Aziz / Mustafa DOĞAN


Aziz
 
Bir visalin umudu uykulara saklanır
Biner sırtıma vebal gece gündüz aklanır
Asırlık hasret kanar gözlerimin ferinde
Taş üstünde taş koyma şu kalbimin yerine
Cemalin nazar etse o an erirdim aziz
Seninle doğmak için kaç can verirdim aziz

Nasıl da kıskanırım yürüdüğün toprağı
Soluduğun havayı dokunduğun yaprağı
Fesleğenin tenine gizlediği dokuyu
Rüzgârın saçlarından dağıttığı kokuyu
Gezdiğin sokaklarda bir adım yol olsaydım
Sevinirdim ömrümce selamını alsaydım

Kaldırmadı başını edebinden başaklar
Doldurmadı yerini nice asil kuşaklar
Gökte yıldızlar suskun yerde sular kuruyor
Sema Hâlâ yasında güneş solgun duruyor
Alevlerde saklanan demir benim sevgili
Kapında kokuna aç Kıtmir benim sevgili

Nerden bilsin halimi çıra gibi yanmayan
Çöl ortasında kalıp seraba boyanmayan
Billur pınarlarından doya doya kansaydım
İsyan bilmezdi ruhum hasretine yansaydım
Bilmem sevinir miydim denizde yürüseydim
Keşke bir ağaç olup yanında çürüseydim

Kaç gündür bir umutla kendimden geçiyorum
Katık ettim çilemi gözyaşı içiyorum
Âlemlerin sultanı her övgüye layıksın
Sana müptela beden sensiz nasıl ayıksın
Bilen bilir efendim halim Hakk’a ayandır
Yoruldum bu uykudan tez vakitte uyandır
 
Mustafa DOĞAN
 
( 02/12/2010 Tarihinde Edebiyat Defteri sayfalarına düşen bir şiir.)
 
 
Güne gelen şiirler üzerinde çok fazla konuşmayı genellikle sevmesem de Mustafa Doğan beyin hoşgörü ve samimiyetine inanıp güvendiğim için birkaç şey söylemek isterim.
 
Dostluk kavramının yanlış kullanıldığı, övgünün ve yerginin artık bir ölçüsünün olmadığı zamanımızda doğrusu okuduklarımız ve gördüklerimiz çok alışık olduğumuz hâlde hâlâ bizi hayret ettirebiliyor.
 
Önümüzde bir hece şiiri var. Bu şiir aynı konuda yazılan ne ilk şiir ne de son şiir olacak. Edebiyat tarihimizde birçok ustanın yazdığı, şahsen hâlâ cesaret edemediğim ama içimizden bir çok arkadaşımızın yazmaya teşebbüs ettiği ve yazdığı bir konu. Resûlullah’a özlem dersiniz, Resûlullah aşkı ve sevgisi dersiniz ya da Nâ’t dersiniz…
 
Hangimizin bu sevgiyi daha samimi ve daha çok yaşadığını elbette bilmek ve tartmak mümkün değildir ama bu şiiri “Yağmur “ şiirine yakın bulmak, denklikte ona yakın tutmak hem şaire hem hece şiirine yapılan büyük bir yanlıştır. Bu sözün sâhibi ya Yağmur şiirini hiç okunmamış ya da hece şiiri ile uzaktan yakından bir alakası olmayan olabilir ancak. Bu tür haksız ve gereksiz lâf kalabalıklığı ve övgü enflasyonu elbette ne olmadığını ve ne olduğunu gayet iyi bilen Mustafa Doğan beyi çok etkilemez ama henüz kendini tanımayan , yetişmek üzere olan bir genç arkadaşımızı son derece olumuz etkiler. Bu da çok büyük bir kötülük olur.
 
İşte yağmur şiiri;
 
Yağmur
 
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
 
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
 
Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
 
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin arasına dikilir yesil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
 
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim
 
Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
 
Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
 
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim
 
Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
 
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler sahinin hayalleri
 
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
 
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
 
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
 
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
 
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
 
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
 
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
 
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
 
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
 
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
 
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
 
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydim
 
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü
 
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
 
Saatlerin ardında hep kendimi aradim
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
 
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
 
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin
 
Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
 
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
 
Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
 
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
 
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
 
Nefsinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin
 
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
 
Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü
 
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
 
 
Bu iki şiire bakıldığında aralarında hangi benzerliğin olduğunu ehl-i insaf olanlar şöyle bir karşılaştırsın!
 
Tarihsel süreç mi?
Şiir tekniği mi?
Mısra tekniği mi?
Kafiye örgüsü mü?
Kelime tercihler mi?
İç mûsıkî mi?
Ahenk mi?
Kıt’a ya da bendsel yapı mı?
Doku mu?
……………
 
Sadece insaf! Diyebiliyorum…
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- - - - - - - - - -
 
Bu konudaki şiirleri çok didiklemek manevî duygularımla çok örtüşmüyor ama birkaç şey söylemeden de geçmek istemedim.
 
Şiirin başlığı olarak seçilen “ Aziz “ kelimesinin anlamları arasında “ kıymetli – değerli – saygı değer – muhterem – seçkin – veli – evliya – ermiş – az ve ender bulunur “ gibi zenginlikler olsa da hiç birinde bir peygamber anlamı yoktur. Gerek kitabî gerek rivayet ile gelen gerekse tasavvufî anlayışla İslâmî literatüre giren bu türde bir hitaba rastlamıyoruz. Aslında bu hitap şekli daha çok ruhban sınıfının tercih ettiği bir anlayıştır. ( Aziz Peder, Aziz Meryem, Aziz…) Onlarda bile tek başına değil de bir sıfat olarak kullanıldığını düşünürsek tek başına kullanılan bu başlığın şiire çok yakıştığını söyleyemeyeceğim. Belki bunda İslâmî hassasiyetlerimizin ağırlığı da etkilidir.
 
Mısraların beyit beyit tasarlanıp her üç beyitten bir kıt’a oluşturulması gerek kafiye gerekse şiir tekniği açısından kolaycılığa kaçıldığını gösteriyor. Bu tarz şiirlerin daha ince işçilikle inşa edilip tasarlanması gerekirdi kanaatimce..
 
 
“Taş üstünde taş koyma şu kalbimin yerine
Alevlerde saklanan demir benim sevgili
Çöl ortasında kalıp seraba boyanmayan
Bilmem sevinir miydim denizde yürüseydim”
 
Gibi tek başına ya da bulunduğu konum itibarıyla anlamsal sıkıntıya düşülen mısralar,
 
“Sana müptela beden sensiz nasıl ayıksın”
 
“ ayıksın ” gibi net olmayan ifade,
 
“ Doldurmadı yerini nice asil kuşaklar ” ( O’nun yerinin dolması mümkün değil.)
 
gibi mümkün olmayan ( muhal) teşbih, imlâlardaki atlamalar ve finalin zayıf kalması şiiri şiir tekniği açısından biraz zayıflattı.
 
Bir dost olarak, serbest şiir ve seslendirme alanında çok aktif olan Mustafa Doğan beyin hece denemelerinde daha çok mesafe aldıktan sonra bu çalışmaya girmesini arzu ederdim.
 
Fon müziği, seslendirmedeki duygusal aktarım, sesin efsunu çok etkileyiciydi.
Şairin cesaretini, niyetini ve başarısını tebrik ederek;

Eyvallah!
 
Oflu / Mehmet Emin TÜRKYILMAZ







Yorumlar
Henüz yapılmış yorum yok




Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
26.4.2024 15:55:31
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.