İfşâ Edemeyişime / Hâle KULOĞLU


İfşâ edemeyişime...

 

Bilirim gölgeyi seversin
Bu yüzdendir güneşe sırtımı dönüşüm

Mazeret kabul etmez neden bu ıstırap der
Kederimi gördükçe gözü dolar anamın
Yavrum hangi zalimin sevdasıyla harap der
Hangi yara sebebi bitmez tükenmez gamın?

Susarım boyun eğip etmesin diye merak
İçimde dert büyütür hüzün biçerim her gün
Gözyaşımı salamam özgürce haykırarak
Gönül kadehim dolar zehir içerim her gün

Anamdır üzülmesin kahır yüklü halime
Gözden ırak dururum hasretinle ağlarken
Suya düşmek yazılmış kaderde hayalime
Râzıyım kül olmaya aşk kalbimi dağlarken

Bilirim ağır aksak ömrü tükettiğimi
Adını anmak için uykuya küs dururum
Çekiyorum gün be gün belki hak ettiğimi
Belki günahkâr ruhu günahsız uçururum

Derunuma hapsolan gizli bir sevdâsın sen
İfşâ etmekten yana mühürlü dudaklarım
Şimdi haşin bir rüzgâr gönül çölümde esen
Ve son yolculuğuna çıkıyor ayaklarım…



Bilirim hiç gelmeyeceksin
Bu yüzdendir ruhumun teni terk etmeye meyli …
Bilirim beni hiç duymayacaksın
Bu yüzdendir avaz avaz sükut edişim…

 

Hâle KULOĞLU

 

 

( 30/11/2010 Tarihinde Edebiyat Defteri sayfalarına düşen bir şiir.)

 

Çok defa, hanım şairlerin şiirlerini tam olarak anlayabilmek için “ hiç olmazsa bu şiiri anlayabilecek süre kadar hanımlar gibi düşünebilseydim ya da hayal kurabilseydim “  diye aklımdan çok geçirmişimdir.( yapım böyle bir şeyin şakasına, hayaline dahi müsaade etmese de ) İki cins arasında düşünme, anlayış, bazı olaylara bakış, hissetme gibi birçok konuda gerçekten büyük farklılıklar olduğunu düşünüyorum.

Bir şiiri anlayabilmek için o şiirin şairi gibi düşünmeye çalışmak gerekir evvela. Sonra, o duyguları yaşayabilmek için önce anlamak, anlayabilmek için de çok çok iyi okumak.. Çoğu zaman bir şiire ( hak eden ) anlamak için harcanan zamanın o şiirin yazılmasına harcanan zamandan az olmadığına şâhit olmuşumdur. Böyle olduğu zaman da amaçlanan her ne ise hakkıyla yapılmış olur en azından.

Elbette şiiri anlamak / anlayabilmek için şair olmak / şiir yazmak zorunluluk değildir. Ama, eğer şiir hakkında teknik olarak birkaç şey söylemeniz gerekiyorsa en azından şiir yazmaya teşebbüs etmeniz gerekir. Bu yüzdendir ki hece ve serbest şiirler konu olduğu zaman serbest şiirler hakkında çok şey söylemeyi hiç sevmemişimdir. Çünkü, düşünürken de, hayal kurarken de tâbiri caizse hece penceresinden bakmayı çok seviyorum. Hâl böyle olunca da bu sayfanın ev sahibi değerli Kuloğlu ve onun gibi hececi bazı arkadaşların sayfasında oldukça fazla kalıyorum. ( çekilmez bir misafir olsam da onların hoşgörüsü hep sorunları halletmiştir )

Giriş bölümünde söylediğim gibi bu şiiri duygusal noktada tam olarak anlayabilmem mümkün değil. Hemen başlangıçta bir olumsuzluk var. ( cinsiyet meselesi) Elbette şiir yazan insanlar birebir olmasa da birçok duyguyu farklı şekillerde yaşamış ve kâğıda dökmüşlerdir. Bu bağlamda birkaç şey söylemek sanırım çok bilmişlik olmaz.

a) Şiirlerde, şairinin mutlaka uyması gereken kurallar olduğu gibi şairinin tercihine bırakılanlar da vardır. Özellikle hece şiirlerinde ölçüye, kafiyeye mutlaka dikkat etmek gerekir. İlk kıtadaki hece ölçüsü ve kafiye örgüsü şiirin bütününde sergilenmelidir. Dil düzgün kullanılmalı özellikle kelimeler doğru yazılmalıdır. Şiir başladığı dil ile devam etmeli parça parça ya da değişik deneme ya da lehçeler olmamalıdır. Çünkü, şiirde bütünlük, devamlılık ve süreklilik esastır. ( Zaman zaman hoşumuza giden desteklediğimiz farklı çalışmalar deneniyorsa da Türk Edebiyatında henüz edebî kimlik kazanmış ve kabul edilmiş bunun aksi bir deneme yoktur ) Bu kurallara uyulması şaire ve şiirine özellik katmaz. Çünkü zorunluluktur!

Bu yönüyle baktığımızda 7+7 hece ölçüsü ve çapraz kafiye örgüsü ile yazılan bu şiirin iki acaba dedirten yeri olduğunu görüyoruz ( kafiye bağlamında )  “ anam /gam “ ve “ Merak /  haykırarak “

Kafiye anlayışındaki yazı mı ses mi tartışması eskiden olduğu gibi bugün de yarın da mutlaka devam edecektir elbette.

Aslında kelimelerin köklerine ilave edilen “mak” ekinden sonra eğer ikinci bir “ mak ” alıyorsa ilkinin, üçüncü bir “ mak ” alıyorsa ilk ikisinin hükmü kalmayıp son “ mak ” aldığı kısmı kök kabul edilmekte olup, ( yap - mak / yaptır – mak / yaptırıl-mak  / yaptırt – mak / yaptırtıl mak) anlamsal olarak da kökteki anlamı değiştiren her ilave o kökten ayrı değerlendirildiğini biliyoruz.  Buradaki kafiye çok dar pencereden bakmayı alışkanlık hâline getirenlerden bazıları itiraz edebilir. Hatta; “ merak / haykır….” gibi de değerlendirebilir. Onlarla tartışmaya girecek değiliz elbette. Fakat onların dediğini doğru kabul edersek Edebiyatın bir çok ustasının hata yaptığını kabul etmemiz gerekecek o zaman.

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... ( Merdiven / Ahmet Haşim)

“ Gam” a kafiye olan “ anam “ baktığımızda ise burada durum biraz daha farklı.

“Ana” olarak mı ( kök) düşüneceğiz, “ anam” olarak özelleştirecek miyiz? Öyle ya “ benim anamın başka analardan farklı olduğu gerçeği da var “ denilebilir.  Konuya ses uyumu noktasından baktığımızda hiçbir sorun görünmüyor. ( benzer kullanımları edebiyatın ustaları da çok yapmış ) Ama kelime / kök noktasından baktığımızda  biraz sıkıntılı. İşte bu şairin tercihidir. Hani İslâm’da bir kural var ya “ şüpheli ise kaçının “ diye. Şahsen ben bu kullanım tercihini yapmamaya çalışırım. Tehlike şurada; bu tarz kullanım eğer bir fetva olursa önü alınmaz bir hâle gelirse ses uyumuna bakılmaz ve herkes dilediği gibi kullanmaya başlar, redifler, ekler artık kafiye olarak düşünülmeye başlar. 

( En büyük sorunumuzun yazmaya düşkün olduğumuz kadar okumaya düşkün olmamamız olduğunu düşünüyorum. 2004 yılından beri Edebiyat sitelerinde gördüğüm bir başka sorun da yazılanlarda görülen hataların söylenmemesi, insanlara gereksiz iltifat ve kolay pâyeler vererek onları havaya sokmak ve artık bir noktadan sonra hata kabul etmez hâle getirerek milletin başına “ Üstad / Üstade “ diye belâ etmektir! Bu noktadan sonra ne yaparsanız yapın artık siyaha siyah diyemez oluyor, kralın çıplaklığını görmemezlikten gelmek zorunda kalıyorsunuz. )

b) Şairin tercihi ve şiir zekâsı ile şiire nakşettiği farklı özellikler o şiirin kalitesi, kalıcılığı ve diğer çalışmalardan farkını ortaya koyar. İşte bu özellikler ancak şiiri kaliteli yapar. Bağlamayı eline alan herkes mutlaka bir ses çıkarır. O sesin var olması bağlama çalınıyor izlenimini nasıl vermiyorsa şiirdeki her hangi bir ses de o şiirde ses olduğunu ya da sesin düzgün vurgulandığını ortaya koymaz.

Ehlinin elinde bağlama, ehlinin elinde kalem aynı şeydir.

( Özellikle, iç durakların ehemmiyeti burada çok belirginleşir. Şiirin bütününde iç durakların aynı olması genellikle şiir sesini çok olumlu etkilemez. Şiir sesinin vurgusu gereğince iç durakların kullanılması bana göre daha etkili bir tercihtir. 7+7 hece ölçüsünde bile Üstad Necip Fazıl’ın iç duraklara bazen uymadığını, anlamı ve vurguyu daha ön plana çıkardığını biliyoruz

( Kelime tercihlerindeki alternatifler gerek ses gerek anlam noktasında değişik şekillerde denenmeli, şiirdeki akıcılığı sekteye uğratacak bütün olumsuzluklardan kaçınılmalıdır. Özellikle kelime tekrarları, değil aynı kıta alt alta mısralarda mümkünse şiirin içinde hiç olmamalı ya da en az olmalıdır.( Elbette vurgu, te’kid, silkeleme babındakiler bu tekrarlar bahsinde değerlendirilmemeli.

Kelimeleri doğru yazmak ne kadar zorunlu ise noktalama işaretlerini kullanmak ya da kullanmamak, kelimelerde şapka tercihi şairin inisiyatifindedir. Ama, eğer şapka kullanılacaksa bunu keyfi değil bir dil uzmanının tavsiyeleri ile yapması gerekir. ( canım istedi buraya da koydum diyemez ) Bu konuda şahsen D. Mehmet Doğan’dan çok istifade edilebileceğini söylemeliyim. )  

Sayın Kuluğlu’nun şiirlerini az çok bilen biri olarak dört kıt’a ve daha az yazdığı birçok şiirine “ şiir en az beş kıt’a olmalı “ diye yaptığım itirazlar mı bir işe yaradı yoksa duygular daha az kıt’aya sığmadığı için mi bu şiir beş kıt’a oldu doğrusu bilmiyorum. Ama öğretmen olan arkadaşlarımız bilir ki verdikleri ödevleri en az bir dosya kağıdına sığacak şekilde isterler. Konuyu en güzel anlatan bir ödev birkaç satıra sığsa ve üç dosya kağıdı bilgiyi verse bile sayfadaki görüntüsü pek iç acıcı olmaz. Şiir de böyledir bana göre.  Belki emek verilmesinin, belki konuyu tam olarak anlatabilmesinin bir göstergesidir.

Madem ki; 7+7 hece dedik, çapraz kafiye ( abab) , beş kıt’a dedik.

Şiirin hemen başında ve beş kıt’a sonundaki serbest ifadelerin hece şiirine çok yakışmadığını, görsel ve dokusal ahenge çok uymadığını söyleyeyim peşinden.

Genellikle hanımların sayfa dizaynı, görsel işçilikleri ve titizlikleri elbette erkeklerden biraz farklıdır. Buna çok itirazım yok ama hece şiirinin dokusu çok da üzerinde oynanmaya müsaade etmiyor. ( Üstelik geçenlere hecenin bir başka hanım şairi hece şiirini hanımlara benzetmiş ve buna da itiraz etmiş, hecenin kuralları olan bir tarz olduğunu ve bu özelliklerin erkeksi özelliklerle daha çok bağdaştığını söylemiştim.) Hangi ilaveler olacaksa bunun hece kıstasları içinde olmasının daha doğru ve yakışır olacağını düşünüyorum.

Şiir dilini beğendiğim şairenin bu çalışması da beni yanıltmadı. Şiir dili ve mısra hakimiyeti, bir şiirde; şiir mi şairini yönlendirecek, şair mi şiiri yönlendirecek noktasında çok önemlidir. Çünkü kim etkinse onun dediği ön plana çıkıyor. ( şoför - fren – araç ilişkisi gibi)

 

Giriş kıt’asındaki;

“…………………………………………….

Yavrum hangi zalimin sevdasıyla harap der

Hangi yara sebebi bitmez tükenmez gamın?”

 

Son iki mısradaki “ hangi “ yukarıda bahsetmeye çalıştığım tekrar olmayıp, vurguyu artırmak ve dikkat çekmek için kullanılmış tekrarlardır. Ve oldukça da etkili durmaktadır.

 

Burada da öyle;

“………………………………………..

Çekiyorum gün be gün belki hak ettiğimi

Belki günahkâr ruhu günahsız uçururum” ( belki)

 

Bu tür vurguların sürükleyicilik adına da önemli olduğunu düşünüyorum ayrıca..

Ama, ilk kıt’adaki birinci ve üçüncü  “..der “ redifi ile biten  mısralar keşke bir sonraki ya da daha sonraki kıt’alarda olsaydı. Genellikle ilk kıt’alar bu tür redifleri pek kaldırmıyor. İlk kıt’a daha çok bir giriş bölümü olduğu için sesin başlangıcı, zihnin olayı algılaması ve dimağa yerleştirmesi anlamında daha çok etkilidir. Sesin artması ise ilk kıt’a sonrasında olursa hazmetmek ve beğeni daha üst seviyede olur.

İkinci kıt’adaki ikinci ve dördüncü mısralardaki;

İçimde dert büyütür..
Gönül kadehim dolar…

İlk yedilerdeki bitiş kelimelerin son sesinin farklı olması ses ve ahenk adına daha şık dururdu. Genellikle bu durumlarda aynı ses / sesler ( ..r ..ür / ..ler)  sesi kekemeleştiriyor sanki. Ayrıca ikinci mısrada peş peşe gelen   “..dert “ ve “ büyütür “ ün aynı sesle bitmesi de sesi bir başka noktadan olumsuz etkiliyor gibi. Bu tür incelikler genellikle yazılırken değil sesli okunurken daha net anlaşılıyor. Eminim sayın Erdemoğlu bu şiiri seslendirirken bunu hissetmiştir.

Dilbilgisi bilgilerim çok iyi değil ama baktığım kaynaklar “ Gün be gün “ ün yazılışının “ “günbegün “ şekliyle olduğunu söyler ( D. Mehmet Doğan / TDK )

“ Belki günahkâr ruhu günahsız uçururum “ Mısra bu şiirde anlamsal olarak en öne çıkan mısralardan biri. Aslında bu tür mısraların ( hatta daha kuvvetli ve anlamlı ) bu şiirde daha çok olmasını arzu ederdim. Çünkü hem kalem buna müsait hem şiir böyle mısralarla oluşursa okumak zevk veriyor.

Elbette final mısrasının hakkını da yemeyeceğiz;

  “ Ve son yolculuğuna çıkıyor ayaklarım…”

 Sanırım bu şiir ancak böyle bir mısra ile bitebilirdi.

Bir şiirde, şairin duygularını tartışmak, onları yargılamak, doğruluğunu ve yanlışlığını sorgulamak, üzerinde konuşmak ve dedikodu yapmak okuyucunun işi değildir. Okuyucu, okuduğunu anlamaya çalışmalı ve anladığı gibi değerlendirilmelidir. Her şiirden bir şey çıkarmak, onu keyfi tefsir etmek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bu vesile ile yazılanları şairin bize anlatmaya çalıştığı şekilde ancak değerlendirebiliriz.

İnsan duygulanır ve annesi hayattayken bir anne kaybını şiirde işleyebilir. Ya da hiç aşık olmadığı hâlde bir sevgiliyi kafasında resmedip bir şiir de yazabilir. Ne yani, neden böyle yaptı diye insanları mı sorgulayacağız?

Genellikle edebiyat / şiir sorunu ve derdi olmayan magazinsel ve naylon kişiliklerin bu tür uğraşlarını doğrusu yıllardır olduğu gibi bugün de ibret ve hayretle seyretmeye devam ediyoruz!

Şiir dünyasında hanım şairlerin olmadığından bahsedilir hep. ( ustalar bazında ) Ya da çok az. Bu elbette cinsiyetin verdiği bir eksiklik, eksik yaratılma anlamında değildir. Mutlaka birçok özellikten dolayı bu tesbit yapılmaktadır ama bana göre en büyük zaafları; hanımların şiir yazma, hazırlama ve ilan etme noktasındaki aceleciliğinden kaynaklanmaktadır.

Mesela bu şiir üzerinde birkaç gün daha çalışılsa idi birçok kelime yer değiştirmiş, özlediğimiz ve beklediğimiz kaliteli mısraların sayısı artmış, şiir âdeta başka bir hüviyete bürünmüştü. Bu yüzden çok önemli olduğunu düşündüğüm sabır / bekleme / demlenme sürelerini tekrar tekrar hatırlatmaya devam edeceğim sayın Kuloğlu.

Hece konusunda şahsen kabiliyetli gördüğüm çok hanımın olmadığı, olanların da daha çok emek, daha çok özen (  görsellikten çok şiirselliğe ) göstermesi gerektiğini, kesinlikle acelecilikten kaçınılmasını öğrenmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Şiir bunu hak ediyor değil mi?

Edebiyat sitelerinde ve Edebiyat Defteri’nde “ hecenin sultanı, hecenin prensesi, hecenin ustası, üstade, hoca.( .vs / vs ) “ pâyelerini almak hiç zor değil. Bu övgülere kendimizi de inandırabiliriz. Ama edebiyatın gerçekleri ile yüzleştiğimizde ve edebî arenada adımızın olması, özellikle bir hanım adının olması ve “ hanımlardan şair olmaz “ iddiasının çürütmek bakalım kime nasip olacak?

Bunu hayatta iken görmeyi çok arzu ederim.

Biliyorum ki meşhur olanlar “ bir zamanlar aynı sitede beraberdik “ diye Of’a kadar gidip bir kabri ziyaret etmekten daha önemli işlerle uğraşacaklardır.

 

Eyvallah!


Oflu / Mehmet Emin TÜRKYILMAZ







Yorumlar
Henüz yapılmış yorum yok




Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
25.4.2024 18:08:34
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.