Şiar / Yavuz Doğan
Oflu / Mehmet Emin TÜRKYILMAZ 1 Kasım 2010
Genelde, şiirlerde; şiirsellik ve şiirsel kalitenin, özelde,
hece şiirlerinde; usûl ve erkân, heceye bakış, tarz, anlamsal derinlik, duygu
aktarımı, bütünlüğün sağlanması ve okuyucuya duyguları yaşatabilme becerisinin
nerede ise ortadan kalktığı günümüzde, doğrusu; etkileyici ve akılda kalmayı başaran
hece şiirlerini bulabilmekte zorluk çekiyoruz. Hâl böyle olunca da hece şiiri
konusunda önyargıları, edebî ciddiyet ve donanımdan yoksun âfakî eleştirileri,
çağdaşlaşmayı kültürel ve edebî mirası sadece eski olduğu için inkâr etme
gafletine düşenleri sıkça görmekteyiz. Doğrusu, Divan Edebiyatı’nda çok sıradan
kabul edilen;
“ Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sihhat gibi “ ( Muhibbi)
..bu beyitteki ahengi, anlamı, derinliği birkaç sayfada
anlatamayacak olanlara söyleyecek çok şeyimiz yok elbette. Ama, heceye gönül
verenlere ve özellikle şiiri ciddiye alanlara söyleyeceklerimizi dün
söylediğimiz gibi bugün de ve ömrümüz olursa yarın da söylemeye devam edecek,
gözümüze takılan şiirleri bu sayfalarda mercek altına almaya gayret edeceğiz..
12 Ağustos 2009 Tarihinde sayfalar düşen bir hece şiiri:
Şiar - Biz ki cânı cânân bilip
başa tac eylemişiz
Biz ki gönlü âşkla yakmış teni sac eylemişiz�-
Hangi sözcük anlatır nasıl yandığımızı
Küle dönmüş bir yangın ortasındayken ömür.
Hangi lehçe zikreder çok usandığımızı
Gördüğümüz her anın arkasındayken ömür.
Say ki biz, feda edip ati için bedeni
Bir insan-ı kâmilin olurundan el aldık.
Say ki biz, yok sayarak menzili terk edeni
Islanmış bir kirpiğin yağmurundan el aldık.
Çünkü biz, can vermeye hazır beklerken aşka
İhanet, göğsümüzün bağrında filizlendi.
Çünkü biz, tanımazken melâl-i aşktan başka
Karanlık, bilinmezin kuytusunda gizlendi.
Çünkü biz, bir hançerin terk eyleyip kınını
Hem Rahman hem Rahim’in
desturundan el aldık.
Çünkü biz, kâinatın en büyük yangınını
Gül kılan İbrahim’in
düsturundan el aldık.
Belki biz, levh-i mahfuz yeniden yazdı diye
Vazgeçtiğimiz anı yaşıyoruz durmadan.
Belki biz, gördüğümüz hayaller azdı diye
Kahrettiğimiz canı taşıyoruz durmadan.
Belki biz, hiç bilmeden nerede bittiğini
Fark etmeden, bir aşkın kusurundan el aldık.
Belki biz, hiç bilmeden nereye gittiğini
”Enel Hak” şiarının Mansur’undan el aldık.
Yani biz, eskiyenin eskittiği takvime
Bir gün daha ekleyip uzattık nihayeti.
Yani biz, bir güz daha ekleyip her iklime
Doğru saydık bin yıldır duyulan rivayeti.
Yani biz, hatırlayıp unutulan her şeyi
Fethedilmiş bir şehrin son surundan el aldık.
Yani biz, sevda ile bir tutulan her şeyi
Yalan kılıp hüsranın tek nurundan el aldık.
Şimdi biz, ne söylense; “eyvallah” demek için
Kulağımızı sağır, gözümüzü kör kıldık.
Şimdi biz, melanete “illallah” demek için
Bedeni aşka uzak, yüreği nankör kıldık.
Şimdi biz, bir şafağı beklerken hiç bıkmadan
Güneşin terk edilmiş onurundan el aldık.
Şimdi biz, bildiğimiz doğru yoldan çıkmadan
Gecenin unutulmuş huzurundan el aldık...
( http://www.edebiyatdefteri.com/siir/263501/siar-.html )
Şiire yüzeysel baktığımızda; 8 + 8 li bir beyitten oluşan
girizgâh bölümü, sonra 8’li mısraların
oluşturduğu beş benden oluşan, 7 + 7 hece ölçüsü, “ ababcdcd……” kafiye örgüsüyle örülen bu
çalışmada; bir tanesi yarım olmak üzere tam ve tunç kafiyelerin sergilendiği,
kafiye sıralanışında da ses ahenginin ön plana çıktığını görüyoruz.
“ -Acaba dörtlü kıta şeklinde ( hazır kafiye örgüsü de bölünmeye
müsaitken) bu çalışma tasarlanamaz mıydı “ sorusu akla düşmesin diye şair, her
bendin ikinci dörtlüğüne başlarken:
“ Say ki biz…., Çünkü
biz…,Belki biz…, Yani biz…., Şimdi biz….” gibi vurgularla başlamış ve bu
vurguları aynı kıtada ikinci kez tekrar ederek bölünmemesi sadece görsel
tasarım olarak değil anlamsal tasarım olarak da düşünüldüğünü ve oluşumun tesadüfi oluşmadığını ortaya koymuştur.
Şu söylenebilir miydi? “ -Madem ki bir bendi iki çapraz
kafiyeli dörtlükten oluştururdunuz keşke sekizli bırakmasaydınız da bir ya da
iki mısra ilave etseydiniz..”
Şüphesiz bu tarz şiirlerde bu uygulamanın olumlu ve olumsuz
neticeleri olabilir bana göre.
Olumlu yönü: İki çapraz kafiyeli dörtlükten oluşan bende
ilave edilen bir ya da birden çok mısra ile sesin bend sonlarında anlam vurgusu
ile kendi başına daha sağlam bir görüntü sergilemesi sağlanabilir.
Olumsuz yönleri ise:
a)Genellikle bu ilaveli bendlerde gördüğümüz şiirlerde;
şiirsel akıcılığın ve bütünlüğünün sekteye uğraması,
b) Bendler arasındaki geçişlerde sesin ve anlam devamlılığın
sağlanamaması,
c) Hele, onlu mısra sayısını aşan bendlerde mısra
kalabalıklığı gibi algılanması.
Bu tercihi yapacak olan elbette şiirin şairidir. Bu
çalışmada gördüğümüz ise yazılan her şeyin gayet güzel oturduğu ve kıvamında
olduğudur. Yani şiir, yüzeysel ve görsel olarak hatasız oluşturulmuştur.
Şiirlerin en önemli kısmı elbette içerik, anlam, ses,
sürükleyicilik, duygu aktarımı, anlamsal derinlik ve devamlılık olduğuna göre
bu şiirin bu yönlerine daha çok önem vereceğiz.
Öncelikle; gerek kelime gerek mısra uyumunda dokusal bir
uyumsuzluk göze çarpmamaktadır. Yerleştirilen her kelime ve mısra yerine
oturmuş, “ merasim taburu “ görüntüsünü ve uyumunu şiirin bütünsel ve bendsel
dokusu ile bir çakışma ve zıtlık göstermeden sergilemiştir. Bu uyum, ses
görüntüsünü akıcı hâle getirdiği gibi gerek mısra gerek bend gerekse şiirin
bütününde “ duvar çarpma ” ya da “ şelâleden düşme “ diye adlandırdığımız
olumsuzlukları göstermemiş ama okuyucuyu uyutacak bir monotonluktan da uzak
kalmayı sağlamıştır. Özellikle iç vurgular, (te’kid) teşbihlerdeki
sıradanlıktan uzak ve sağlamlıklar sesin ve akıcılığın bir mühendis ölçüsüyle
hesaplandığı izlenimini vererek, “okuyucuyu silkeleme “ prensibini gayet güzel
başarmıştır. Okuyucu ilk mısradan hatta girizgâh bölümünden son mısraya kadar
dikkatlice ve zevk alarak “şiir okuma zevkini” dimağında hissetmiştir.
Anlamsal olarak:
Başlangıç bendinin ilk ve üçüncü mısrasındaki;
Hangi sözcük anlatır
nasıl yandığımızı
Hangi lehçe zikreder
çok usandığımızı
Soruları ile başlanılıp, ikinci ve dördüncü mısralarda;
Küle dönmüş bir
yangın ortasındayken ömür.
Gördüğümüz her anın
arkasındayken ömür.
soruların oluştuğu
hâl ve ahvâli de duyurması sadece sorgulatmayı değil “ hangi hâlde hangi hâl
üzerinde olunduğunu da muhatabına hatırlatarak bir kafa karışıklığına meydan
vermemeyi başarmış ve daha ilk mısrada dikkatlerin şiire yoğunlaşmasını
sağlamıştır.
( Özellikle hece şiirlerinde giriş bölümünü çok önemlidir.
Ya insanı uyutan bir ritim ya rehâveti açan bir silkeleme görülür ki; eğer
kendini okutmayı başarabilmişse bu his şiirin sonuna kadar devam eder.)
Bu şiirde, şairin; ne söylediği ne anlatmak istediği,
anlatılmak istenen ile okuyucunun anladığının aynı noktada bileşip
birleşemediği konusuna gelince;
Mısra aralarında mesajlara baktığımızda girizgâh bölümü aslında şiirin
şifrelerini okuyucuya veriyor sanki;
“- Biz ki cânı cânân
bilip başa tac eylemişiz
Biz ki gönlü âşkla
yakmış teni sac eylemişiz”-
Mısralarındaki hâlin beyanı cân- cânân ve gönül – aşk
eksenindeki bakış açısını, bu değerlere zihnin bakışını ve bedensel
fedakârlığın hangi noktada olduğunu gayet iyi açıklıyor. Aslında burada birkaç
durum ve bu durumlara verilen bazı mesaj gözden kaçmıyor.
a) Biz
bu hâldeyken, bizim bakış açımız, felsefemiz bu iken, bizde cân, cânân uğruna
nelerin feda edildiği, edileceği göz önünde iken muhatap olacağımız ve
verilecek olan karşılığın düşüncelerimizle ve bakışımızla örtüşmemesi asla bize
sürpriz olmaz. Çünkü biz şahsa değil derinliğe ve misyona odaklanmışız..
b) Güncel
ve ufak kayıpların bize yaşatılması, ufak düşünülmesi bulunduğumuz durumu ve
yüklendiğimiz misyonu kesinlikle etkilemez ki; biz O’na ve O’nda kaybolmayı
şiar edinmişiz.
c) Zamanın ve zamanenin
dejenerasyona uğramış bakış açısı karşısında dimdik ayaktayız.
Elbette, şiirin içindeki hayal kırıklığı olmasa da bir sitem
duygusu hissediliyor;
İhanet, göğsümüzün
bağrında filizlendi.
Karanlık, bilinmezin
kuytusunda gizlendi.
Mısralarının vurgu yaptığı bu duruma verilen cevap ise gerek
mısra tekniği gerek anlamsal isabet gerekse teşbih sanatı olarak oldukça
etkileyici;
Çünkü biz, bir hançerin terk eyleyip kınını
Hem Rahman hem Rahim’in
desturundan el aldık.
Çünkü biz, kâinatın en büyük yangınını
Gül kılan İbrahim’in
düsturundan el aldık
Burada öne çıkan bir başka vurgu var ki; doğrusu üzerinde
durmadan geçmek istemedim.
“Hem Rahman hem Rahim’in desturundan el aldık.”
Biliyoruz ki; “ Rahman “ ve “ Rahim ” Allah’ın (cc)
isimlerindendir. İlk bakışta aynı anlama gelen iki isim neden kullanılmıştır?
Şair kelime sıkıntısı ve hece kaygısı mı taşımıştır?
Elbette hayır!
Bu iki isim Allah’ın (cc) isimlerinden ikisi olmakla
birlikte ihtiva ettikleri anlam itibarıyla ayrıca iki ayrı özellik taşırlar.
Rahman ismi:
Dünyada bütün mahlukata rızık veren, yarattığı her canlının yaşamını devam
ettirecek rızkı garanti eden anlamındadır.
Rahim ismi :
Dünya hayatından sonraki hayatta, sadece; dünyada kendine tâbi olan ve itaat edenlere rızık ve
ihsanda bulunan anlamındadır.
Bu anlamlar göz önünde bulundurulduğunda ( bilinçli
kullanıldığını düşünüyorum) ve ardından ;
Çünkü biz, kâinatın en büyük yangınını
Gül kılan İbrahim’in
düsturundan el aldık.
Mısraları ile devam edilip bend finali yapılması; özgüvenin
ve bir meydan okumanın açık bir ifadesidir. Ama, bu meydan okumadaki üslûp ve
ahenk o kadar ince bir çizgi ve estetik ile sergilenmiştir ki; Rahman ve Rahim
özelliklerine yapılan teşbihin Nemrut’un ateşine İbrahim’in (as) teslimiyeti ve
İbrahim’in Rabbi’nin “ .. yâ nâru kûnî
berden ve selâmen alâ İbrahîm “ ( Enbiya 69) nidâsındaki; sâhip olunan
mutlak gücün azametini hatırlatırken, ciddiyetin sonucundaki şefkat noktasını ön plana çıkarmayı da
ihmal etmemiştir.
Ayrıca; şiire güç
anlamında damga vuran bir ifade daha var; “..Biz..”..
“ Biz “ ifadesi başta Kur’ân’ı Kerim’de Yüce Yaratıcının
kendini tanımlayan (nehnu) mutlak ifadesi başta olmak üzere, gücü simgeleyen
her devlet, şahıs ve bireyin kullandığı bir ifadedir. Tasavvufta “ benliği “
dizginlemek, ondan sıyrılmak, nefsi muhatap almamak ve şımartmamakla
özdeşleşmiş olsa da biliyoruz ki; “ biz “ “ ben ” in çok fazlası ve gücün
değişmez sembolüdür. Bu tercih, şairin; ağlayıp sızlayan, derbeder bir
görüntüden uzak dimdik durabilen, vakarlı ve asil bir görüntüyü benimsediğini;
kırılsa, paramparça bile olsa bükülmeyecek bir yapıda olduğunu;
“ Enel Hak” şiarının Mansur’undan el aldık.”
..mısrası ile de gayet net bir şekilde ortaya koyuyor.
Hülâsa; sağlam, ayakları üzerinde durabilen, vakur ve güçlü
bir şiir.
Özelde heceye, genelde şiire olan katkılarınız ve
ciddiyetinizden dolayı;
Teşekkürler Yavuz
DOĞAN.
Oflu / Mehmet Emin TÜRKYILMAZ 01 Kasım 2010
Yorumlar
6.1.2017 17:27:01
JvDsLM http://www.FyLitCl7Pf7ojQdDUOLQOuaxTXbj5iNG.com
LLShTttWhlZPbwyrjI
30.1.2011 18:13:27
Şiir güzel Şair güze Yorum dahada güzel (12.11.2010 13:35:56)
Salih Yıldız
30.1.2011 18:11:39
İlk okuduğumda ilham dalgalarının tüm benliğimi sardığını hissettiğim bir şiir oldu Şiar ... Her satırını tekrar tekrar okuyup sindirmeye çalıştıkça yeni kapılar açıldığını hissettiğim ,şiirde yeni keşiflere çıktığım ,anlam ve teknikte gayretkeşliğimi artıran bir şiir oldu Şiar...
Teşekkürler
Yazan ve yorumlayan saygın kalemlere
(30.11.2010 16:08:02)
Hale Kuloğlu
|