Hece Penceresinden Edebiyat Defterine Bakış

“ İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsanız “ Hz. Ömer ( r.a )


Bu sözü bazılarımız hz. Ömer’in ( r. a) kimliğinden dolayı İslâmi babda değerlendirip çok önemseyebilir. Bazılarımızsa çok fazla önemsemeyip “ özlü sözler “ bağlamında okuyup geçer. Doğrusu kimin söylediğinden çok günümüzün bakış açısı ve uygulamalar anlamında bana göre üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir tespit olması nedeniyle biraz daha çok önemsenmesinin çok gerekli olduğuna inanıyorum.

Bir hırsıza neden hırsızlık yaptığını başka bir işle uğraşmadığını sorduğumuzda aldığımız “ bu benim mesleğim, geçim kaynağım “ cevabı hırsızlık işini zihnimizde meşrulaştırıyor mu? Ya da bu meslek icra edilirken bize verilen zararı hafifletiyor mu? Kanuni hükümler tespit edilirken bu beyan hırsızlığı suç kapsamından çıkarmalı mı? Veya, yargı makamı: “ - Mâdem adamın mesleği bu o hâlde cezaya gerek yok “ mu demeli? 

Herkesin elbette kendine göre doğruları vardır ama evrensel ya da kabul gören doğrularla şahsi doğrular arasında farklar olduğunda ya da tercih yapılması gerektiğinde yüzümüzü nereye döneceğiz? 
Yoksa hırsıza: “ - Hadi bu seferlik seni mazur görelim “ deyip hoşgörü mü göstermeliyiz?

Yaklaşık bin beş yüz yıl önce insanlıkla tanışan ve hemen hemen hiç kimsenin doğruluğundan şüphe etmediği, kaynağı K. Kerim’in değişmediği ve değiştirilemeyeceği Rabbin garantisinde ( Hicr 9 ) olduğu halde İslâm Dininin bugünkü temsilcilerinden ve uygulamalarından neden rahatsızlık duyuyoruz? Uygulamalarda ve temsilcilerde mi hatalar başladı yoksa bizde mi bazı sorunlar var? Birileri kafalarına göre din mi icat etti yoksa biz mi kafamıza göre din arıyoruz?
Kalkıp, bu yanlışlıklara da hoşgörü ile mi yaklaşmalıyız?

Anadolu’da hatta bu ülke genelinde askerlik yapmayana sadece kız değil selâm bile verilmezken ücret karşılığı rapor alıp çürüğe çıkma sevdasına, “ oku da adam ol “ dan “ zengin ol da saygınlık kazan “ çizgisine nasıl geldik? 

Kırk yıl önce “ öyle zaman gelecek ki evlatlar anne ve babalarına düşkünler yurduna yatıracaklar “ dendiğinde bu sözü kıyametin kopması olarak düşünen ve ihtimal vermeyenler bugün ebeveynlerini huzur evlerine yatırmak için yüzleri kızarmadan nasıl yarışıyorlar?

“ - Aman ha! Haram lokma kursağından geçmesin, yoksa sütümü sana helal etmem “ tembihinden “ benim memurum işini bilir “ ve “ bal tutan parmağını yalar “ noktasına nasıl geldik?

Çok mu ileri bir toplum olduk, çok mu medenileştik ve çağ atladık?

“ - Efendim zaman böyle ve zaman uymak lâzım “ sözü bir hafifletici neden olabilir mi?
Öyle ya, evimizin önü çöp deryası olmuşsa o kokuya alışmak gerekiyor. Halbuki o çöpü oraya uzaylılar değil her gün azar azar biz koyduk!
Azar azar verilen küçük, küçücük tavizler, “ bir seferlik, bu seferlik böyle olsun “ lar, “ bundan bir şey çıkmaz ” lar, bizi öyle bir noktaya getirdi ki artık işin başı nerde, aslı ne, doğrusu hangisi çizgisini bize tamamen unutturdu. Çünkü, “ yaşadıklarımıza inanmaya başlayıp inandıklarımızı ve doğruları hatırlamaz “ olduk!
Şimdi biri çıkıp “ yaptığınız doğru değil “ dediğinde ona bir Hilkat garibesi gibi bakmamızın nedeni ne olabilir diye düşünmek ve biraz kendimizi sorgulamamız gerekiyor galiba. 
Henüz çok geç olmadan!
………………………………………….

Yıllarca şiir konusunda verilmeye çalışılan mücadeleyi gerek sanal ortam dışında gerekse sanal ortamlarda tâkip eden biri olarak geldiğimiz noktaya gerçekten büyük bir acı ve ıstırap ile bakanlardanım. Her geçen gün kötüye, daha kötüye giden bu sürecin canını yaktığı, içini acıttığı, sinesini titrettiği ve mâteme bürüdüğü bir şiir düşkününün hangi feryadı zamanın şen ve şuh kahkahaları arasında duyulur ve fark edilir ki? Bizden öncekiler ne kadar duyuldu?

Önümüzde hazır bulduğumuz bir büyük edebî mirasın kadrini bilmeyen hayırsız mirasyediler olarak elbette bu vebâli boynumuzda taşıyacağız! 

Gördüğünü görmemiş, duyduğunu duymamış, hissettiğini hissetmemiş gibi davranıp ; üç alkış iki tatlı söz, biraz da günlük heves uğruna genelde şiir özelde ise heceyi ayaklar altında paspas edenlere, çok eskiden okuduğum ve adını hatırlayamadığım bir şairin öldürülmeden önceki son sözlerini hatırlatmak istiyorum: 

“ - ……………..Mısraın lâneti üzerinize olsun! “ 

Bunların başlangıç noktası “ bir yorumdan ne olur”, “ bir iltifat zarar vermez “, bir defa onore edeyim “ , “ bu defa kusuru görmeyeyim “ gibi son derece mâsumane ve insani duygular gibi gözükse de gelinen noktadan geriye doğru bakıldığında artık o başlangıç noktasındaki mâsumluktan hiçbir eser görünmemektedir. Çünkü ne tavizin sonu ne doyumun üst sınırı vardır. Verenin “ Bir defalık “ düşündüğü o imtiyazlar; gereksiz iltifatlar, görüp ikaz etmemeler, hoşgörüyü bile çıldırtan sahtelikler, alan tarafından “ hak ” kabul edildiğinde artık çok geç kalınmıştır.

Öğrencilerini sınava aldıklarında çalışan ile çalışmayanın, bilenle bilmeyenin farkını not ile ayarlayan öğretmenlerimizden “ aman gönül kırmayayım “ sözünü beklemeyenler, hukuktan ve yargıdan adâlet, polisten suçluları yakalamada kararlılık, siyasetten yalansız vaatler, esnaftan hilesiz mal, şâhitten doğru beyan, hatta çocuklara yapılan tembihlerde ” illa dürüstlük “ diye diye çocukları bıktıranlar ve herkesten dürüstlük ve samimiyet beklediklerini dillerinde pelesenk edenler konu şiir olduğunda “ aman kalp kırmayalım, hataları söyleyip incitmeyelim, iki alkış üç iltifatı ihmâl etmeyelim “ minvalindeki sahte dostluk gösterileriyle ne hikmetse başımıza birer Mevlânâ ve Yunus kesildiler! Sözde, kalp incitmemek uğruna şiirde ne kalp ne kalıp ne ruh bıraktılar.

“ Acaba gerçekten gönül kırmamak mıydı dertleri “ diye sorgulayıp incelendiğinde ise birçoğunun amacının bu olmadığı, her alkış ve övgünün iltifat, her doğru ve haklı bakışı ifade eden uyarının ise aynı şekilde kendilerine geri döneceğini bildiklerindendi. Ciddi anlamda eleştirilmemek için eleştirmemek, ciddi incelemeye tâbi tutulmamak için tutmamak prensibi, sayfaların altındaki şiirleri okumaya bile gerek duymadan yapılan basmakalıp, kopyala yapıştır yorumların boyunu uzattıkça yüzlerdeki sahte gülücüklerin, kendi kendini tatmin ve kandırma seansların çok tutulduğunu görmeye başladık.

Ve bu şımartmalar, sahte ve haksız iltifatların gaz verdikleri yalancı pehlivanlar öyle bir hâl aldı ki, edebî anlamda kimseyi görmemeye, tanımamaya başlamalarının yanında yanlış yaptıklarını kabul etmemeyi, uyarıları ciddiye almamayı bir meziyet sayarak kendilerine özeleştiri yapmak gibi ciddi sanatsal özellikleri defterlerinden siler hâle geldiler. Yani piştiler ve oldular( ! )
Oysaki, birçoğunu tanıdığımız bu insanların sitelere ilk kayıt olduklarındaki hâllerini çok iyi biliyoruz. Son derece tevazulu, bilgiye önem veren, hatalarının hatırlatılmasını isteyen, araştıran, okuyan, hadlerini ve ne olmadıklarını gâyet iyi bilen kişilerdiler. Ben inanıyorum ki kendilerini saklamamışlardı da.

Peki ne oldu, nasıl oldu da o çizgiden bu çizgiye gelindi? 
İnsandan ejderhaya dönüşen bu davranışsal evrimin sorumlusu kim?
Bu soruyu insanın kendine sorması için durumdan rahatsız olması gerekiyor. Oysa ki bu rahatsızlık nedeniyle sessizliğe bürünenlerimiz çok az. Çoğunluk hâlinden memnun. Çoğunluğun tuzu kuru. Çoğunluk kendini deşarj edecek eğlence ve oyalamacayı bulmuş nasılsa. 
Kimin umurunda şiir?! 

Onlarca eksiği olanlara eser, kapı paspaslarına yapıt, saçma sapan paçavralara şiir, köfteci kâğıtlarına kitap ve bunları sunanlara üstad, şair demeyi, sahtekârlığa ara vermeden devam etmeyi, üç yorum iki iltifat alabilmek için kendilerinin bile inanmadığı övgüleri dizmeyi maharet saymaya devam ettikçe şiir ve şiire gerçekten gönül verenler çile doldurmaya devam edecektir!

Edebiyat sitelerine üye olup “ ben kendimce paylaşım yapıyorum “ demek, o site yöneticilerinin de “ ne yazılırsa yazılsın herkesin kendi özgürlüğüdür “ demesi çok doğru mudur acaba? Hele hele bu tür paylaşımları ana sayfada teşhir etmek ne kadar edebîdir? Türkiye’deki ya da Türkiye dışındaki bir öğrencinin ders ya da dönem ödevi için internetin başına oturup kaynak ararken arama motorlarının birine “ edebiyat “ ya da “şiir “ yazdığında açılan sitelerin birinde değil miyiz? Heceleri tutmayan, kafiyeleri hak getire bir şiirin kaynak olarak alınmayacağını kim garanti edebilir? “ Bana ne “ demek dürüst be edebî bir yaklaşım mı? 

Bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu günümüzde kendine çekidüzen vermeyenler , geliştirmeyenler, yazdıklarına elinden geldiğince dikkat etmeyenler, özenmeyen ve önemsemeyenler vebâl altındadır!

Bilenler, bildiklerini paylaşmayanlar, uyarıp ikaz etmeyenler, şiir adına elini taşın altına koyup gerekirse bedel ödemeyi düşünmeyenler, günlük hevesler ve ucuz hesaplar uğruna şiiri öksüz bırakanlar vebâl altındadır!

Şiiri şahsi ve ucuz emellerine âlet edenler, karşı cinse ya da birilerine kur yapmak adına kullananlar, geçmişin mirasını hovardaca harcayıp şanlı geçmişe dil uzatmaya yeltenenler vebâl altındadır!

Gelecek nesillere örnek olma adına en azında mücadele vermeyenler, yanlış yönlendirenler ve ellerinde yapma gücü, beyinleri de bu yeteneğe sâhip olup işlerini ciddiye almayanlar vebâl altındadır! 

Övülmeye layık olanları değil de şaklabanlıkları muhtelif hesaplar adına övenler, iki kelimeyi yan yana getirmek için çaba bile sarf etmeyenleri taltif edip başımıza belâ edenler, şiiri garip, sâhipsiz ve gözü yaşlı bırakanlar vebâl altındadır! 

Seçki Kurullarında olup işini iyi yapmayanlar; adâletli davranmayanlar, şiirlere şairinin ismine göre muamele edenler, katıldıkları toplantılarda yüz yüze görüşüp samimiyet kurduklarına imtiyazlı davrananlar, hece ve kafiye hatalarına dikkat etmeyenler, hece ve kafiye hatalarına dikkat etmeyenlere dikkat etmeyenler, gerek bilmediğinden gerekse önemsemediğinden dolayı yaptığı hatalar nedeniyle onlarca kez uyarı aldığı hâlde düzelme göstermeyenleri şu veya bu nedenle hâlâ kurulun içinde tutulanlar, işinin hakkını vermeyenler vebâl altındadır!

Bunca vebâle şiir uğruna öldürülenlerin âhı da eklendiğinde zannediyorum yukarıda bahsettiğim o şairin bedduası son noktayı koyacaktır.

“ Mısraın ( hecenin / şiirin ) lâneti üzerinize olsun! “

Yüce Yaratıcı göndermiş olduğu elçilere ( peygamberlere ) sadece tebliğ etme yetkisi vermiştir. Hidayeti nasip edecek olan sadece kendisidir. Gerek elçiler gerekse insanların vazifelerini yapmış olmalarının gereği sadece doğruları anlatmak, tebliğ etmektir. Bu vazifenin tamamlandığına inananlar geldikleri gibi başı dik ve vakur bir şekilde gitmesini de bilir ve bilmelidirler.

Nasılsa onlara yolculuklarında eşlik edecek çok mısralar, beyitleri kıt’alar ve şiirler vardır şiir arşivimizde:

“ Artık demir almak günü gelmişse zamandan, 
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. “


Gün ola, harman ola…


Oflu / Mehmet Emin Türkyılmaz










Yorumlar
Henüz yapılmış yorum yok




Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
23.11.2024 05:38:49
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.