İslamiyetin Etkisisindeki Türk Edebiyatı
(10. - 19.yy)
Türkler onuncu yüzyıldan itibaren kitleler halinde
İslamiyeti kabul etmeye başlamışlardır. İslam kültürünün etkisiyle yavaşa yavaş
yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü nitelikleri ve kurallarıyla
“Divan Edebiyatı” adını verdiğimiz dönemin oluşumu 13.. yüzyıla kadar gelir.
Daha sonra bu edebiyat anlayışı 19.yüzyıla kadar etkin bir şekilde varlığını
sürdürür.
Diğer yandan, İslamiyet’ten önceki “Sözlü Edebiyat
Dönemi”, İslam kültürünün etkisiyle içeriğinde küçük değişimlere uğrayarak
“Halk Edebiyatı” adıyla gelişimini sürdürür. Yani, bir anlamda “Halk Edebiyatı”
dediğimiz edebiyat, islamiyetten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı
altındaki yeni biçimlenişidir. Oysa “Divan Edebiyatı” tamamen dinin etkisiyle
şekillenmiş bir edebiyattır.
Türklerin Müslüman olduğunu kabul ettiğimiz
10.yüzyılla, Divan edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilen 13. yüzyıl
arasında İslamiyetin etkisi altında verilmiş olan, bir anlamda geçiş dönemi
ürünlerimiz sayılan eserler yer almaktadır.
İLK İSLAMİ ÜRÜNLER
KUTADGU BİLİG: Eserin adı “mutluluk veren bilgi”
anlamına gelir. Yazarı, Yusuf Has Hacip’tir. Karahanlılar zamanında (XI.
yüzyıl-1070) yazılmış, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği
üzerinde durulmuştur. Esrin dilinde henüz Arapça ve Farsça etkisi yoktur.
Birimi beyit, ölçüsü aruz, kalıbı fe u lün/fe u lün /fe ul’dür. Bilinen üç
nüshası, bugün Fergana, Viyana ve Mısır’da bulunmaktadır.
DİVAN Ü LUGAT-İT TÜRK: Eserin adı, “Türk Dili’nin
toplu(genel) Sözlüğü” anlamına gelir. Adından da anlaşılacağı gibi, eser bir
sözlüktür; Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bundan dolayı,
Türkçe’nin Arapça karşısında savunulduğu bir eser olarak değerlendirilir.
Eserde Türkçe sözcüklerin anlamları Arapça’yla açıklanmakta ve her maddeden
sonra birtakım Türkçe metinler örnek olarak verilmektedir. Kaşgarlı Mahmut
tarafından XI. yüzyılda yazılan eserin asıl önemi de, işte bu derleme Türkçe
metinlerden ileri gelmektedir. Eserine bir de Türk illerinin haritasını koyan
Kaşgarlı Mahmut, Türkçe sözcüklerin açıklamalarını yaparken dört yüze yakın
dörtlükten oluşan şiirlerle atasözlerini (sav) örnek olarak verir. Divan-ı
Lügat-it Türk, Türk dilinin ana eseri, Türk edebiyatının ve folklörünün bir
hazinesi olarak kabul edilmektedir.
Edebiyatımızda aruz ölçüsünün ilk kullanıldığı eser
olarak kabul edilmektedir. Eserde adaleti, aklı, saadeti ve devleti temsil eden
dört kahramanın çevresinde gelişen olaylarla yazar, devlet idaresinin ve sosyal
düzenin nasıl olması gerektiğini anlatır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan
eserde 7500 civarında Türkçe sözcük Arapça olarak açıklanmıştır. Ayrıca Türk
boylarının dilleri ve Türk illeri hakkında bilgi verir.
ATABETÜ’L-HAKAYIK: 12. yüzyılda Edip Ahmet
tarafından aruz ölçüsü (Şehname) vezni) ve dörtlüklerle yazılmıştır. Eserin adı
“Hakikatler Basamağı” anlamındadır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde,
bilginin fayydası, cehaletin zararları, cömertlik, cimrilik, iyi ve kötü huylar
anlatılarak halka yararlı olmak amacı güdülmüştür. Dini-ahlaki bir eserdir.
Edip Ahmet’in bu eseri yazarken Kutadgu Bilig’den etkilendiği bilinmektedir.
DİVAN-I HİKMET: 12. yüzylda Ahmet Yesevi tarafından
dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir
eserdir. Dörtlüklerin her birine “hikmet” adı verilmiş ve bu hikmetler Orta Asya
ve Anadolu’da yayılarak halkı derinden etkilemiştir. Yesevilik tarikatının da
kurcusu olan Ahmet Yesevi daha sonra Anadolu’da kurulan pek çok tarikata kaynak
olmuştur.
Orta Asya ve Türk boylarının bulunduğu bölgelerde
yüzyıllarca sevilerek okunan “Bakırgan Kitabı”nın yazarı olan Süleyman Ata da,
Ahmet Yesevi’nin haleflerinden biridir.Onun eseri de dini, tasavvufi ve
öğretici şiirlerden oluşmaktadır.
DEDE KORKUT HİKAYELERİ: Oğuz Türklerinin Rum, Abaza
ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait destani hikayelerdir. Halk arasında
söylene söylene 14.yüzyılda son şeklini almış ve 15. ve 16. yüzyılda yazıya
geçirilmiştir. Hikayelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikayeleri on iki
hikaye ile bir önsözden oluşmaktadır. Desten geleneğinden halk öykücülüğüne
geçiş dönemi ürünleridir. Hikayelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve
düşünceleri nazımla dile getirilmiştir. Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü
olaylar yer verilmiştir
Türkçe’nin canlı ve doğal anlatım güzelliğini
gösteren hikayelerde ses tekrarları da sıkça yer almaktadır.
Dede Korkut hikayelerinin tek ve tam nüshası
Almanya’da Dresden Kütüphanesi’ndedir.
DİVAN EDEBİYATI
(13.-19.yy)
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1. GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda
yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında
değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte
“matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine
“beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir.
Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve
güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.
2. KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla
belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten
oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının
bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.
3. MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım
biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim
olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten
oluşmuştur.
Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş
ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü
konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı
için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden
oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse
sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya,
Nev’i-zâde Atâi’dir.
4. KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri
birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği
bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.
5. MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzın
dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi
aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir.
BENTLERDE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1) RUBÂİ: Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü
olan bir nazım biçimidir. Konusu daha çok dünya görüşüne ve şairin felsefi
düşüncelerine yöneliktir.
Edebiyatımızda bu türün en başarılı son temsilcisi
olarak Yahya Kemal gösterilmektedir.
2) TUYUĞ (TUYUK): Rubâi gibi dört dizelik bir nazım
biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin’dir. Bu
biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai, İran edebiyatından geçmedir).
BİRDEN ÇOK DÖRTLÜKLER
1) MURABBA: Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent
sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda yazılır.
2) ŞARKI: Genellikle aşk, içki, eğlence konularında
yazılan dört dizelik nazım biçimidir. Biçim bakımından “murabba”ya benzer.
Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk
edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim’dir.
NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da daha çok mısralı
bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı MUSAMMAT’tır. Yani dört
dizeden oluaşn murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş dizeden oluşan tahmis,
taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha çok dizeden oluşan
biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT’tır.
TERKİB-İ BENT: Bentlerle kurulan bir nazım
biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen beyitlerden oluşur. Bendin
son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte vasıta beyti her beytin
sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde uyaklı olur.
Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan
şikayetler, dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi
niteliğinde eleştirilere yer verilmiştir.
TERCİ-İ BENT: Biçim bakımından terkib-i bente benzer
; ancak vasıta beyti her bendin sonunda değişmez ve aynen tekrarlanır.
Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın
karşıtlıkları vardır.
DİVAN EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
1. TEVHİT VE MÜNACÂT: Tanrının birliğini ve
yüceliğini anlatan şiirlere tevhit, Tanrıya yapılan yalvarış ve yakarışları
anlatan şiirlere de münacât denir. Daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır.
2. NAAT: Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlere
denir. Bunlar da daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır.
3. MERSİYE: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan
üzüntü ve acıyı anlatmak için yazılan şiirlerdir. Genellikle terkib-i bent
biçimiyle yazılmıştır. (Bu türün, Eski Türk Edebiyatı’ndaki adı sagu, Halk
Edebiyatı’ndaki adı ise ağıttır).
4. METHİYE: Bir kimseyi övmek için yazılan
şiirlerdir. Bunlar da genellikle kaside biçiminde yazılmıştır.
5. HİCVİYE: Bir kimseyi yermek için yazılan
şiirlerdir.
6. FAHRİYE: Şairlerin kendilerini övmek amacıyla
yazdıkları şiirlerdir.
NOT: Divan edebiyatında bir şairin şiirine, başka
bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifle yazılan benzerine “Nazire”
denir. Bu, nazire yazan şairin diğer şaire karşı duyduğu saygı ve beğeniden
ileri gelmektedir. Edebiyatımızda bu türde de pek çok ürün verilmiştir.
DİVAN EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ 1.
Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye
egemendir2. Nazım ölçüsü “aruz”dur.
3. Dili Arapça, Farsça, Türkçe karışımı olan
Osmanlıca’dır.
4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için
nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler
değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte
olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü
hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç
durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle
şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve
kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer
verilmiştir.
14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi
görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini
metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı
ön plandadır.
15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17.
yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.
DİVAN EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİR VE YAZARLARI
HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı
konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.
MEVLANA : XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç Türkçe
beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir. Oğlu
Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir. Mesnevi,
Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir.
ALİ ŞİR NEVÂİ: Çağatay lehçesinin en güzel örneklerini
veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde
Türkçe’nin Farsça’dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi vardır.
Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.
ŞEYHİ:15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme” adlı eseri
edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi alanında
başarılı olmuştur.
SÜLEYMAN ÇELEBİ: 15. yüzyılda yaşamıştır. Hz.
Muhammed için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir
şairdir. (İslam edebiyatında Hz. Muhammed’in hayatını anlatan eserlere SİYER
denir).
FUZÛLİ: 16. yüzyılın en güçlü şairlerindendir.
Arapça, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini Azeri lehçesiyle
yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul edilmektedir. Ona göre
yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk arayışı vardır. Din dışı
konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği bilinmektedir. Kendisine
bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları şikayet etmek için yazdığı
“Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü yergilerden biridir.
Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi,
Leyla vü Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda’sı Şah
İsmail ile II:Bayezid’i karşılaştırdığı Beng ü Bâde’si ve tıp bilgisini
sergilediği Sıhhat ve Maraz’ı en tanınmış eserleridir.
BÂKİ: 16. yüzyıl şairlerindendir. Döneminde “şairler
sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından yararlanmıştır. İyi
bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir.
Dünya nimetlerinin hepsinden yararlanma
anlayışındadır. Kanuni’nin ölümü üzerine yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır.
Divanı vardır.
NÂBİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Divan edebiyatında
didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir. Din, töreler
ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir.
Nâbi’nin Divan’ından başka Hayriye, Hayrâbâd adlı
iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül Harameyn’i ve Münşeat
adlı eserleri vardır.
NEFİ: 17. yüzyıl şairlerindendir. Edebiyatımızdaki
en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve yergilerindeki
aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık boğdurulmasına neden
olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut benzetmelerden yararlanması
da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça divanı olan Nefi’nin ayrıca
hicviyelerini topladığı Sihamı-ı Kaza adlı bir eseri de vardır.
NEDİM: 18.yüzyıl şairlerinden olan Nedim, Lale
Devri’nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı işler.
“Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da etkilendiği
bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu gibi, halkın
konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir söyleyişi olan
Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri (mazmunları) bir
ölçüde yıkmış olan şairin Divan’ı vardır.
ŞEYH GALİP: Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış
son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi’nin
“Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ’nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı
“Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya
koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal
gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır.
EVLİYA ÇELEBİ: (17.yy) Edebiyatımızda gezi türünün
ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde
gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında
abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik
“Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.
NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı olarak tanınan
diğer önemli yazarları şunlardır:
SİNAN PAŞA: (15.yy) Tazarrunâme adlı süslü nesri ile
tanınır.
MERCİMEK AHMET: (15.yy) Farsça’dan çevirdiği
Kabusnâme adlı eseriyle tanınır.
NAİMÂ: (17.yy) Kendi adıyla anılan (“Naima Tarihi”)
adlı tarih eserinin yazarıdır.
KATİP ÇELEBİ: (17.yy) Batılıların Hacı Kalfa
dedikleri yazar ve düşünürdür. Arapça, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın
tarih, coğrafya, matematik konularında yazılmış eserleri vardır.
TASAVVUF FELSEFESİ
Tanrı nedir? Evrenin oluşu nasıldır? Biz neyiz?
Niçin geldik dünyaya? Yaşamımızın anlamı, var olmanın aslı, gerçek, başlangıç
ve son nelerdir? Bu ve bunun gibi fizik ötesi sorulara cevap vermeye çalışan düşünüş
yoluna “Tasavvuf” düşüncesi denir. [Vahdet-i Vücut (Varlığın Birliği) Teorisi].
Bu düşünüşe göre Tanrı tek varlıktır. (Vücud-i
Mutlak). Aynı zamanda tek güzelliktir (Hüsn-i Mutlak).
Tek varlık olan Tanrı kendisini görecek gözler,
sevecek gönüller istemiş ve kainat olarak tecelli etmiştir.
Bu tıpkı aynayla kaplı bir odada olmak gibidir. Ayna
varlığın çeşitli görüntülerini yansıtır.
O halde, evren ve tüm insanlar Tanrı’nın bir
görüntüsüdür. Öyleyse insanlar arasında renk, inanç, dil, ırk...gibi ayrımlar
yapmak anlamsızdır.
Bütün görüntülerde “Varlık” ve “Yokluk” ögeleri bir
aradadır. İnsan dünyaya bağlı tutku ve zevklerini yok ederek “Varlık” ögesini
geliştirir. Bunun yolu da tekkelerden (tarikatlar) geçer. Burada insan sıkı bir
eğitimle dünya nimetlerinden vazgeçerse, sonunda özü olan Tanrı’ya kavuşabilir.
Bu da gerçek aşktır. İnsanların birbirlerine duyacakları aşk ise mecazdır. Bu,
kişiyi Tanrı’dan uzaklaştırır. “Bir hırka, bir lokma” insana yetmelidir.
Tekkelerde bu yolla Tanrı’ya ulaşan insan sonunda “Enel Hak” (“Ben Tanrı’yım”)
derecesine varır. Bu kişilere “İnsan-ı Kâmil” ya da “Ermiş” denir.
DİVAN EDEBİYATI’NDA DÜZYAZI
Divan, şiire ağırlık veren bir edebiyattır. Düzyazı,
ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal metinlerde ve gezi türü
eserlerde kullanılmıştır.
Divan Edebiyatı’nda düzyazılar, yazılış amacı ve dil
tutumu dikkate alınarak üçe ayrılır:
1. Sanatlı(süslü) Düzyazı
Söz ustalığı göstermek amacıyla yazılır. Sinan
Paşa’nın Tazarru’at adlı eseri, bu türün en tanınmış örneğidir. Sanatlı
düzyazıya inşa denir
2. Orta Düzyazı
Yer yer ağır ve süslü, yer yer sade bir dille
yazılan düzyazılardır. Genellikle tarih kitaplarında bu düzyazı türü görülür.
Osmanlılar zamanında tarihçilik,”vakanüvis” adı altında yürütülen bir tür
memurluktu. Sarayda görevlendirilen vakanüvisler, önemli önemsiz her olayı günü
gününe notlar halinde yazarlardı. Bu eserler, olay anlatımına dayalı
olduğundan, bilimsel tarih anlayışıyla bağdaşmaz. Divan döneminin başlıca
tarihçileri arasında Aşıkpaşazade ,Ali, Ebülgazi Bahadır Han,Naima, Peçevi,
Mütercim Asım sayılabilir.
3. Sade Düzyazı
Dil ve anlatım ustalığının değil, ele alınan konunun
önem taşıdığı düzyazı türüdür. Bu anlayış nedeniyle, sade düzyazılarda ustaca
söz söyleme çabası görülmez; dil açık, yalın, doğaldır. Bu düzyazı türünü
kullananlardan başlıcaları şunlardır: Mercimek Ahmet , Katip Çelebi, Evliya
Çelebi (Eseri:Seyahatname).
HALK EDEBİYATI
Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın
yarattığı sözlü eserlerden oluşur. Dil., biçim, konular, duyarlıklar bakımından
halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır.
HALK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
1. İslamiyetten önceki edebiyatımızın İslam
uygarlığı içindeki biçimidir. Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş
biçimi olarak düşünebiliriz.
2. Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik
eşliğinde sözlü olarak oluşur.
3. Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen
türdür.
4. Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
5. Nazım birimi dörtlüktür.
6. Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli,
onbirli kalıplar kullanılmıştır.
7. Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir.
8. Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
9. Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler
somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan
alınmadır.
• Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şiarleri,
divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı
denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun
ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor
görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.
Halk şiirinde “mâni” ve “koşma” tipi olarak iki ana
biçim vardır. Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden
çıkmıştır.
Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak
düzeni bakımından özellik gösterenler “biçim”, biçimi ne olursa olsun konu
bakımından benzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır.
I. Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri:
MÂNİ: Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi
heceli dört dizeden oluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü
dizeleri serbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır (xaxa).
Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel
düşünceye bir giriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede
ortaya çıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlü konularda
da yazılabilir.
Le beni eyle beni İpek yorgan düreyim
Elekten ele beni Aç koynuna gireyim
Alacaksan al artık Açıldıkça ört beni
Düşürme dile beni Var olduğun bileyim
Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de
vardır. Dizeleri cinaslı uyaklarla kurulduğu için böyle mânilere “Cinaslı Mâni”
ya da “Kesik Mâni” denir.
Bugün al Sürüne
Yârim giymiş bugün al Madem çoban değilsin
Şâd edersen bugün et Ardındaki sürü ne
Can alırsan bugün al Ben bir körpe kuzuyum
Al kat beni sürüne
Beni böyle yandıran
Sürüm sürüm sürüne
TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri
nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en
zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile
getirmiştir.
Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl
sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir.
İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen
nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir.
Türküler, genellikle yedili, sekizli, onbirli hece
kalıplarıyla yazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu
gruptandır.
Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin bent
Zeynep’i bu hafta ettiler gelin
Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim nakarat
II. Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri:
KOŞMA: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir.
Genellikle hece ölçüsünün onbirli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır. Dörtlük
sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son dörtlüğünde adını ya da
mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur:
baba – ccca – ddda...
Eğer benim ile gitmek dilersen
Eğlen güzel yaz olsun da gidelim
Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz
Yollar çamu kurusun da gidelim
...... ...... .....
Karac’oğlan der ki buna ne fayda
Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Onbir ayın birisinde gidelim
DESTAN: Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun
bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır.
Genellikle hece ölçüsünün onbirli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma gibidir.
baba – ccca – ddda
Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
Konuları bakımından destanları savaş, yangın,
deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi
gruplanadırabiliriz.
Esnaf Destanı
...................................
Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu
Bir katır nalladım dinle oyunu
Meğer acemiymiş bilmem huyunu
Çenemi teptirdim nalın sökerken
Manav oldum elma armut tez çürür
Cambaz oldum ip üstünde kim yürür
Kasap oldum her gün gözüm kan görür
Yüreğim bayıldı kana bakaraken
Ben bu sanatları bir bir dolaştım
Tekrar gelip şairliğe bulaştım
Kâmili mürşidin eline düştüm
Tekke-i aşk içre çile çekerken.
SEMÂİ: Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4
duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Semâilerin
kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak düzeni koşma gibidir:
baba – ccca – ddda
Semâilerde daja çok sevgi, doğa, güzellik gibi
konular işlenir.
İncecikten bir kar yağar Karac’oğlan eğmelerin
Tozar Elif Elif diye Gönül sevmez değmelerin
Dedil gönül abdal olmuş İliklemiş düğmelerin
Gezer Elif Elif diye Çözer Elif Elif diye.
VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak
Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş bir biçimdir.
Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir
üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey” gibi
ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair
Karacaoğlan’dır.
Bre ağalar bre beyler Behey elâ gözlü dilber
Ölmeden bir dem sürelim Vaktin geçer demedim mi
Gözümüze kara toprak Harami olmuş gözlerin
Dolmadan bir dem sürelim Beller keser demedim mi
Karacoğlan
TÜRKÜ: Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen
ezgili, anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türkü
formlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur. Birincisi,
şiirin iskeletini oluşturan “asıl bölüm” ; ikincisi “kavuştak”tır. Kavuştaklar,
asıl bölümlerin arasına gelerek onları birbirine bağlar.
ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve
semâi biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından
ayrılır.
GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın,
at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.
Dinleyin ağalar medhin eyleyim Yokuşa yukarı kekli
sekişli
Elma yanaklımın kara kaşlımın İnişe aşağı tavşan
büküşlü
O gül yüzlerine kurban olayım Düşmanın görünce şahin
bakışlı
Dal gerdanlımın da sırma saçlımın Kuğuya benziyor
boynu kıratın
Noksani Köroğlu
TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk
yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medres kaçkını softa bozgunu
Selam vermek için kesan beğenmez
Kazak Abdal
KOÇAKLAMA: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve
dövüşleri anlatan şiirlerdir.
Köroğluyum medhim merde yeğine
Koç yiğit değişmez cengi düğüne
Sere serpe gider düşman önüne
Ölümü karşılar meydan içinde
AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları
anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir (Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da
vardır).
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al giy allı balam şalların hani
Hıfzi
MUAMMA: Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya
da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların
cevaplandırılmasını isteyen bir tür manzum bilmecedir.
NASİHAT: Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına
çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir.
NOT: “Destan, ilahi, nefes ve deme”, hem birer nazım
biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir.
HALK ŞAİRLERİNİN GRUPLANDIRILMASI
Halk şairleri, halk şiirinin yerleşmiş kurallarına
bağlı kalmakla birlikte, türlü kültürel nedenlerle dil, anlatım, ölçü kullanımı
bakımından farklı yönelişler içine girebilmektedirler. Ayrıca yaşadıkları çevre
de onların sanat anlayışlarını farklılaştıran bir etmen olarak karşımızı
çıkmaktadır. Halk şairlerini, işte bu gibi noktaları dikkate alarak şöyle
ayırıyoruz:
1. GÖÇEBE(GEZGİN) ŞAİRLER
Bir yere bağlı kalmadan gezerler. Genellikle eğitim
görmedikleri için, Divan Edebiyatı’ndan etkilenmezler. Dilleri sadedir. Hece
ölçüsüne bağlıdırlar. Geleneksel şiir anlayışını sürdürürler.
2. YENİÇERİ ŞAİRLER
Osmanlılar zamanında askerlik, hayat boyu süren bir
meslekti. Orduda görev arasında şairler yetişmiştir. Bunlar, katıldıkları
savaşlarla ilgili yiğitlik şiirleriyle dikkati çekerler. Dil, anlatım, ölçü
bakımından, göçebe şairler gibi geleneksel şiir anlayışına bağlıdırlar.
3. KÖYLÜ ŞAİRLER
Hayatları köylerde, kasabalarda geçer. Büyük
kentlerle ilgileri olmadığı için, kent kültüründen, Divan Edebiyatı’ndan
etkilenmeden, halk şiiri geleneklerine bağlı kalmışlardır.
4.KENTLİ ŞAİRLER
Genellikle Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalırlar.
Hem Halk, hem de Divan Edebiyatı tarzında şiirler söylerler. Dillerinde Arapça
ve Farsça sözcüklerin oranı yüksektir. Hece ölçüsüyle birlikte aruza da yer
verirler.
5. TASAVVUF (TEKKE ) ŞAİRLERİ
Tekkelerde yetiştikleri, din ve tasavvuf konusunda
eğitim gördükleri için, dilleri, göçebe, yeniçeri ve köylü şairlere göre bazen
daha ağırdır. Zaman zaman Divan Edebiyatı’nın dil, anlatım, biçim, ölçü özelliklerini
taşıyan şiirler söylerler. Örneğin Yunus Emre bile, aruz ölçüsü ve mesnevi
düzeniyle Risaletü’n-Nushiyye adlı bir eser vermiştir.
HALK ÖYKÜLERİ
Halk öyküleri, destanların zamanla biçim ve öz
değişimine uğramaları sonunda ortaya çıkmış sözlü eserlerdir. Anonimdir.
Başlıca türleri şunlardır:
1. DESTAN ÖYKÜLER
Destanlardaki olağanüstülük gibi bazı özellikleri
koruyan halk öyküleridir XIII.-XIV.yüzyılda Doğu Anadolu’da ortaya çıkan Dede
Korkut Öyküleri ile Köroğlu Öyküsü, bu türün tanınmış örnekleridir.
2. AŞK ÖYKÜLERİ
İki sevgilinin aşkını, bunların kavuşmasını önleyen
engellerle mücadelesini anlatan öyküler olup en tanınmışları Kerem ile Aslı,
Emrah ile Selvi, Asuman ile Zeycan, Aşık Garip.v.b.’dir.
3. DİNİ ÖYKÜLER
İslamiyet’in yayılmasına katkıları olan kişilerin
hayatlarını ve mücadelelerini temel alan öykülerdir .Hz. Ali’nin savaşlarını
anlatan Kan Kalesi Cengi, Hayber Kalesi Cengi; Anadolu’da İslamiyet’in
yayılması için mücadele eden komutanların savaşlarını anlatan Battal Gazi
Öyküsü, Dnişment Gazi Öyküsü gibi sözlü, anonim eserler, bu türün örnekleri
arasında yer alır.
TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
Din ve tasavvufla ilgili kavrami duygu, düşünce,
ilke ve kuralları halka yaymak amacıyla bir tarikata bağlı şairlerce yazılan
şiirlerdir.
İLAHİ: Din ve tasavvuf konularının işlendiği
şiirlere “ilahi” denir. Tanrıyı övmek, ona yalvarmak için yazılan şiirlerdir.
Özel bir ezgiyle okunur. Koşma gibi uyaklanan ilahilerde 4-4 duraklı 8’li ölçü
kullanılır.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı
Bana seni gerek seni
Yunus Emre
NEFES: Bektaşi şairlerinin yazdıkları tasavvufi
şiirlere denir. Nefeslerde genellikle Hz. Muhammet ve Hz. Ali için de övgüler
bulunur.
Pir Sultan Abdal şâhımız
Hakk’a ulaşır yolumuz
On iki imam katarımız
Uyamazsın demedim mi
Aleviler, bu türde yazılmış olan şiirlere “DEME”
adını verirler.
İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir.
ŞATHİYÂT-I SOFİYÂNE: İnançlardan alaylı bir dille
söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin,
yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır. Bu tür
şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medrese hocalarına göre bu
şathiyeler küfür sayılır.
Yücelerden yüce gördüm
Erbabsın sen koca Tanrı
Âlem okur kelâm ile
Sen okursun hece Tanrı
Asi kullar yaratmışsın
Varsın şöyle dursun deyü
Anları koymuş orada
Sen çıkmışsın uca Tanrı
Kaygusuz Abdal yaradan
Gel içegör şu cür’adan
Kaldır perdeyi aradan
Gezelim bilece Tanrı
NOT: Manzum olmayan Anonim Halk Edebiyatı ürünleri
de vardır. Bunları masallar, halk öyküleri (Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber,
Battal Gazi, Hz. Ali Cenkleri.........), bilmeceler, atasözleri, deyimler,
Karagöz ve ortaoyunları şeklinde sıralayabiliriz.
HALK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİRLERİ
YUNUS EMRE: (13.yy) Tasavvuf düşüncesini benimseyen
şair Tanrı aşkını ve insan sevgisini dile getirmiştir.
Tekke edebiyatının en lirik şairidir. Halkın
konuştuğu Türkçe’yi bir edebiyat dili haline getirmiştir. Yalın ve içten bir
söyleyişi vardır. Zaman zaman aruz ölçüsüyle ve divan edebiyatı anlayışıyla da
şiirler yazmıştır.
Tüm insanların eşit ve kardeş olduğuna inanmış; dil,
din, ırk ayrımı yapılmasına karşı çıkmıştır. Türkçe divan sahibi ilk şairdir.
Ayrıca Risaletü’n-Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır.
HACI BAYRAM VELİ : XIV.yüzyıl ikinci yarısıyla XV.
Yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir tasavvuf şairidir. Bayramiyye tarikatını
kurmuştur. Yunus Emre etkisinde sade bir dil ve lirik bir anlatımla dile
getirdiği şiirlerinden yalnızca birkaç tanesi bilinmektedir.
KAYGUSUZ ABDAL: (16.yy) Softa görüşle alay eden
özgür düşünceli bir Bektaşi şairidir. Hem heceyle hem de aruzla yazılmış
şiirleri vardır.
PİR SULTAN ABDAL: (16.yy) Alevi-Bektaşi şiir
geleneğinin en ünlü şairidir. Dinsel inançların etkili olduğu bir ayaklanmanın
önderliğini yapmış, asılarak öldürülmüştür. Şiirini bir araç olarak
kullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini duygu yönünden de beslemiştir.
KÖROĞLU: (16.yy) Çoğunlukla koçaklama türünde
örnekler vermiş coşkulu şiirler söylemiştir. Bolu Beyi’yle olan mücadelesi
efsaneleşen şair, halkın gönlünde yerini almıştır.
KARACAOĞLAN: (17.yy) Din dışı konularda yazmış,
yaşama sevinci, insan ve doğa sevgisini dile getirmiştir. Âşık edebiyatının
duygu yönünden en zengin ve güçlü şairidir.. Hayatı hakkında kesin bilgilere
sahip olmadığımız Karacaoğlan’ın XVI ya da XVII . yüzyılda Güneydoğu Anadolu
bölgesinde yaşayıp dolaştığı sanılmaktadır. Şair Toroslar’da, Türkmen boyları
arasında yetişmiş; göçebe bir şair olarak Anadolu içinde ve dışında gezmiştir.
Geleneksel şiirin dil, anlatım, ölçü anlayışından ayrılmadan aşk, doğa, ölüm,
ayrılık gibi temaları işlemiştir;özellikle koşma ve semai biçimlerinde büyük
başarı kazanmıştır.
GEVHERİ: (17.yy) Aruz ölçüsünü de sıkça kullanan
Kırımlı bir halk ozanıdır.
DERTLİ: (19.yy) Toplumsal yergi içerikli, softalığı,
yobazlığı eleştiren şiirleriyle tanınan Bolu’lu bir halk ozanıdır.
DADALOĞLU: (19.yy) Çukurova yöresinde yetişen halk
şairlerindendir. Türkmen boylarının yerleşik hayata geçirilmesi için 1865’te
yöreye yollanan Fırka-i İslahiye adlı Osmanlı ordusuyla Türkmenler arasındaki
çatışmalara katılmış, bu olayları yiğitçe bir eda ile koçaklamalarına yansıtmıştır.
Ayrıca aşk ve doğadan söz eden şiirleri de başarılıdır. Şiirlerini temiz bir
halk diliyle ve hece ölçüsü ile yazmıştır.
ÂŞIK VEYSEL: XX. yüzyıl halk şairidir. Şarkışla’da
doğup büyümüş, Cumhuriyetin onuncu yılında Ankara’ya gelerek şiirlerini okumuş,
bundan sonra ünü yayılmaya başlamıştır. Çocukluğunda geçirdiği çiçek
hastalığıyla gözünü kaybeden şair; genellikle gezgin bir hayat sürmüş ; kent
kent dolaşarak aşktan, doğadan , kardeşlikten, birlikten, barış içinde
yaşamaktan ve insanı insan yapan erdemlerden bahseden şiirlerini saz eşliğinde
söylemiş; bu içeriğin halka yakın düşmesi , ona kitlesel bir sevginin doğmasına
yol açmıştır. Tasavvuf felsefesinin kazandırdığı hoşgörü anlayışı, şiirinin
temellerinden biridir. Şiirlerini Deyişler, Sazımdan Sesler adlı iki kitapta
toplamıştır. Son olarak tüm şiirlerini , Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından Dostlar
Beni Hatırlasın adıyla yayımlanmıştır.
EDEBİ SANATLAR
ANLAM SANATLARI
1. TEŞBİH (BENZETME): Aralarında türlü yönlerden
benzerlik ilgisi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı
daha üstün olana benzetmektir. Dört ögesi vardır. (Benzeyen, kendisine
benzetilen, benzetme yönü, benzetme edatı).
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.
Benzeyen benzetilen benzetme benzetme
Edatı yönü
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Benzetilen benzetme benzetme
Edatı yönü
Askerlerimiz aslan gibi kuvvetlidir.
Benzeyen benzetilen benzetme benzetme
Edatı yönü
A) TEŞBİH-İ BELİĞ (GÜZEL BENZETME): Sadece benzeyen
ve benzetilen öğelerle yapılan benzetmedir. Benzetme yönü ve benzetme edatı
kullanılmaz.
Gürz ayaklı
Kalkan elli
Sancaktar olduğu
Sancak tutuşundan belli
F.H.Dağlarca
• Divan edebiyatındaki mazmunların çoğo teşbih-i
beliği sanatına örnektir.
Servi boy, elma yanak, gonca ağız, kiraz
dudak..........
B) YAYGIN BENZETME: Benzeyenle benzetilen arasındaki
birden çok özelliklerin sıralanmasıyla yapılan benzetmedir.
Aşağıdaki örnekte “vatan” bir çınara benzetilmiştir.
ÇINAR
Hani bir gün seninle Topkapı’dan
Geliyorduk; yol üstü bir meydan
Bir çınar gördük; Enli, boylu, vakur
Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur
Koca bir gövde, belki altı asır
Belki ondan da fazla dalgın, ağır
Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;
Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,
.........................
Tevfik Fikret
2) İSTİARE (EĞRETİLEME): Benzetme sanatının temel
ögelerinden benzeyen ve benzetilenden sadece birinin kullanılmasıyla yapılan
benzetmeye denir. Diğer bir deyişle, bir şeyi kendi adının dışında türlü
yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anma sanatıdır. Bu bakımdan istiare
hem bir benzetme hem de mecaz sanatıdır.
A) AÇIK İSTİARE: Benzetme ögelerinden yalnızca
benzetilenle yapılan istiaredir.
“Aslanlarımız düşmanı denize döktüler”
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor.
Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor”.
Yukarıdaki örneklerde altı çizili sözcüklerde,
askerlerimizle, “aslan” ve “güneş” arasında birer benzetme yapılmıştır. Burada
benzeyen (benzetme bakımından zayıf olan öge, yani askerler) söylenmemiş,
kendisinebenzetilen (benzetme bakımından güçlü olan öge, yani aslan ve güneş)
söylendiğine göre bu benzetmeler “açık istiare”dir.
B) KAPALI İSTİARE: Benzetme ögelerinden sadece
benzeyenin bulunduğu (kendisine benzetilenin bulunmadığı) benzetme sanatına
“kapalı istiare” denir.
“Askerlerimiz, kükreyerek düşmana saldırdı”.
Yukarıdaki örnekte askerler, aslana benzetilmiştir.
Güçlü olan öge yani aslan (benzetilen)söylenmemiş, sadece benzeyen söylenmiş
olduğundan bu benzetme bir “kapalı istiare”dir. (Kişileştirme sanatının
bulunduğu her dizede kapalı istiare de vardır).
Kıyı takmış yaprağını gülünü
Mahzun hudutların ötesinde akan sular
Boynu bükük adalar, tanıyorsanki bizi.
C) YAYGIN İSTİARE: Benzetmenin temel ögelerinden
yalnız biriyle, çok sayıda benzerlikleri sıralayarak yapılan istiaredir.
Örneğin Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” adlı şiirinde “ruh” söylenmemiş
(benzeyen), Benzetilen yani “gemi” söylenmiştir.
3) MECAZ: Bir sözü gerçek anlamının dışında kullanma
sanatıdır.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Yunus Emre
Yukarıdaki dörtlükte “yanmak”, aşağıdaki dörtlükte
de “deynek” sözcüğü mecaz sanatına örnektir.
Anavarza at oynağı
Kana bulanmış gömleği
Kıyman a zalimler kıyman
Kör karının bir deyneği
4) MECAZ-I MÜRSEL (MÜRSEL MECAZ): Bir sözün benzetme
amacı gütmeden gerçek anlamının dışında başka bir sözün ya da kavramın yerine
kullanılmasıdır. Kavramlar arasında benzetmenin dışında, gerçek veya mecazlı
anlamlar arasında parça-bütün, özel-genel, neden-sonuş.....gibi ilgiler
bulunur.
Anadolu, hepimize hınç ve şüpheyle bakıyor.
Anadolu’da
yaşayanlar
Çankaya, bu gelişmelere sessiz kalamazdı.
Cumhurbaşkanlığı
makamı
O, beyaz perdenin en güzel sanatçısıdır.
Sinema
Çatma, kurban olayım çehreni ay nazlı hilâl.
Türk bayrağı
Sobayı yaktınız mı?
Odun/kömür
O, ülkemizin en güçlü raketlerinden biridir.
Tenis oyuncusu
Siz, hiç Yaşar Kemal’i okudunuz mu?
Eserleri
Son günlerde Vivaldi dinliyorum.
Eserleri
Gökten bereket yağıyor.
Yağmur
5) KİNAYE: Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda
kullanma sanatıdır.
Ey benim sarı tanburam Ben toprak oldum yoluna
Sen ne için inilersin Sen aşırı gözetirsin
İçim oyuk derdim büyük Şu karşıma göğüs geren
Ben onun’çün inilerim Taş bağırlı dağlar mısın?
Pir Sultan Yunus Emre
Yukarıdaki dörtlüklerde altı çizili sözcükler hem
gerçek hem de mecaz anlamlarını düşündürecek şekilde kullanılmıştır.
6) TEVRİYE: İki ya da daha çok anlamı olan bir sözün
yakın ve uzak anlamlarını birlikte kastetme sanatıdır.
Bana Tahir Efendi kelp demiş
İltifatı bu sözde zâhirdir.
Mâliki mezhebim benim zirâ
İtikadımca kelp tâhirdir.
Tahir: 1) Özel isim;2) Temiz
Kelp: Köpek
7) TARİZ: Söylenen sözün ya da kavramın gerçek ve
mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetmektir. Genelliklebir kişiyi ya
da durumu iğnelemek, alaya almak için yapılır.
Bir yetim görünce döktür dişini
Bozmaya çabala halkın işini
Günde yüz adamın vur kır dişini
Bir yaralı sarmak için yeltenme
Huzuri
8) TEŞHİS VE İNTAK (KİŞİLEŞTİRME VE KONUŞTURMA):
İnsana özgü niteliklerin başka varlıklara aktarılmasına, onlara kişilik
kazandırılmasına “teşhis”; onların konuşturulmasına da “intak” denir. İntak
sanatının bulunduğu her yerde teşhis sanatı da vardır.
Toros dağlarının üstüne Batı isteyü haktan ayrıldım
Ay un eledi bütün gece Boynuz umdum kulaktan
ayrıldım.
(Hârname, Şeyhi)
Masallar ve fabller, teşhis ve intak sanatına an çok
rastlanan türlerdir.
Kurnaz tilki sesini yumuşatarak, ona
Dedi ki: ”Kardeşciğim artık dostuz;
Müjde getirdim sana in de öpüşelim;
Barış oldu hayvanlar arasında.”
9) TENASÜP (UYGUNLUK): Bir dize, beyit ya da dörtlük
içinde anlamca birbiriyle ilgili sözcükleri birarada kullanma sanatıdır.
Lâleyi sümbülü, gülü hâr almış.
Zevk u şevk ehlini âh u zâr almış.
Bu beyitte lâle, sümbül, gül, hâr (diken) arasında
ayrıca zevk, şevk ve âh, zâr sözcükleri arasında tenasüp sanatı vardır.
10) LEFF Ü NEŞR: Genellikle bir beyit içinde birinci
dizede en az iki şey söyleyip, ikinci dizede bunlarla ilgili benzerlik ve
karşılıkları verme sanatıdır.
Bâran değil, şafak değil, ebr-i seher değil
Gözyaşıdır, ciğer kanıdır, dâd-ı ah’tır.
Bu dizelerde bârana (yağmur) karşılık olarak
gözyaşı, şafağa (güneşe batarkenki kızıllık) karşılık olarak ciğer kanı, ebr-i
seher’e (sabah bulutu) karşılık olarak dud-ı ah (ah’ın dumanı) verilmiştir.
Bağ-ı dehrin hem baharın hem hazanın görmüşüz.
Bir neşatın da gamın da rüzgarın görmüşüz.
11) TECAHÜL-İ ARİF: Bilinen bir gerçeği bir nükteye
dayanarak bilmiyormuş gibi söylemektir.
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı benim bunda günahım
Nahifi
Ey şuh Nedima ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde
Nedim
Yukarıdaki dizelerde şairler kendi yaşadıkları
olayları bilmiyormuş gibi sorarak tecahül-i arif sanatı yapmışlardır.
12) HÜSN-İ TALİL (GÜZEL NEDENE BAĞLAMA): Herhangi
bir gerçek olayın meydana gelmesini hayali ve güzel bir nedene
bağlamaktır.Ancak bu nedenin kesin bir yargıya dayanması gerekir. Hüsn-i
talil’de de tecâhül-i arif’te olduğu gibi gerçek bir nedeni bilmezlikten gelme
gibi bir durum vardır. Hüsn-i talil’i, tecâhül-i ariften ayıran yön, gerçek bir
olayın hayali nedene bağlanmasıdır.
“Güzel şeyler düşünelim diye yemyeşil oldu ağaçlar”
(İlkbaharda doğanın uyanması, ağaçların
yapraklanması gibi gerçek bir olay, hayali bir nedenle açıklanmış).
“Güller ki yüzünün renginden utandıkları için
kızardılar”.
Niçin sık sıkbakarsın öyle mirat-ı mücellâya
Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kâfir
Nedim
(Mirat-ı mücellâ: Parlak ayna)
13) MÜBALAĞA (ABARTMA): Bir sözün etkisini
güçlendirmek amacıyla bir şeyi ya olamayacağı bir biçimde anlatmak ya da
olduğundan pek çok veya pek az göstermektir.
Alem sele gitti gözüm yaşından.
Söyle nâz uykusuna varmış o yâr ey Bâki
Ki cihan halki figan eylese bidâr olmaz.
Merkez-i hâke atsalar da bizi
Kürre-i arzı patlatır çıkarız.
Namık Kemal
(Yerkürenin merkezine de atsalar bizi, yerküreyi
parçalar yine dışarı çıkarız).
14) TEZAT (KARŞITLIK): Birbirine karşıt
düşüncelerin, kavramların, duyguların bir arada kullanılmasıdır.
Ne siyah eylemiş bu nasiyeyi
Saçımı bembeyaz eden bahtım.
Abdülhak Hamit
(Nasiye: alın)
Ne efsun-kâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
Namık Kemal
(Ey özgürlük ne kadar büyüleyiciymişsin,
tutsaklıktan kurtulduk ama bu kez de senin tutsağın olduk).
15) TEKRİR: Sözün etksini güçlendirmek amacıyla
anlamın üzerinde yoğunlaştığı sözcük ya da söz öbeklerini arka arkaya
yinelemektir.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Necip Fazıl
Büyüksün ilahi büyüksün büyük
Büyüklük yanında kalır pek küçük
Ali Haydar Bey
16) NİDA (SESLENME): Şairin çok duygulanması ve
heyecanlanması sonucunu doğuran olayları ve varlıkları gözönüne getirip “ey,
hey” gibi ünlemlerle onlara seslenmesidir.
Ey köhne Bizans, ey koca fertut-i musahhir
Ey bin kocadan arta kalan bive-i bâkir.
(Sis, Tevfik Fikret)
17) İSTİFHAM: Yanıt alma amacı gütmeden, duyguyu ve
anlamı güçlendirmek için, anlatılmak istenenlerin soru biçiminde
anlatılmasıdır.
Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı
Felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı
Fuzuli
Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksek kaldırım’da güpegündüz?
Melahat’i almışım da sonra
Alemdar’a gitmişim, öyle mi?
Onu sonra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Orhan Veli
18) TELMİH (HATIRLATMA): Söz arasında herkesçe
bilinen geçmişteki bir olaya, ünlü bir kişiye bir inanca ya da yaygın bir
atasözüne işaret etmek, onu anımsatmaktır. Telmih edilen şey uzun uzadıya
açıklanmaz, bir iki sözcükle anımsatılır.
Gökyüzünde İsâ ile
Tur dağında Musâ ile
Elindeki asâ ile
Çağırayım Mevlam seni
Yunus Emre
(Birinci dizede “Hz. İsa’nın göğe çıktığı inancı”na,
ikinci dizede “Hz. Musa’nın Tur-ı Sinâ dağında Tanrı ile konuşması” olayına ve
üçüncü dizede de yine “Hz. Musa’nın yere atınca yılan olan asasıyla gösterdiği
mucizelere” telmih vardır).
SÖZ SANATLARI
19) CİNAS: Söyleniş ve yazılışları bir, anlamları
farklı sözcükleri (sesteş, eşsesli) bir arada kullanma sanatıdır. (Aynı zamanda
bir uyak türüdür).
Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Göğe çıksan âkıbet yer yer seni.
İbni Kemal
Her nefeste eyledik yüz bin günah
Bir günaha etmedik hiç bir gün ah
Lâedri
20) ALLİTERASYON: Aynı ses ya da hecelerin bir ahenk
yaratmak amacıyla tekrarlanmasıdır.
Dest-busi arzusıyle ölürsem dostlar (“S”)
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
Fuzuli
Kara pulat uz kılıcım tartmayınca
Kara börklü koca başın kesmeyince
Alca kanın yer yüzüne tökmeyince
Karındaşım Kayan kanın almayınca
Komazım..........
Dede Korkut
21) SECİ: Nesirde yapılan kafiyeye “seci” denir.
“İlahi her neyi gülzâr ettinse anı ittim. İlahi
elime her ne sundunsa anı tattım. İlahi gönlüm oduna ne yaktınsa o tüter. İlahi
vücudum bahçesine ne diktinse o biter.”
Sinan Paşa
EK:
SEHL-İ MÜMTENİ: Söylenmesi kolay göründüğü halde,
benzerinin yazılması veya söylenmesi çok güç olan sözlere ya da yazılara denir.
Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm
Yunus Emre
(Şair bütün tasavvuf felsefesini, az sözle çok güçlü
bir şekilde ifade etmiştir).
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|