|
Nâbi / Hayatı
Nabi, on yedinci ve on sekizinci yüzyıl Osmanlı dîvan şâirlerinden. Asıl
adı Yûsuf’tur. 1642’de Urfa’da doğdu ve 1712’de İstanbul’da vefât etti. Hacı
Gaffarzâdeler isimli bir ulemâ âilesinden olup, iyi bir tahsil gördü. Arabîyi
ve Fârisîyi bu dilde şiir yazacak kadar iyi öğrendi. Urfa’da arzuhalcilik
yaparken, vâlinin tavsiyesiyle, yirmi beş yaşında İstanbul’a gitti. Vezir,
Muhasip Mustafa Paşanın dîvân kâtibi oldu. Bu sıralarda, şâir Nailî ile
görüşmek sûretiyle şiir kâbiliyetini geliştirebilmek fırsatını buldu. Arapçada
“yok” mânâsına gelen “nâ” ve “bî” eklerini birleştirerek “Nâbî”yi kendine
mahlas yaptı.
Dîvân kâtipliği esnâsında Dördüncü Mehmed Hânın da iltifat ve ikramlarına
kavuşan Nâbî, pâdişâh ile berâber Lehistan (Polonya) Seferine iştirak etti ve
Kamaniçe Kalesinin fethi üzerine târih düşürerek yazdığı “Düşdi Kamençe kısmına
nûr-ı Muhammedî” şiiri, kale kapısına işlettirildi. Giderek devlet ricâli ve
aydınlar arasında hoş-sohbet, tatlı ve tesirli söz söyleyen, geniş kültürlü
birisi olarak tanındı. 1677’de hacca gitmek istediği zaman pâdişâh kendisine
Mısır vâlisine hitâben yazılmış olan şu fermânı verdi; “Refah üzre
haccettirmek; murâd-ı hümâyunumdur. Nâbî Efendinin, hayırlı haccından teşekküre
değen gayretlerinizin bulunmasını isterim.” Nâbî hacdan sonra,
Tuhfet-ül-Haremeyn (Hicaz Hediyesi) isimli eserini yazarak Dördüncü Mehmed Hana
takdim etti.
Musahib Mustafa Efendinin Mora’ya kaptan-ı deryâlık vazifesiyle gönderilmesi
üzerine Nâbî de onunla gitti. Çok sevdiği Mustafa Paşanın vefâtı üzerine
Haleb’e yerleşti ve orada evlendi.
Nâbî Haleb’deyken pâdişâhlar değiştikçe cülûs yazıp gönderirdi. Altı pâdişâhın
saltanatını gördü. Pâdişâhların hepsi de şiirlerini beğenip ikrâmlarda
bulundular. Yirmi beş yıl kaldığı Haleb’de fevkalâde güzel gazellerin yer
aldığı Türkçe Dîvân’ını ve mesnevi türündeki Hayriyye ile Hayrabâd’ı yazdı.
Şiirleri çok sağlam olup, atasözü ve vecize hükmüne geçmiş birçok mısraları
vardır. Daha çok öğretici mahiyette, didaktik şiirler yazdı. İstanbul
Türkçesini çok iyi kullandı. Hayriyye, 1857’de Fransızcaya tercüme edilerek
Paris’te yayınlandı. Bu meşhur eserinde, tecrübeleri ve İslâmın esaslarından
başlayarak, ilim edinme yollarını, sanat ve kültür merkezi İstanbul’un
güzelliklerini, sosyal ve ferdi akıcı bir üslûpla dile getirmektedir. Ahlâkî
meseleleri de çok güzel ve etraflıca anlatan Hayriyye uzun zaman okullarda ders
kitabı olarak okutuldu.
Baltacı Mehmed Paşanın Halep vâlisiyken İkinci defâ sadrâzamlığa tâyini
üzerine, Nâbî de, birlikte İstanbul’a geldi. Nâbî bu defâ da Darphâne emîni ve
AnadoluMuhâsebeciliği vazifelerinde bulundu. Kendisine zamanın edebiyatçıları
tarafından “Şeyh-üş-Şuarâ” ünvânı verildi. Sonra, birçok edebiyatçı üzerinde
müessir oldu. Edebiyatımızda “hikemî şiir” ekolünün temsilcisidir. Bunu, Koca
Râgıp Paşa başta olmak üzere, diğer şâirler devam ettirmiştir.
Nâbî Efendi, şiirlerinde iyiyi ve doğruyu vermeyi hedef almıştır. O, bir
düşünce ve hikmet şâiridir. Şahsi duyguları, gönül arzularını aşmış, hakîkî bir
Müslümanın hayâtını hem yaşamış, hem de şiirlerinde yaşatmıştır. Fâni dünyânın
ahvâline aldanmamak, kimseye haksızlık, zulm etmemek, hep müşfik, merhametli
olmak, gurur ve kibirden sakınmak, şiirlerindeki nasihatlerinden en çok
rastlananlarıdır. Dili sâde, söyleyişi düzgün, rahat ve çekicidir. En güçlü
şiirlerini gazel tarzında vermekle berâber, rubâî, kıt’a, kasîde, mesnevî de
yazmıştır.
Ayrıca dil hakkında görüş sâhibidir. Tuhfetü’l-Haremeyn gibi bâzı eserlerinde
ağır ve anlaşılması güç bir dil kullanmasına rağmen, şiir dilinin açık ve
anlaşılır olmasını ister. Hatta bu hususta;
“Ey şiir meydanında satan lafz-ı garîbi,
Dîvân-ı gazel nüsha-i kamus değildir?”
demekten kendini alamaz.
Nâbî, İstanbul’a geldikten iki sene sonra vefât etti. Kabri Karacaahmed
Mezarlığında Miskinler Tekkesine giden yolun sol kenarında olup, İkinci Mahmûd
Han ve İkinci Abdülhamîd Han tarafından tâmir ettirildi.
Kaynak: turkcebilgi.com
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|