önem vermesine karşılık,
romantizmde hayal ve fanteziye geniş yer verilmiştir. Yazarlar eserlerinde
kişiliklerini gizlememişler, olaylar karşısında duygu ve görüşlerini açıkça
anlatmışlardır. Romantik şiirde, doğa sevgisi; bireycilik; Ortaçağa, yabancı
ülkelere, Doğu’ya hayranlık; toplumsal geleneklere isyan; duygulara, doğaüstü
güçlere, rüyalara, ihtiraslara bağlılık dikkat çeker.
Zıtlıkların uyumunu ilke olarak benimseyen
romantikler hayatı güzel, çirkin... bütün yönleriyle vermeye çalışırlar.
Klasiklerin önemsediği din duygusuna geniş yer veren
romantiklerin kahramanlarının çoğu dindardır.
Din, her şeyin gelip geçici olduğunu söylediği için
de kahramanlar , genellikle kuşkulu, üzüntülü ve karamsardırlar.
Edebiyat dilindeki kalıplaşmış kelimeler yerine,
günlük konuşma dilini kullanmayı benimseyen romantikler, her sınıftan insanı da
eserlerine konu olarak almışlardır.
Genel olanın yerine özeli, tipin yerine gözalıcı
olanı seçmişlerdir. Aşk, ölüm, tabiat en belli başlı konular olarak dikkat
çeker.
Bu akımda oyun türlerinden dram, edebiyat
türlerinden de roman gelişmiştir.
Başlıca temsilcileri:
Victor Hugo (Sefiller. Notre Dame’in Kamburu,
Cromwell, Hernani.......)
J.Jack Rousseau (Emile, İtiraflar, Toplum
Sözleşmesi)
Goethe (Faust)
Lamartine (Greziella)
A. Dumas Pere (Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu)
A. Dumas Fils (Kamelyalı Kadın)
Alfrede de Musset (şiirleriyle)
Schiller (“Haydutlar” adlı dramı ve denemeleriyle)
Lord Byron (Don Juan, diğer şiirleriyle)
Chateaubrian
Puşkin
Shakespeare
Stendhal (Romantizmden realizme geçmiştir)
Balzac (Romantizmden realizme geçmiştir)
“Romantizm, ağlayan yıldız, inleyen rüzgar, ürperen
gece, kendinden geçen çiçektir”.
Musset
“Romanitzm, varlıkların olduklarından başka türlü
olmadığına, olmayacağına üzülmektir”.
- Gide
-
TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM
Tanzimat edebiyatı dönemindeki ürünlerin çoğunluğu
romantik akımın etkisiyle kaleme alınmıştır.
Namık Kemal roman ve tiyatrolarıyla
Ahmet Mithat, ilk romanlarıyla
Recaizade Mahmut Ekrem, şiirleriyle
Abdülhak Hamit, tiyatrolarıyla
REALİZM (GERÇEKÇİLİK)
19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı
duygusallığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır.
1857 yılında Gustave Flaubert’in “Madame Bovary”
adlı romanıyla, realizmin, romantizm karşısındaüstünlük sağladığı kabul
edilmektedir.
Realizmde, duygu ve hayaller yerini, toplum ve insan
gerçeklerine bırakır. Konular gerçekten alınır. Yaşanan ve gözlenen gerçek
bütün çıplaklığıyla anlatılır. Bunun sağlanması için gerektiğinde anket gibi
bazı sanat dışı yöntemlere bile başvurulmuştur.
Bu akımda, gerçeğin anlatılması için kişilerin
psikolojileri, onların kişiliklerini etkileyen çevrelerinin tanıtımı, içinde
bulundukları ortam ayrıntılarıyla verilir. Onun için de betimleme, realist
yazarlarda en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker. Yalnızca yaşananın
anlatılmasına yönelen gerçekçiler, olaylar ve kişiler karşısında tarafsız
davranırlar. Eserlerine kendi duygu, düşünce ve yorumlarını katmazlar. Yine,
gerçek hayatın anlatılması esas olduğu için eserlerinde toplumun sıradan
insanlarına rastlanır. Eserlerinde daha çok yaşamın olağan olaylarına
yöneldikleri için çok basit bir konu bile ele alınıp işlenir.
Gerçekçi yazarların okuyucuyu eğitme gibi bir
amaçları yoktur. Gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak, yaşananı nesnel bir
şekilde aktarmayı amaçlarlar.
Gerçekçi yazarlar, biçim güzelliğine çok önem
vermişler, dilde ve anlatımda süsten, özentiden kaçınmışlardır.
Başlıca temsilcileri:
Stendhal (Kırmız ve Siyah, Parma Manastırı)
Balzac (Goriot Baba, Vadideki Zambak, Eugenie
Grandet)
G. Flaubert (Madame Bovary)
Lev Tolstoy (Savaş ve Barış, Diriliş, Anna Karenina)
Dostoyevski (Suç ve Ceza)
A. Çehov (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi)
M. Şolohov (Ve Durgun Akardı Don)
E. Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor)
J.Steinbeck (Gazap Üzümleri)
Herman Melville (Moby Dick)
Charles Dickens (Oliver Twist, David Copperfield)
Gogol (Müfettiş, Ölü Canlar)
Turganyev (Babalar ve Oğullar)
M.Gorki (Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi
Kazanırken)
“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde dolaştırılan
bir aynadır. Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı
çukurlarında birikmiş çamuru görürsün. Sonra da kalkıp heybesinde bu aynayı
taşıyanı ahlaksızlıkla mı suçlayacaksınız? Aynası çamuru gösteriyor diye aynaya
kabahat bulmak olur mu? Böyle çamurlu çukura bulunan yola, daha doğrusu suyun
akmasını, kokmasını, çamur çukurları meydana getirmesini önlemeyen temizlik
müfettişine ...”
Henri B.Stendhal
TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM
Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası)
Samipaşazade Sezai (Zehra)
Nabizade Nazım (Kara Bibik)
Halit Ziya Uşaklıgil (Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu,
Kırık Hayatlar)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Kiralık Konak,
Yaban......)
Memduh Şevket Esendal (Ayaşlı ve Kiracıları)
Reaşat Nuri Güntekin (Romanlarıyla)
Refik Halit Karay (Romanları ve hikayeleriyle)
Sait Faik Abasıyanık (Roman ve hikayeleriyle)
NATÜRALİZM (DOĞALCILIK)
19.yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan
natüralizm, bir anlamda realizmin bir üst basamağı (gerçeğe yaklaşmadaki
katılığı nedeniyle) olarak düşünülebilir.
Natüralizmi, realizmden ayıran nokta onun deney
yöntemine de yer vermesidir. Deney yöntemi, doğa olaylarında aynı nedenler,
aynı koşullar altında aynı sonuçları doğurur düşüncesidir (Determinizm).
Natüralistler bu anlayışın tabiatta olduğu gibi insan yaşamı için de geçerli
olduğunu savunmuşlardır.Bu yaklaşımla pozitif bilimlerle sanatı birleştirmeye
çalışmışlardır. İnsanın fizyolojik özellikleri üzerinde durmuş; insanı ırsiyet
(soyaçekim) ve genetik özellikleriyle ele almışlardır. Ayrıca sosyal çevrenin
insan üzerinde yaptığı etkileri de derinlemesine araştırmışlar, bir anlamda
kendilerini bilim adamı, toplumu laboratuvar, insanı da deneme, inceleme aracı
olarak ele almışlardır.
Natüralist yazarlar insanı belli koşulların içinde
ele alır, onun duygu ve düşünce dünyasını, yetiştiği doğal ve toplumsal
çevrenin etkisi doğrultusunda çizerler. Onların eserlerinde insan kendi
yazgısını biçimlendirici, çevre üzerinde değiştirici bir güç taşımaz. Toplumsal
nedenleri bir yana bırakmışlar, yalnızca yaşananı “nesnel” bir biçimde aktarmakla
yetinmişlerdir. Bu sebeple de onlara “zabıt katipleri” yakıştırması
yapılmıştır.
İnsan psikolojisiyle fizyolojisini birbirine bağlı
kabul ettikleri için eserlerinde kahramanların fiziksel özelliklerini çok
ayrıntılı olarak vermişlerdir. Buna bağlı olarak da betimleme, doğalcı
eserlerin en önemli anlatım biçimi olarak dikkat çeker.
Realistlerdeki biçim güzelliği, kompozisyon
olgunluğu ve üslup kaygısı natüralistlerde yoktur. Ancak natüralistler de
halkın kolayca anlayabileceği açık ve yalın bir dil kullanmışlardır.
Tiyatroda, kostüm ve dekora önem veren
natüralistlerin eserlerine genel olarak bir kötümserlik havası hakimdir.
Başlıca temsilcileri:
Emile Zola (Meyhane, Germiznal, Nana, Toprak.....)
Alphonse Daudet
Guy de Maupassant
Goncourt Kardeşler
“Roman anlatılmış ve tabiattan çıkartılmış
belgelerle vücuda getirilmelidir. Tarihçiler, mazinin hikayecileri, romancılar
da halin hikayecileridir”.
Goncourt Kardeşler
TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİZM
Bizim edebiayıtımızda doğalcılık anlayışına en çok
yaklaşarak eser veren sanatçı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Ancak eserlerinde
sosyal eleştiriye yer vermesi onu natüralistlerden ayıran önemli bir noktadır.
PARNASİZM
Fransa’da şiir türünde ortaya çıkmış bir akımdır.
Şiirdeki gerçekçilik diyebileceğimiz parnasizm, bir anlamda realizmle
natüralizmin şiirdeki sentezinden oluşmuştur. 1886’da “Parnas” adlı derginin
yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır (Parnas: Mitolojide ilham perilerinin
yaşadığına inanılan efsanevi dağın adı).
Parnasyenler şiiri salt biçim olarak görürler. Bu
nedenle biçim güzelliğini her şeyin üstünde tutarlar. Yine aynı nedenlerle ölçü
ve uyağa çok önem vermişler, ritmi ön plana çıkarmışlardır. Sözcüklerin
birarada kullanılmasından doğacak müziği de şiir için gerekli görmüşlerdir.
Parnasizm, romantizme tepki olarak doğduğu için bu akımda duygunun yerini
düşünceler almış, parnasyenler şiirde ayrıntılı ve nesnel betimlemelere yer
vermişler, duygusallığı reddetmişlerdir.
Şiiri, ışık, gölge, renk ve çizgilerle sağlamayı
düşünürler.
“Sanat, sanat içindir” görüşünde olan parnasyenler
şiirde yarar değil, güzellik ararlar.
Tarihteki mutlu dönemlere duyulan özlem, yabancı
ülkelerin manzara ve gelenekleri işlenen konulardır.
Parnasyenler Eski Yunan ve Altin mitolojisine büyük
hayranlık duyarlar. Dolayısıyla ele alınan bazı konular klasisizmle
benzerlikler taşır.
Başlıca temsilcileri:
Th. Gautier
T.D. Banville
François Coppee
J.Maria de Heredia
TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM
Bu akımın en belirgin etkileri Tevfik Fikret’te
görülür. Kimi yönleriyle Yahya Kemal de bu akımdan izler taşır.
SEMBOLİZM (SİMGECİLİK)
19.yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak
ortaya çıkmış bir akımdır. Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem
vermiyorlardı Onalr için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi.Sembolistler bu
anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir.
Onalra göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü
kurmaya yarayan birer simgedir. Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış
biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir.
Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini
ve izlenimlerini anlatmışlardır.
Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve
müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Onlara göre şiir düşüncelere değil
duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.
Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince
yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir.
Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve
istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.
Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri
hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık,
sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.
Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı,
perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en
önemli ögesi durumundadır.
Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini
kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine
yönelmişlerdir.
Başlıca temsilcileri:
Baudelaire
Rimbaud
Mallarme
Verlaine
Puşkin
TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM
Bu anlayışın ilk uygulayıcısı Cenap Şahabettin’dir.
Ancak bu akımın en başarılı örneklerini veren şairimiz Ahmet Haşim’dir. Kimi
yönleriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairler de bu akımın
izlerini taşırlar.
“Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil,
ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın,
ortalama bir dildir”.
Ahmet Haşim (Piyâle Önsözü)
EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK)
1890-1910 yılları arasında Fransa’da gelişmiş;
edebiyatta, resimde, müzikte etkisini sürdürmüş bir akımdır. Sembolizmle
birlikte gerçeküstücülüğü (sürrealizm) hazırlayan bir akım niteliğindedir.
Bu akımda dış dünya ile ilgili gözlemlerin,
sanatçının iç dünyasında oluşan değişik ruhsal durumuna göre yansıtılması esas
alınmıştır. Onlara göre duyularımız dış dünyayı bize olduğu gibi değil, onun
gerçek görünüşünü değiştirerek ulaştırır. Bunun için de bizim anlattıklarımız
dış dünya değil, bu dünyanın hayalimizle bezenmiş bizdeki izlenimleridir.
"Seyreyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında,
Bir aks-i mülevvendir onun’çün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı”
Ahmet Haşim (Mukaddime)
SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)
20.yüzyılın başlarında Andre Breton tarafından
Freud’un görüşlerine (psikanaliz yöntemi) dayanılarak açılan bir sanat
akımıdır.
Gerçeküstücülüğün bilgi ve esin kaynağı olan Freud’a
göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler
bilinçaltında toplanır. Bu istekler düş (rüya, yarı rüya) durumunda çözülerek
ortaya çıkar.
Sürrealistler, Freud’un bu görüşünü edebiyata
uygulamışlari bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini
savunmuşlardır. Dolayısıyla içinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin
özelliğidir. Akılcılığın karşısındadırlar, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve
değerleri düşünceden silmişlerdir.
“Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da
başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan,
içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada
olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır”.
Andre Breton
Bu akımın Batı’daki en önemli iki temsilcisi Andre
Breton ve Paul Eluard’dır.
Bizim edebiyatımızda Oran Veli Kanık’ın kimi
şiirlerinde bu akımın izleri açıkça görülmektedir.
YENİ TÜRK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
1) Lirik Şiir: İçten gelen heyecanları coşkulu bir
dille anlatan duygusal şiir türüdür. Divan edebiyatında özellikle gazeller,
murabbalar; halk edebiyatında koşmalar, semailer lirik şiir türüne örnektir.
Yeni Türk şiirinde lirik şiirler türlü biçimlerde yazılmıştır.
2) Pastoral Şiir: Doğa güzelliklerini, orman, yayla,
çoban yaşamını ve bunlara karşı duyulan özlemleri dile getiren şiirlerdir. Batı
edebiyatında doğrudan doğruya doğa manzaralarını canlı bir biçimde anlatan
şiirlere “idil”, karşılıklı konuşma biçiminde yazılan pastoral şiire de “eglog”
denir.
3) Didaktik Şiir: Belli bir konuda öğüt, bilgi
vermek, ahlaki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan duygu yönü
zayıf şiir türüdür. Manzum hikayeler ve fabller de bu gruba girer.
4) Epik Şiir: Konusu savaş, kahramanlık, yurt
sevgisi olan ya da tarihsel bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen şiir
türüdür.
5) Dramatik Şiir: Olayları zaman sürecindeki
gelişimiyle öyküleştiren şiir türüdür. Bu tür şiirlerde olaylar yazarın
ağzından değil, şiirdeki kişiler tarafından gerçekleştirilir. Bir başka
deyişle, olayın tiyatro biçiminde anlatılmasıdır. Yunan ve Latin edebiyatının
ilk tiyaro örnekleri şiir biçiminde yazıldığı için bu şiirlere dramatik şiir
denmiştir(Bir olayı dramatize etmek demek, oyunlaştırmak demektir).
6) Satirik Şiir: Kişileri ya da toplumdaki
aksaklıkları eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Divan edebiyatındaki
hicviyeler ve halk edebiyatındaki taşlamalar bu gruptandır.
YENİ TÜRK EDEBİYATINDA DÜZYAZI TÜRLERİ
1) Roman: Yaşanmış ya da tasarlanmış uzun ve
birbirine bağlı birçok olayı bir temel düşünce çevresinde toplayıp yer ve zaman
bildirerek anlatan uzun yazı türüdür.
2) Öykü (Hikaye): Yaşamda olan veya olacak kanısı
veren olayları bir ölçüyle anlatan yazı türüdür. Hikayelerin kişileri azdır.
Bir tek olay anlatmak amacıyla yazılır, derin çözümlemelere girilmez.3)
Tiyatro: Olayları, kişiler aracılığıyla sahnede oluş halinde gösteren
yapıtlardır. Bir başka deyişle insan hayatını sahnede canlandırma sanatıdır.
Tiyatro dini törenlerden doğmuş bir türdür.
BATI ETKİSİNDE TÜRK EDEBİYATI
1850 yıllarından günümüze kadar sürer. Amacı, metod
bakımından Batılı, öz ve ruh bakımından milli bir edebiyat yaratmaktır. Türk
toplumundaki esaslı değişmeleri , fikir ve yenilik hareketlerini yansıtır. Üç
döneme ayrılır. :
1.Tanzimat Edebiyatı :1860’ta tercüman-ı ahval
gazetesinin yayımlanmasıyla başlar, 1896’ya kadar sürer. Sarsıntılar geçiren
Osmanlı İmp.u durumunu kurtarmak için, ordudan başlayarak ıslahat ve devrim
hareketlerine girişiyordu . 3. Selim , 2. Mahmut , Abdülmecit dönemleri böyle
geçmiştir.
Bu ortamda Batıcı ve yenilikçi olan şair ve
yazarlar, sanatlarını toplum için kullandılar. Fransız kültürüyle kültürüyle
yetişmiş ,romantik ve ülkücüydüler. Divan şiirini yıkmaya çalıştılar. Çok
yönlüydüler: şair,romancı,tiyatro yazarı...vb. Sanattan çok,fikir ve ülkü
peşindedirler; zulme,haksızlığa karşı savaş açarlar. Vatan
,millet,hürriyet,adalet,meşrutiyet kavramlarını heyecanla savunurlar. Daha
geniş kitlelere seslenebilmek için ,dilde sadelik yanlısıdırlar. Hemen hepsi
politikacı ve mücadele adamıdırlar. Tanzimat ikinci döneminde realizimin etkisi
görülür. Şiirde konu birliğini sağladılar. Aruzla yazdılar. Düzyazı dilini
şiire uyguladılar. Roman,hikaye,makale gibi türler,edebiyatımıza bu dönemde
girdi. İlk tanzimatçılar ,Divan şiirinin nazım biçimlerini kullandılar.
TANZİMAT DÖNEMİ SANATÇILARI:
ŞİNASİ (1826-1871): 1860’TA Tercüman-ı Ahval
gazetesini çıkararak yeni bir edebiyatın önderi olan Şinasi, orta yetenekte bir
şair olarak kabul edilir. Toplum için sanat anlayışını benimseyen sanatçı,
dilin süs ve özentiden kurtulup sadeleşmesi için çalışmıştır. Basılan ilk
tiyatro eserini yazan sanatçı, aynı zamanda edebiyatımızda hak, adalet,
eşitlik, özgürlük gibi kavramları kullanan ilk kişidir. Edebiyatımızda
akılcılığın ilk önderi sayılan Şinasi, noktalama işaretlerini edebiyatımıza
kazandıran bir sanatçıdır.
Eserleri: Şair Evlenmesi (tiyatro), Tercüme-i
Manzume (çeviri şiirler), Müntehabat-ı Eşar (şiir), Durub-ı Emsal-i Osmaniye
(atasözleri).
NAMIK KEMAL (1840-1888): İlk şiirlerini Divan
şiirinin etkisiyle yazan sanatçı Şinasi’yle tanıştıktan sonra edebiyatın
Batılılaşması gerektiğine inanır ve sonuna kadar da bu düşünceyi savunur. Daha
çok hak, adalet, vatan, ahlk gibi temaları işler. İçerik olarak tamamen yeni
olan şiirlerinde biçimsel olarak Divan edebiyatına bağlılık görülür. Hece
ölçüsüyle denemeler yapmasına rağmen aruzu kullanmıştır. Tiyatroyu faydalı bir
eğlence olarak kabul eden sanatçı, bu türde romantik dramların etkisindedir.
Tiyatro eserlerinde teknik yönden yetersiz olan sanatçı kimi kez günlük konuşma
dilini kullanır, kimi kez de süslü bir anlatıma başvurur. Romanlarında Batılı
tekniğe uyma çabasındadır. Ancak tekniği sağlam değildir. Kahramanları
romantizmin etkisiyle iyiler ve kötüler olmak üzere ayrılmıştır. Konuşma yerlerinde
dil nispeten yalınken, betimlemelerde “sanatkârane”dir. Aynı zamanda gazeteci
olan Namık Kemal mücadeleci bir kişiliğe sahiptir.
Eserleri:
Romanları: İntibah, Cezmi
Oyunları: Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif
Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah, Karabela
Eleştirileri: Tahrib-i Harâbât. Takip
ZİYA PAŞA (1825-1880): Şiirleri içerik ve biçim
açısından Divan edebiyatının özelliklerine uygunluk gösterir. Ancak hak,
adalet, kanun gibi kavramları o da kullanmıştır. Batılılaşmada şiirlerinden çok
düşünceleriyle önem taşır. Hece ölçüsüyle de denemeler yapmıştır. En ünlü eseri
“Terkib-i Bent”idir.
“Harâbât” adlı Divan şiiri antolojisinin önsözündeki
düşünceleri nedeniyle Namık Kemal’in eleştirilerine hedef olmuştur.
AHMET MİTHAT (1844-1912): Batılı roman ve hikaye
tekniğiyle Türk halk hikayelerini uzlaştırmaya çalışan sanatçı halka seslenmeyi
ve eserlerinde halkı eğitmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle sık sık olayların
akışını keserek okuyucuya seslenmiştir. Teknik bir kaygı gütmeyen sanatçı,
dönemin en çok okunan yazarıdır. Halka okuma alışkanlığı kazandırma konusundaki
başarısı herkesçe kabul edilir. Genel olarak romantizmin etkisindeki sanatçı
hemen her türde eser vermiştir. Halka seslenmeyi amaçladığı için de nispeten daha
sade ve yalın bir dil kullanmıştır.
Kırktan fazla romanı, pek çok öyküsü ve tiyatro
eseri olan sanatçının önemli eserleri şunlardır:
Romanları: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Felatun
Bey’le Rakım Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında.....
Öyküleri: Yeniçeriler, Letaif-i Rivayât (seri
hikayeler).....
Oyunları: Çerkez Özdenler, Çengi....
AHMET VEFİK PAŞA : Milliyetçilik ve Türkçülük
akımlarının ilk büyük temsilicisidir. Moliere komedilerinden yaptığı 16 çeviri
ve uyarlamayla, Türk tiyatrosuna önemli hizmetler etti.
Eserleri: Lehçe-i Osmani, Şecere-i Türk, Moliere’den
Zor Nikah, Meraki, Azarya, Zoraki Takip.
RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914): “Güzel olan her
şey şiirin konusu olabilir” ve “şiir ahlakla hizmet etmek zorunda değildir”
düşüncesinde olan sanatçı daha çok aşk ve doğa konularını işler. Şiirlerinde
romantizmin etkisinde olan Ekrem, yanlış batılılaşmayı ele aldığı “Araba
Sevdası” adlı romanında realist bir tutum izlemeye çalışır. Sanatçının eski
edebiyat taraftarlarıyla olan tartışmaları ünlüdür. Servet-i Fünuncuları bir
araya toplayarak Servet-i Fünun hareketine önderlik etmiştir. Sanat için sanat
anlayışına bağlı olan sanatçının dili yabancı sözcük ve tamlamalarla doludur.
Eserleri:
Şiirleri: Nijat Ekrem, Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebab,Zemzeme
(I, II, III)
Oyunları: Çok Bilen Çok Yanılır, Vuslat, Afife
Anjelik
Hikayeleri: Muhsin Bey, Şemsâ
Roman: Araba Sevdası
ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1852-1937): Edebiyatımızda
“şair-i azam” olarak adlandırılan sanatçı eskiyi yıkan ihtilalci kişiliğiyle
tanınmıştır. Sanat için sanat görüşünde olan Hamit, romantizmin etksindedir ve
en çok ölüm konusunu işler.
Oyunlarında tekniğe önem vermeyen sanatçı, bunları
okumak için yazdığını söyler. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı düzyazıdır.
Tiyatroda konunun yabancı toplumlardan alınması gerektiğini savunur.
Edebiyatımızda “tezatlar şairi” olarak da anılan
sanatçının önemli eserleri şunlardır:
Şiirleri: Sahrai Belde veya Divaneliklerim, Makber,
Ölü, Hacle, Garam,Validem,
İlhamı Vatan.....
Oyunları: Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız,
Duhter-i Hindu, Tarık, Zeynep, Finten, İlhan, Turhan, Hakan (Ayrıca hece
ölçüsüyle ve manzum olarak yazdığı iki oyunu da vardır: Nesteren ve Liberte)
SAMİPAŞAZADE SEZAİ (1860-1936): Gerçekçi bir
yaklaşımla yazdığı “Sergüzeşt” adlı romanıyla tanınır.
Öykülerini “Küçük Şeyler” adlı kitapta toplamıştır.
NABİZADE NAZIM (1862-1893): Realist-natüralist bir
anlayışı benimseyen sanatçının iki önemşi romanı “Kara Bibik” ve “Zehra”dır.
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI (EDEBİYAT-I CEDİDE)
(1896-1901)
Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk
edebiyatında 1860’tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu
(Batı edebiyatının lehine) belirleyen aşamadır. Gerçekten yoğun ve dinamik
çalışmalarla geçen bu kısa dönem sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek
içerik, gerekse teknik bakımdan tamamıyla Batılı bir nitelik kazanmıştır.
Bu döneme Servet-i Fünun adının verilmesi bu edebi
hareketin Servet-i Fünun dergisinde gerçekleşmesindendir.Adından da
anlaşılacağı gibi önceleri “fen” konularını ele alan bu derginin yazı işleri
müdürlüğüne Tevfik Fikret’in getirilmesiyle dergi, bütünüyle bir edebiyat
dergisi haline gelir (7 Şubat 1896).
Divan edebiyatına karşı kurulmasına çalışılan
Avrupai Türk edebiaytını ifade için kullanılan “Edebiyat-ı Cedide” (yenilikçi
edebiyatçıları) teriminin bu harekete ad olması ise, hareketin bu terimi
bütümüyle benimseyip, kendi hakkında da sıkça kullanmasındandır.
Bu hareketin 1901 yılında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın
Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı makalesinin II:Abdülhamit
yönetimince kışkırtıcı bulunarak, derginin kapatılmasıyla son bulduğu kabul
edilir.
GENEL ÖZELLİKLERi
1) “Sanat için sanat” ilkesine beğlıdırlar.
2) Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını
yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki
egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.
3) Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar.
Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok
kalıba yer vermişlerdir.
4) Onlar “her şey şiirin konusu olabilir” görüşünü
benimsemişler; fakat dönemin siayasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile
hayatı ve gündelikyaşamın basit konularına eğilmişlerdir.
5) Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.
6) “Sanatkârâne üslup” ve yeni bir “vokabüler”
(sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.
7) “Kafiye kulak içindir” görüşünü benimserler.
8) Şiirde üç değişik biçi kullanmışlardır.
a) Batı’dan aldıkları “sone” ve “terza-rima”
b) Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle
kullandıkları müstezat (serbest müstezat)
c) Bütünüyle kendi yarttıkları biçimler
9) Şiirde olduğu gibi romanda da (devrin siyasal
baskıları nedeniyle) sosyal konulardan uzak dururlar.
10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla
birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar.
11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkârânedir.
12) Roman tekniği sağlamdır.
13) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma
yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmalıdır.
14) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.
15) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları
nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.
SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN ÖNEMLİ SANATÇILARI
TEVFİK FİKRET (1867-1915): Şairin, Batılı sanat
anlayışını benimsemesindeki en önemli neden lisede edebiyat öğretmeni olan
Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenmesidir.
Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde
incelenebilir. Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu
dönemdir. Bu dönemde “sanat sanat içindir” anlayışıyla ürünler vermesine
karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin siyasal yapısına rağmen)
zorlamıştır.
İkinci dönemde ise (1901’den sonra) toplumsal
konulara yönelmiş, “toplum için sanat” anlayışıyla ürünler vermiştir.
Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay
Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir.
Parnasizmden etkilendiğiaçıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan,
nazmı düzyazıya yaklaştıran, beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep
Fikret’tir.
En büyük özlemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaş
medeniyet düzeyine yükselmesidir. Bunu da Batı’dakifen ve teknolojinin ülkeye
kazandırılmasıyla gerçekleşeceğine inanır. Ona göre en öenmli varlık insandır.
Onların özgürlüklerini ve haklarını savunur. Dinlerin, savaşlara kaynaklık
etmesi nedeniyle dinleri bu yönüyle eleştirir. Ülkenin geleceğini gençlikte
görür, onlara ve çocuklara büyük bir sevgi ve içtenlikle yönelir. Çocuklar için
ilk kez şiirler yazan sanatçıdır.
Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla
uygulayan üç büyük sanatçıdan biridir (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet
Akif’tir)
Eserleri: Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri; Şermin
(Çocuklar için hece ölçüsüyle yazdığı şiirler).
HALİT ZİYA UAŞKLIGİL (1866-1945): Gerek sağlam roman
tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından
Türk edebiyatına roman ve hiakye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır.
Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar,
ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi,
çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli
kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur.
Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın
hayatından alan Halit Ziya, hikayelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının
insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır.
Eserleri:
Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve
Şürekâsı, Mai ve Siyah, Aşk-ı
Memnu, Kırık Hayatlar
Öyküleri: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Hepsinden
Acı, Aşka Dair, Kadın Pençesi, İzmir Hikayeleri.....
Oyunları: Kâbus, Füruzan (adapte), Fare (adapte)
Anıları: Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı Hikaye
Sanat ve Edebiyat Üzerine Yazdıkları:
Sanata Dair
CENAP ŞAHABETTİN (1870-1934): Tıp öğrenimi için
gittiği Fransa’da edebiyatla ilgilenmişve sembolizmden etkilenmiştir.Ancak
sembolizmi kavramakta yetersiz kalmış, şiirlerinde bol bol istiare kullanmış ve
ses uyumuna dikkat etmiştir. Ağır bir dil ve süslü anlatım en belirgin
özellikleridir.Şiirlerinde aruzun birden fazla kalıbına, genellikle de karışık
kalıplarına yer vermiştir. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan şari Milli
Edebiyat’la başlayan dilde sadeleşme çabalarına karşı çıkar. Aşk ve doğa en çok
işlediği konulardır.
Eserleri:
Gezi: Hac Yolunda, Suriye Mektupları, Avrupa
Mektupları
Makale ve Denemeleri: Evrak-ı Eyyâm, Nesr-i Harb,
Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri
Oyun: Körebe, Yalan
MEHMET RAUF (1875-1931): Yapıtlarında ruhsal
çözümlemelerde yoğunlaşan sanatçı sosyal çevreyle ilgilenmez. İl başarılı
psikolojik roman kabul edilen “Eylül” ile tanınmıştır.
Eserleri:
Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi.....
Pençe (tiyatro)
Ayrıca bir çok hikayesi de vardır.
SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNİN DİĞER SANATÇILARI:
Şiir: Hüseyin Siyret, Hüseyin Suad, Ali Ekrem,
Süleyman Nazif, Süleyman
Nesib, Faik Ali, Celal Sahir
Hikaye ve Roman: Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet
Eleştiri: Ahmet Şuayb.
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI DIŞINDA KALANLAR (BAĞIMSIZ SANATÇILAR)
MEHEMT EMİN YURDAKUL (1869-1944): Servet-i Fünun
şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece)
alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin, Türk
edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır.Şiirlerinin
tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır
basar.
Hece sayısı bakımından uzun olan ölçüleri kullanan
şair, söyleyişte nesre yaklaşmıştır.
Servet-i Fünun, Çocuk Bahçesi, Türk Yurdu
dergilerinde yayımlanan şiirleri, “Türkçe Şiirler”, “Türk Sesi”, “Ey Türk Uyan”
gibi kitaplarda toplanmıştır.
MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936): “Ümmetçi” bir şair
olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle
tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza. Türk şiirine gerçek realizmin
Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük
bir tasvir ev hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını
taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir. Ancak Akif’in dili bir bütün değildir.
Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır,
Osmanlıcanın sınırları içine girer.
Ölçü olarak sadece “aruz”u kullanan şair hece
ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise Divan nazmının
şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır.
Çoğu zaman nazmı, nesre yaklaştıran şair, Türkçeyi aruza ustalıkla uydurmuştur.
Mehemt Akif’in ilk kitabı “Safahat”tır. Dah sonra
yazdığı “Süleymaniye Kürüsüsünde” “Hakkın Seleri”, “Fatih Kürsüsünde”,
“Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile
yayımlanmıştır.
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1861-1944): Servet-i Fünun
romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat’ın popüler roman
çığırını tek başına ve büyük bir kudretle devam ettiren tek şahsiyettir.
Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerinde
1885’ten sonra rastlanan Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir.
Romanlarındaki kahramanları daima karakterlerinin ve sosyal çevrelerinin birer
ortak ürünü olarak ele alan, onların psikolojik kişiliklerini irsiyete ve
sosyolojik kişiliklerini de içinde yetiştikleri cemiyetin şatlarına göre
değerlendiren romancı, bu yöntemi ile olduğu kadad, realiteyi hem iyi hem de
kötü yönleriyle olduğu gibi vermek konusundaki titizliği ile de tam bir
“NATÜRALİST” tir.
Onu natüralistlerden ayıran nokta, eserlerinde
sosyal eleştiriye olabildiğince çok yer vermesidir. Halbuki natüralizmin sosyal
eleştiriye yönelik hiçbir kaygısı yoktur.
Hüseyin Rahmi’deki sosyal eleştiri ise daha çok
mizah yoluyla yapılır. Bunun için de genellikle anormal durumda olan
karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise huy (aptallık, cinsi
sapıklık, şöhret düşkünlüğü), ahlak (menfaat düşkünlüğü, haksız kazanç peşinde
koşma), kültürel (dini tutuculuk, batıl inançlara bağlılık, Batı taklitçiliği)
yönleriyle gülünçtür.
Bu yaklaşım doğal olarak romana çeşitli
karakterlerin dünyayı ve yaşamı görüş açısını, dini inançlarını, yaşayış ve giyiniş
şekillerini, adetlerini, görgülerini ........ de getirir ve böylece roman bir
“TÖRE” romanı olarak ortaya çıkar. Özetle, büyük ve sabırlı bir gözlemci olan
Hüseyin Rahmi’nin, olayları hep İstanbul’da geçen romanları , gerçek
değerlerini, daha çok yazıldıkları devrin sosyal yapısını bütün canlılığı,
bütün incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ile verebilmiş olmalarına
borçludur.
Yazarın kırktan fazla romanı ve pek çok öyküsü
vardır. En önemli romanları olarak, Şık, Mürebbiye, Tesadüf, Şıpsevdi, Kuyruklu
Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Hakka Sığındık’ı sayabiliriz.
FECR-İ ATİ EDEBİYATI (1909-1912)
20 Mart 1909 tarihinde İstanbul’da biraraya gelen
sanatçılar 1910 yılında bir bildiri yayımlayarak kendilerini kamuoyuna
tanıtırlar. Bu, edebiyatımızdaki ilk bildiridir (24 Şubat 1910, Servet-i
Fünun).
Bildirilerinde, edebiyatın ciddiye alınması, Batı
edebiyatının daha yakından tanıtılması, düşünce ve edebiyat konularında
koferanslar düzenlenmesi, bir Fecr-i Ati kurulması gibi amaçlarının bulunduğunu
açıklarlar.
Geçmişte kaldığını söyledikleri Servet-i Fünun
anlayışını eleştirmekle birlikte onların da bir adım ötesine gidememişlerdir.
Konu, biçim, dil ve anlatım yönünden Servet-i
Fünunculardan hiçbir farkları yoktur. Onlar, serbest müztezatı biraz daha
serbestleştirmişler ve Servet-i Fünuncuların tam kavrayamadığı sembolist şiirin
güzel örneklerini veren şairler yetiştirmişlerdir. Bunun dışında edebiyatımıza
bir yenilik getirememişler bu nedenle de özentici, taklitçi bir topluluk olarak
eleştirilmişlerdir.
Bu toplulukta yer alan kimi sanatçılar bireysel bir
anlayışı devam ettirirken (Ahmet Haşim gibi) pek çoğu da “Milli Edebiyat”
hareketine katılmış ve bu anlayışla ürünler vermişlerdir.
Fecr-i Ati Sanatçıları:
Ahmet Haşim, Aka Gündüz (Enis Avni), Ali Canip
Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Refik Halit Karay,
Celal Sahir, Faik Ali......
AHMET HAŞİM (1884-1933): Fecr-i Ati topluluğunun en
başarılı santçısı olan Ahmet Haşim topluluk dağıldıktan sonra çalışmalarına
bireysel olarak devam eder.
Şairin yaşamı santını derinden etkiler. Bu nedenle
şiirlerinde çocukluk anıları, aşk ve doğa konularında yoğunlaşır. Karamsar
yaklaşımı onun belirgin özelliğidir. Şiirlerinde ağır ve süslü bir dil
kullanmasına rağmen nesirlerinde daha açık ve nispeten yalın bir dil vardır.
Piyale adlı şiir kitabının önsözünde şiir anlayışını
şöyle açıklar: “Şiirin asıl özelliği ‘duyulmak’tır. Şiirin dili musiki ile söz
arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Yani bu dil, bir açıklama vasıtası
olmaktan ziyade bir telkin vasıtasıdır ve şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu
bakımdan kelimeler, şiire, anlam değerlerinden çok musiki değerleriyle
girerler. Şiirin anlam bakımından açık olması zaruri değildir. Şiirin doğduğu
yer şuuraltıdır. Konu ise sadece terennüm için bir vesiledir”.
Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını
ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin yeteneği arayan ve
şiirin kaynağını bilinçaltında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı
arasında yakınlıklar vardır. Ancak sembolist şiirin asıl unsur olan sembol,
Haşim’in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı anlaşılmayan veya değişik yorumlara
elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan Haşim’i sembolist bir şair
olarak kabul etmek pek güçtür.
Haşim’in şiirine en uygun anlayış tarzının,
empresyonizm olduğu kabul edilebilir. Gerçekten şiirlerinde dış dünyaya ait
gözlemlerinin kendi iç dünyasında yarattıığı izlenimleri aksettirmesi bu
anlayışın en açık göstergesidir.
Göl Saatleri’nin küçücük ve manzun “Mukkadime”si de
empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Eserleri:
Şiirleri: Göl Saatleri, Piyâle
Nesirleri: Gurebâ-hane-i Lâklâkan, Bize Göre
Gezi Notları: Frankfurt Seyahatnamesi
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ (1911-1923)
1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler”
dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla
başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçe’nin
bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli
Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.
Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati
topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir
keyfiyettir” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra
1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma
diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı
bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu
edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar.
Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen bu dönem
sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere eğilmişler; milliyetçilik
düşüncesi, Kurtuluş savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul
dışına çıkarılması da bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Ayrıca “aşk”
bu dönem roman ve hikayesinin en önemli temasi
olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN DİL ANLAYIŞI
1) Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapça, Farsça ad
ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.
2) Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi
bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçede ne olarak lullanılıyorsa,
dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.
3) Arapça ve Farsça’dan gelen sözcüklerden, konuşma
diline kadar girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve
kullanılmalıdır.
4) İstanbul hanımlarının günlük konuşma dili esas
alınmalıdır.
5) Terimler bilimle ilgili oldukları için aynen
kullanılmalıdır.
6) Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden
sözcük alınmamalıdır.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ SANATÇILARI:
ÖMER SEYFETTİN (1884-1920): Milli Edebiyat
hareketinin önderlerinden olan sanatçı daha çok hikayeleriyle tanınmıştır.
“Yeni Lisan” makalesinde ortaya koyduğu görüşlerini, hikayelerinde uygulamaya
çalışmış ve başarılı olmuştur. Dilimizin sadeleşmesinde önemli yeri olan Ömer
Seyfettin, anılarından, tarihteki kahramanlıklardan ve günlük yaşayışlardan
yararlanarak, gücünü çekici anlatımından, olaylardan alan, çoğunlukla
beklenmedik sonuçlarla biten hikayeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer tutar.
Hikayeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba,
Gizli Mabet, Asılzadeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale....adı verilen
kitaplarda toplanmıştır.
ZİYA GÖKALP (1876-1924): Şiiri, düşüncelerini halka
yaymak için bir araç olarak kabul eden sanatçı, bu türde sanatsal yönden güçlü
ürünler vermemiştir. Daha çok Türkçülük düşüncesini sistemleştiren bir düşünür
ve sosyolog olarak tanınmıştır. Önceleri, bütün dünya Türklerini bir bayrak
altında toplamayı amaçlayan “Turancılık ”görüşüne bağlıyken, sonraları “Türkiye
Türkçülüğü” düşüncesine yönelir. Günlük konuşma diliyle yazı dilinin
birleştirilmesi gerektiğine inanan sanatçı eserlerinde bunu başarıyla uygular.
Şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan Ziya Gökalp (Turan adlı şiiri hariç), konu
olarak daha çok eski Türk tarihine, İslameyiet önçesi dönemlere yönelir.
Ayyrıca yurt, millet, ahlak, din ve uygarlık gibi konuları da eğitici bir
yaklaşımla ele alır.
Eserleri:
Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat
Nesir: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek,
İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; “Türk Medeniyeti Tarihi”, “Malta Mektupları”.
REFİK HALİT KARAY (1888-1965): Milli Edebiyat ve
Cumhuriyet döneminin en ünlü öykü ve roman yazarlarındandır. Önce Fecr-i Ati
edebiyatına 1917’den sonra ise Milli Edebiyata katılır. Kurtuluş Savaşı’na
karşı yazılarından dolayı tutklanacağı zaman Halep’e kaçar. Çıkarılan bir af
üzerine 1938’de Türkiye’ye döner. Anadolu gerçeğinin ilk olarak onun “Memleket
Hikayeleri” adlı yapıtıyla edebiyata girdiği kabul edilir. Güçlü bir gözlemci
olan yazar, betimlemelerinde de nesneldir. Realist bir anlayışa sahip olan
yazarın sade bir dili ve yalın bir anlatımı vardır. Mizah ve eleştiri onun
yapıtlarının ayrılmaz unsurlarıdır. Öykü ve romandan başka, anı, deneme, fıkra
ve tiyatro türlerinde de eserler vermiştir.
Eserleri:
Öykü: Memleket Hikayeleri , Gurbet Hikayeleri
Roman: Sürgün , ilgün, Bugünün Saraylısı,
İstanbul’un bir Yüzü......
Kirpinin dedikleri (Mizah yazıları).
HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964): Daha çok İngiliz
edebiyatındaki romanlardın etkilenen sanatçının eserlerini üç grupta
inceleyebiliriz. Kadın psikolojisine eğildi romanları (Seviye Talip, Raik’in
Annesi, Handan), Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı romanları (Vurun Kahpeye, Ateşten
Gömlek), toplumsal konuları ele aldığı töre romanları (Sinekli Bakkal,
Tatarcık, Sonsuz Panayır....)
Dilbilgisi kurallarına ve anlatıma pek özen
göstermeyen sanatçının diğer önemli eserleri şunlardır:
Yeni Turan, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu (Roman)
Harap mabetler, Dağü Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş
Sada (Hikaye)
Ayrıca santçının birçok araştırma yazısı ve çevirisi
vardır.
REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1956): Realist bir
analyışa sahip olan yazar Milli Eğitim müfettişliği görevi ile Anadolu’yu
dolaşmış, buradaki yaşamı gözlemlemiş, bu gözlemlerini yalın bir dil ve
anlatımla eserlerinde dile getirmiştir.
Romanlarında yoğun bir Anadolu atmosferi vardır. Bu
atmosfer içinde yurt ve toplam gerçeklerini, töreden kaynaklanan doğru ya da
yanlış inanışları ele alır. Bu konular, öykülerinde, mizah unsuruyla da
birleştirilerek verilir. Yazar, ilk ününü, duygusal bir aşkı dile getirdiği ve
birçok yönleriyle Anadolu’yu anlattığı “Çalıkuşu” romanıyla sağlamıştır.
Sanatçının önemli eserleri şunlardır:
Roman: Çalıkuşu, Damga, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü,
Bir Kadın Düşmanı, Miskinler Tekkesi, Kan Davası...
Öyküler: Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun, Olağan
İşler...
Oyunları: Hançer, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti...
MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ (1890-1966): Türk Edebiyatı
araştırmalarını sistemleştiren ve edebiyat tarihçisi olarak ün kazanan
sanatçının eserleri de bu yoldadır. Bugün bilinen birçok şair onun
araştırmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.
Eserleri:
Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Edebiyatında ilk
Mutasavvuflar, Divan Edebiyatı Antolojisi, Türk Saz Şairleri Antolojisi.
YAKUP KARDİ KARAOSMANOGLU (1889-1974): Romanlarında
kusursuz bir anlatım ve sağlam tekniği ile dikkat çeken sanatçı, tarihi ve
sosyal olaylardan her birini bir romanına konu edinerek, Tanzimat dönemiyle
Atatürk Türkiye’si arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal
değişiklik ve bunalımları yaşayış ve görüş ayrılıklarını işlemiş: düşünce ve
teze dayalı özlü yapıtlar vermiştir. Eserlerini ve içeriklerini şöyle
inceleyebiliriz:
“Hep o şarkı ” da Abdülaziz döneminin yaşamı,
“Bir Sürgün ”de II. Abdülhamit’in baskılı
yönetimiyle savaşmak için Fransa’ya kaçan Jön türkler,
“Kiralik Konak”ta Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na
kadar yetişen üç kaşaktaki görüş ayrılığı,
“Hüküm Gecesi” nde Meşrutiyet devrinindeki Bektaşi
tekkelerinin durumu,
“Sodom ve Gomore” de mütareke döneminde, işgal
altındaki İstanbul’da ortaya çıkan ahlaki çöküntü,
“Yaban”da Kurtuluş Savaşı yıllanrındaki bir Anadolu
köyü,
“Ankara” da yeni başkentin üç dönemi,
“Panorama I, II” de Cumhuriyet döneminin 1952’ye
kadarki durumunu bir bir ele almıştır.
Diğer eserleri:
Anı: Zoraki Diplomat, Politikada 45 yıl,Vatan
Yolunda, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları....
Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk
Mensur şiirleri: Erenlerin Bağından, Okun Ucundan
Hikayeleri: Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş
Hikayeleri
Tiyatro eserleri: Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara
Önemli Makaleleri: İzmir’den Bursa’ya, Ergenekon,
Kadınlık ve Kadınlarımız....
YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958): Milli Edebiyat hareketini
makaleleri ve konferanslarıyla destekleyen sanatçının, esasen , kendine özgü
Milli Edebiyat’ınkinden farklı bir anlayışı vardır. İstanbul şairi olarak
tanınır. Omanlı İmparatorluğunun geçmişteki parlak günlerine büyük bir özlem
duyar. Başlıca konuları: İstanbul, tarih, yurt sevgisi, aşk, ölüm ve
sonsuzluktur. Divan şiirinin özünü kakalama çabası içinde olan sanatçı, eski
şiirin ölçü, uyak ve ahenk unsurunu ön planda tutmuştur. Onun eserlerinde
malzeme eski, şiir ise yenidir. Örneğin, Divan Edebiyatında aşkı terrennüm eden
gazel biçimiyle kahramanlık şiirleri ve Istanbul’a duyduğu sevgiyi dile getiren
şiirler yazmıştır.
Şiir kitapları: kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin
Rüzgarıyla, Rübailer,
Nesir Kitapları: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi
ve Edebi Portreler, Siyasi Hikayeler, Edebiyat Dair.
HECENİN BEŞ ŞAİRİ (BEŞ HECECİLER)
Bu şairler 19117de Selanik’te “Genç Kalemler”le
başlayan Milli Edebiyat akımının ilklerine bağlı olarak, halk şiirimizin
özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye
geçişinde önemli rol oynamışlardır. Şiirlerinde Anadolu manzaralarını ve
Anadolu yaşayışını coşkulu bir dille işlemişlerdir. Hece ölçüsünün genellikle
11’li ve 14’lü kalıbını kullanmışlardır. Daha sonraları, yeni biçimler arayarak
oldukça uzun şiirler de yazmışlardır. Eserlerindeki dil ise konuşma dilidir. Bu
şairlerimiz şunlardır:
HALİT FAHRİ OZANSOY
ENİS BEHİÇ KORYÜREK
YUSUF ZİYA ORTAÇ
ORHAN SEYFİ ORHON
FARUZ NAFIZ ÇAMLIBEL
CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYATI
(1923-1940)
Cumhuriyetin ilanından sonra edebiyatımız, çağdaş
anlayışlar doğrultusunda gelişmesini başarıyla sürdürmüştür. Cumhuriyetin ilk
yıllarında “Beş Hececiler” olarak adlandırılan şairler topluluğu, en parlak
dönemlerini yaşamaktaydı. Yine bu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın etkisiyle
edebiyatta genel olarak Anadolu’ya bir yönelim başlar.
Bu dönemin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Yazı diliyle konuşma dili arasındaki fark ortadan
kalkmış dildeki sadeleşme çama.arı aralıksız olarak sürmüştür.
2- Edebiyatımız bu dönemde toplumcu bir karakter
kazanmış gerçekç bir anlayış güdülmüştür.
3- Aruz ölçüsünün yerini hece ölçüsü almış,
şiirlerde de günlük konuşma dili kullanılmıştır. Yine bu dönemde şiirin biçimce
daha da serbestleşmesi sağlanmıştır.
4- Şiir, roman, hikaye ve tiyatro gibi türlerde
önemli gelişmeler olmuştur.
5- Cumhuriyetin kuruluşuyla 1940 (İkinci Dünya
Savaşı) yılları arasında eser veren şair ve yazarlar genellikle daha önceki
Milli Edebiyat akımının etkisinde tam anlamıyla “yerli” ve “halka doğru” ; veya
Batı’nın, özellikle Fransız edebiyatının etkisinde kişisel yollarında
yürümüşlerdir.
Yine bu dönemde (1928) ortaya çıkan “Yedi
Meşaleciler”, “Beş Hececiler” gerçeklere dayanmayan “memleket edebiyatı”
anlayışına sahip olmakla suçlamışlardır. Amaçları “canlı, samimim ve gerçekçi
olmak” şeklinde açıklamışlardır. “Yedi Meşaleciler” adını almalarının nedeni
ise “Yedi Meşale” adlı derginin etrafında toplanmış olmaları ve bu adla ortak
bir yapıt yayınlamalarıdır. Bu sanatçılar şunlardır:
MUAMMER LÜFTİ BAHŞİ
VASVİ MAHİR KOCATÜRK
ZİYA OSMAN SABA
SABRİ ESAT SİYAVUŞGİL
CEVDET KUDRET SOLOK
YAŞAR NABİ NAYIR
KENAN HULUSİ KORAY
1940 SONRASI EDEBİYATI
İkinci Dünya Savaşı sonrasında “insan”, “yaşam” ve
“dünya” arasında güvenilir olmayı gerektirir; yeni ortaya çıkan dünya
görüşleri; sanat anlayışımızda köklü değişikliklere yol açar.
Hikaye, roman ve tiyatro eserlerinde “yurt” ve “köy”
sorunlarına yönelim başladı.
1940 yılında Orhan Veli Kanık, Melik Cevdet Anday,
Oktay Rıfat Horozcu, “Garip” adlı bir şiir kitabı yayınlayarak yeni bir
hareketi başlattılar. Buna “I. YENİ ŞİİR HAREKETİ” adı verildi. Amaçları,
şiirde iç ahengi yakalamıştır. Dış ahenk öğesi olan ölçü ve uyağa önem
vermezler. Söz sanatların şiir için zararlı bulmuşlar ve şiirin kaynağının bilinçaltı
olması gerektiğini savunmuşlardır. “Şiir halka seslenmelidir” anlayışıyla
günlük hayatta olan her şeyi şiire konu olarak almışlardır.
Daha sonraları ortaya çıkan ve “İKİNCİ YENİLER” adı
verilen şairler ise “şiir için sanat ” anlayışına dayanan, sürrealizmden daha
aşırı bir soyutlama anlayışını sürdürmüşlerdir. Bu sanatçılardan bazıları
şunlardır: İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Ece Ayhan.
1940’tan Sonraki Türk Edebiyatında Roman ve Hikayede
Sosyal (toplumsal) Gerçekçiler:
Bu akım ; bir meseleyi, bir derdi ortaya koyarak,
topluma faydalı olmak istiyordu. İlk ürünleri, Anadolu köy romancılığıdır.
Konuları: işçi-ırgat hayatı,sınıf çatışmaları,grev-lokavt gibi durumlar,
toprak-su kavgaları...
Önemli Temsilcileri:
Kemal Tahir: Konularını cezaevi yaşantılarından ,
Kurtuluş Savaşı’ndan, eşkıya menkıbelerinden aldı. Gerçek bir Anadolu romanı
oluşturdu.
Eserleri: Roman:Yorgun Savaşçı,Devlet Ana ...
Orhan Kemal: Hayatına girmiş yüzlerce kişinin kader
ve direnişlerini yazdı. Sürükleyicilik,tabiilik, gerçeklik eserlerinin
özelliğidir.
Eserleri :Roman: Murtaza, Hanımın
Çiftliği...Tiyatro:72.Koğuş...
Yaşar Kemal: Genellikle Çukurova insanının hayat
savaşlarını şiirli bir dille yazdı. Tezli romanı savunur. Folklor unsurları ve
güçlü doğa tasvirleri görülür.
Eserleri: Roman:İnce Memet, Yer Demir Gök Bakır,
Teneke...
Fakir Baykurt: İçinde doğup yetiştiği köylülerin
hayatını yazmıştır.
Eserleri: Roman: Yılanların Öcü, Tırpan, Kara Ahmet
Destanı...Hikaye: Can Parası.
5) Bağımsız Yazarlar:
Halikarnas Balıkçısı(Cevdet Şakir Kabaağaçlı):
Konularını daima Ege ve Akdeniz kıyılarından çıkardı.; balıkçıları, sünger
avcılarını...işledi.
Eserleri: Hikaye: Merhaba Akdeniz...Roman :Deniz
Gurbetçileri..
Haldun Taner: Gücünü gözlem, mizah ve yergiden alan
hikayeleriyle tanındı. Epik tiyatro türünde eserler verdi.
Eserleri: Hikaye: Şişhane’ye Yağmur yağıyordu, On
İkiye Bir Var...Tiyatro:Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Kocası...
Tarık Buğra: Tek adamın dengesiz, bazen alaycı,
bazen acılı tedirginliğini ele alır.
Eserleri:Roman:Küçük Ağa , İbişin Rüyası...
Diğer Bağımsız Yazarlar:
Samet Ağaoğlu, Oktay Akbal, Selim İleri , Cengiz
Dağcı, Füruzan, Orhan Pamuk.
6)Tiyatro:
Vedat Nedim Tör (kör), Turgut Özakman (duvarların
ötesi, Sarı Pınar), Güngör Dilmen (Midas’ın Kulakları ) , Sermet Çağan (Ayak
Bacak Fabrikası) , Cevat Fehmi Başkut (Paydos, Buzlar Çözülmeden, Harputta Bir
Amerikalı)
Deneme ve Eleştiri:
Nurullah Ataç : Deneme, eleştiri yazdı. Çeviriler
yaptı. Türkçe’nin özleşmesi için yılmadan savaştı. Yeni bir dil ve anlatım
biçimi yarattı.
Eserleri:Günlerin Getirdiği, Okuruma Mektuplar...
Suut Kemal Yetkin: Edebiyatın çeşitli konularında
özlü ve açık bir anlatımla yazdı.
Eserleri:Denemeler, Edebiyat Konuşmaları...
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|