Oflu'dan Şiir Çıtasını Parçalayan İki Şiir / Mustafa CEYLAN


Mehmet Emin Yurdakul “Şairleri haykırmayan bir millet /Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” der.

Bu milletin sesi, gözü, kulağı olmak zorunda bulunan şairler, “vatan yanıyorken” susamazdı.

Memleket sevdasıyla dolu bir yüreğe sahip olan şairlerimizden birisi de Oflu-Mehmet Emin Türkyılmaz’dır.

Kısaca “Oflu Hoca” adını verdiğim şairimizin “Kurtuluş Reçetesi” ve “vatan Yanıyorken” başlıklı iki şiirini defalarca dönüp dönüp okudum. Her iki şiir de günümüz Türkiye’sini mükemmel bir şekilde tasvir ediyordu. Sadece tasvirle kalmayıp bir de Mehmet Akifce bir yaklaşımla hem hicvetmekte, hem de çözümler sunmaktaydı. Okudukça, has şiirin hasretiyle kavrulan yüreğime ümit ışığı bağdaş kurup oturdu.

Şiirin gündelik politikaya alet edilmesine hep karşı durmuşumdur. Ama, gündelik politikanın millet üzerinde oluşturduğu kara bulutları, gene gündelik ifade rüzgârlarıyla göklerimizden süpürmesini de alkışladım.

Şiir, bazen yazıldığı dönemin kelimelerden resmini yapar. Yapılan o resimde, şairin sesinin rengi, toplumun sessiz görünen mahşeri vicdanı, ortak dili de bulunur.

Akif, “Süleymaniye Kürsüsünden” şiirine;


“Bir de İstanbul’a geldim ki: bütün çarşı pazar /Nâradan çalkanıyor, öyle ya… Hürriyet var!” mısraları ile girer. Akif, “1908 hürriyetinin ihtirasları nasıl başıboş bıraktığını ve cemiyeti nasıl korkunç bir anarşiye sürüklediğini tasvir ediyor Galeyanı hürriyet sananlar, sarhoş veya deli gibi ne yaptıklarını bilmiyorlar. Akıl ve mantık tanımayan kalabalık, anarşik bir halde sokaklara dökülüyor. Neyin takdir olunduğu bilinmeyen bir alkıştır, gidiyor. Şuursuzluk, cemiyetin en hayati sahalarına, hükümet dairelerine, mekteplere kadar yayılıyor. Matbuat sosyal birliği parçalamaktan çekinmiyor. Cinsi duygular istismar ediliyor. Dine hücum etmek, vicdan hürriyeti sayılıyor. Eğlenmek için borç alarak Avrupa’ya koşuluyor…”(1) şeklinde Süleymaniye Kürsüsü’nden vaaz diliyle resmeder olumsuz memleket manzarasını, bir güzel hicveder, alaya alır. “Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük / Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!” diyen Akif, keskin kalemini susturmaz.

Oflu Hoca’ da, Akif çizgisinde yürüyüşüne devam eder. Eder de, mısra kuyumculuğu ile kendisine çizdiği ve benim tespit ettiğim şiir çıtasını parçalamadan çekinmez.

Böyledir işte, büyük şiir, kalıbı, zaman süzgecini, eleği, çıtayı parça parça eder. Şiirin büyüklüğü, veznin ve fiziksel yapının sağlamlığından çok, öze dayanırsa daha bir güzel oluyor.

Muhtıra, tank, Irak, PKK, terör, bomba, şehid gibi hassas ve önemli konuların gündemimizin ilk sırasını işgal ettiği bu içinde bulunduğumuz zaman diliminde, “şairleri haykırmayan öksüz, yetim, garip çocuk” olacaktık, nerdeyse.

İçime zift karası bir zindan oturmuş, öfkeme sıkılan kalemimin nabız atışı ne zaman tercüman olacak bakalım diye sancılar çekip durmaktayken, Oflu Hoca’nın bu iki şiiri düşüverdi bir anda. Öylesine rahatladım ki, tarif edemem…

“En büyük mahkemeyi mahkum eden bir mahkeme” döneminin resmini çizmiş “Vatan Yanıyorken” de Oflu Hoca…. Her kıtası baştan sona mesaj içeren bu şiir, milli vicdanın susmayıp haykırışıdır. Zaten, kendi çıtasını Oflu, mesaj bombardımanıyla parçalamıştır.

İktidarı, muhalefeti, basını, hukuk kurumları, vs. kuruluşlarıyla zor ve kara günleri, sıkıntılı anları yaşamakta olduğumuz herkesin malumudur. Şair, bu malumu ilân etmiş.

“Bir yanda “Muktedir”e rüya gören iktidar /Diğer yanda kendine muhalif muhalefet” dedikten sonra, bütün olumsuzlukların kaynağını, sivrisineklere sebebiyet veren bataklığı da “
Altı kanlı üçgenli mavi renkli yıldızın/ Çizdiği haritada soysuz bir işgal başlar!” diyerek ortaya koyar.

Ortadoğu’yu kan gölü haline çeviren ABD ve AB’nin aslında büyük İsrail projesini gerçekleştirme uğruna sergilediği bu zulüm ve kan oyununa ve “Çamura batan ruha yetmezken Dicle, Fırat” Globallik uğruna oturulan sofrada /Sunulan her lokmanın adı bal tadı ağu /Mazisi kanlı yüzsüz! Hala aynı tafrada Kendi şâşaa içinde, kan gölü Ortadoğu…”

Şair, tarihe tanıklık eder. Tarihi tehir etmez, takvim yapraklarıyla rakseder de, acının sofrasında çileye kaşık sallar.

Acı ve çiledir, duygu barajının kapaklarını açan. Barajın arkasında, güç bela, sabrederek susmuş bir isyân türküsü vardır. “Yeter!” seslenişi vardır. Papasıyla, misyonerlik faaliyetleriyle, terörü besleyen “batı” yanında, yağcı, yaltakçı “gökdelen basını” vardır ki, ellerinde renkli düdükleriyle vatanı bölmek isteyenlere alkış tutmadadır…

Devir işte böyle bir devirdir. Yanımız, yöremiz, çevremiz ateş çemberi; içimize atılıyor hain ellerden hain bombalar.

Şiirin hammaddesi toplumdur. Her yönüyle toplum… Toplumsal gerçekçilik, arı-duru dille ve milli vezinle desteklendiğinde, bakir-el değmemiş kelimelerle mısralaştığında hoşuma gidiyor. Hele bu mısralanış da alışılmışın dışında söylem ve diziliş varsa tadından yenmez oluyor.
Oflu Hocamız, beni rahatlatan ve içime şiir adına ümit ışığı yakan iki şiirinden birinde “çapraz kafiyeyi” kullanırken, ötekinde Türk Halk Şiirimizin “koşma” tarzını benimsemiş. Konularına da uygun bir tarz seçimi doğrusu…

Ozanlık geleneğini yaylada kelepçeleyip, pop musikisini baş köşeye koyalı beri saz suskun, saz ağlamakta. Söz kısır. Söz sultanı hüzün sağmakta buluttan memesinden şiir defterlerimize, internet sitelerimize.

Sazı kilitleyip, tezenesini kaybettik kaybedeli; çıkmaz oldu Karacoğlanlar, Köroğlular, Yunuslar, Dadaloğlular, Pirsultanlar. Onların karbon kâğıdı kopyası bile olamaz olduk, ne yazık!

Zulümle hükmeden Bolubeyi kadar da mı değil, tek kutuplu dünyayı idare edenler? Çamlıbelde çam yanar, tutuşur; çöl olur evren, kan fışkırır süngüden, açlık bebek arar öldürmeye, terör ana arar ağlatmaya, ağıt yakmaya. Nerde benim, Çamlıbel’ de “Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir” diyecek Köroğlularım? Dağları işgâl eden kalleş-hain bir uşak örgüt pis emellerine ulaşmak için ölüm yağdırmada kentlerimize. Nerde benim yiğit Dadaloğlularım? Pirsultanlarım sustum’ola heyyy!!!

Ey zaman, ey takvim, ey saat!!! Ey yiğitleri doğuran analar! Ey bayrak gönüllüler, ey vatan kokulu al çiçekler, ey bire bin veren başaklarım, ey huzura, medeniyete nur yağdıran şafaklarım, nerdesiniz? Neredesiniz?...

Vatan yanıyorken, susanlar; yangına su değil benzin dökenler var, görmüyor musunuz?

İyi ki varsın Oflu Hocam. İyi ki varsın!

Sözü fazla uzatmadan, bana, yüreğime tercüman olan her iki şiiri geliniz birlikte okuyalım. Ve susma Oflu’m! Yaz, n’olursun yaz! Daha daha!...


“VATAN YANIYORKEN

Mizansız bir dengede barut kokar ithamlar
Hak; nöbeti devretmiş, vicdan; müzmin kekeme
Cübbeleri giyince zangoçlar ve hahamlar
En büyük mahkemeyi mahkûm eder mahkeme!

Bir yanda; " Muktedir "e rüya gören iktidar
Diğer yanda; kendine muhalif muhalefet
Gökdelenler basını Bâbıâli’ye kindar
Sivil toplum gürûhu; topluma zıt zarafet(!)

İmitasyon sevdaya kurban edip gerçeği
İllüzyon seansında " Millet " i bağışladık!
Sihirbaz şapkasından beklenen geleceği
Garba sofra yaptık da; tarihi söğüşledik!

Kiralık beyinlerde cepheler haraç mezat
Yönsüzlük; güzergâhın en rağbet gören yolu
Geçmişiyle övünen torun: dededen âzat
İnleme nöbetinde Sakarya, Gelibolu!

İstiklâlin zor yolu kıldan ince bir sırat
İnce ki; cehennemi andırır çilesiyle
Çamura batan ruha yetmezken Dicle, Fırat
Kalkmış da ders veriyor şaşırtan hilesiyle!

Dünya, gerçeklerini örten sahte yaldızın
Hipnoz alanındayken hızlanır ve yavaşlar
Altı kanlı üçgenli mavi renkli yıldızın
Çizdiği haritada soysuz bir işgal başlar!

" Dinler diyalogu " nu pazarlarken misyoner
Gamalı mihrakların bitmiyor hakareti
Engizisyon mahkûmu; şarlatan yanar döner!
Boynunda yafta yafta geçmişin rezaleti!

Globallik uğruna oturulan sofrada
Sunulan her lokmanın adı bal, tadı ağu!
Mâzisi kanlı yüzsüz! Her gün ayrı tafrada
O şâşaa içinde, kan gölü Ortadoğu!

Ve, ülkem!... Savrulurken çarmıhında Papa’nın
Riyakâr notalardan ses düşer: “ dost, dost! “ Diye
Yağlı ilmeğe doğru uzatılan sehpanın
Kara kalem portresi en gerçekçi hediye!

Gaflet sarhoşluğunda düşleri kaşıyanlar
Bu yadsınmaz gerçeği hâlâ rüya sanıyor
Ey bu mukaddesatın yükünü taşıyanlar! ;
Vurdumduymaz tezgâhta din ve vatan yanıyor !...


Oflu

**
“KURTULUŞ REÇETESİ

Koy gitsin! Dert etme ipin ucunu
“Kâl”in inkârını “Belâ”ya yükle
Çarpık bir nizamın ağır suçunu
Mimarı unutup, âlâya yükle

Boz, dağıt, parçala ! Kalmasın düzen
Mutlaka maktuldür katili üzen ( ! )
Tufan özlemini tespihe dizen
Sapkının suçunu belâya yükle

Fitneyi, fücûru güne yayıp da
Fâili bırakma sakın ayıpta !
Geceden siyahı tez yıkayıp da
Cürmü; leke-leke elâya yükle

Hece-hece, satır-satır dostluğu
Yaz ama yaşama, batır dostluğu
Sonra musallaya yatır dostluğu
Ardından vebâli salâya yükle

Anne ayrı telde, babaysa sazda
Boynuzlar garnitür olmuş piyazda
Geçmişin suçunu dedeye yaz da
Günü; sokak-sokak balaya yükle

Mazbuttan yüz çevir, şirreti dost et
Sevgiyi unutup, nefreti dost et
“Acı” diye- diye gurbeti dost et
Sonra; eyvah-eyvah sılaya yükle

Kendi kusurunu yama âleme
Sen gül, yamanmışlar düşsün eleme
Göreni görünce sarıl kaleme
Taşı; bakış-bakış şehlâya yükle

Işığa duvar ol, yüz çevir nûrdan
Gururu, kibiri cüz say onurdan
Utanıp sıkılma kirden, çamurdan
Suçu; şeffaf diye cilâya yükle

Beşeri incitip sırt dön Hudâ’ya
Kulak verme Hakka; eşsiz nidâya
“Çok erken geldin ya” deyip vedâya
Boşa geçen ömrü; Mevlâ’ya yükle ( ! )”

Oflu.


(1): KAPLAN, Prof. Dr. Mehmet; Şiiir Tahlilleri, Dergâh Yyn, Ekim-1975, Shf:167
..

Mustafa CEYLAN









Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.


Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
23.11.2024 09:27:05
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.