19. Yüzyıl Âşıklar Geleneğinde Âşık ERZURUMLU EMRAH’ın Yeri / Prof. Dr. Erman ARTUN
19. YÜZYIL ÂŞIKLIK GELENEĞİNDE ÂŞIK ERZURUMLU EMRAH’IN YERİ
Prof. Dr. Erman Artun
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. Âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı, bağımsız bir sosyo-kültürel kurum
kimliğiyle ortaya çıktığı 16. yüzyıldan günümüze kadar, Türk kültür yaşamı
içinde yer alan bütün ögeleri içine alan Türk kültürünün bütün katmanlarınca
özümsenen ve çağlar süren toplumun ortak kültür kodlarını oluşturan önemli bir
kurum olmuştur. Türk sosyo-kültürel yapısı içinde oluşan serbest ve zorunlu
kültür değişmeleri toplumsal dokuyu şekillendirmiş, yapısal ve işlevsel yönden
âşıklık geleneğine önemli kaynak olmuştur (Çobanoğlu, 1999: 54).
Türk kültürü, yeni yurt edindiği Anadolu coğrafyasında yeni bir
kültürel kimlik kazanınca, millî öze bağlı epik şiirler söyleyen
ozan-baksıların yerini İslâmî öze bağlı lirik şiirler söyleyen âşık aldı.
İslâmiyet öncesi Türk edebiyatında ozanların kahramanlık konulu destanlar
söylediğini biliyoruz. Bu da Türk edebiyatının, Türk kültürü içindeki
sürekliliğini ortaya koymaktadır. Ayrıca ozanların orduda çeşitli sosyal ve
kültürel etkinliklerde bulunmak gibi işlevleri vardı. Dinî-tasavvufî halk
edebiyatının oluşumundan sonra tekkelerle bağı bulunan ordu âşıkları, ozanların
görevlerini üstlenmişlerdir (Köprülü, 1989:72).
Âşık edebiyatı, ozan-baksı edebiyatı geleneğinin İslâmiyet’ten sonra tasavvufî
düşünce ve Osmanlı yaşama biçimi ve kabulleriyle birleşmesinden doğmuştur.
Önceleri dinî-tasavvufî halk edebiyatı olarak gelişen millî Türk edebiyatı 15.
yüzyılın sonlarından sonra sosyal ve siyasî nedenlerden dolayı yeni bir oluşum
içine girerek âşık edebiyatı olarak şekillenmeye başlamıştır. Bunda üç süreç
etken olmuştur. Bunlar: kutsallıktan arınma, kültürel farklılaşma ve halkın
yeni coğrafyada yerleşik düzenle bireyselleşmesidir.
Âşık şiiri, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu derviş edebiyatından gelen
motiflerden etkilenmeye başlamıştır. Âşığın olağanüstü güçlerle donatılması,
onun sanatını hazırlayan dolu içme törenlerinin yapısı, bizi Orta Asya inanç
sistemlerine kadar götürür. Âşık tipi, Allah’la mistik birlik arayan tekke
âşığından ve müzik, dans eşliğinde yarı sihirbaz, bilici, destan söyleyici
ozan-baksı tipinden ayrılır. Âşık kutsal olmayan yerlerde kahvehanelerde,
hanlarda, düğün evlerinde halkı eğlendirmekle görevli, bir güzele bağlılık gibi
din dışı konuları işleyen bir sanatçı tipi olmuştur (Başgöz, 1977a:254). 14.-
16. yüzyıllar arası yaşayan ozan-baksılara ait metinlerin olmaması bizim
sağlıklı değerlendirme yapmamızı engellemektedir (Köprülü, 1962:29).
Her edebî gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç
sisteminin, yaşama biçiminin sanatçılar tarafından özümlenip, yorumlanmasıyla
özgün anlatımlara kavuşur. Anadolu halk edebiyatı, ozan-baksı geleneğinin geniş
anlamda zaman, zemin, inanç sistemi, dünya görüşü ve yaşama biçiminin
değişmesiyle oluşmuştur (Günay, 1988:101). Âşıklık geleneği yeni coğrafyada
yeni bir bakışa, yeni bir hayat anlayışına ve zevkine cevap verecek bir biçim
ve öz kazanmıştır. Tasavvuf diğer edebiyatları olduğu gibi Anadolu’da oluşan
âşık edebiyatını şekillendiren bir yol, bir yaşama biçimi olmuştur. Anadolu’da
ozan-baksı geleneği, yerini yeni kültürle oluşan yeni bir sanatçı tipine ve bu
kültürün beğenisine cevap verecek “ âşık şiiri “ olarak adlandırılan bir
geleneğe bırakmıştır (Artun, 1996:11-25).
Erzurumlu Âşık Emrah’ın 19. yüzyıl âşıklık geleneğinde yerini belirlemek
için 19. yüzyıl âşıklık geleneğine kısaca göz atalım. Divan edebiyatında
mahallileşme akımı artarken, diğer yandan âşık şiiri divan edebiyatı etkisine
daha fazla girerek halktan ve halk zevkinden uzaklaşma eğilimi göstermeye
başlamıştır. Şehirli âşıklar, Âşık Ömer ve Gevherî etkisinde kalarak aruz
ölçüsünü, divan şiirinin nazım şekillerini daha çok kullanmaya başlamışlardır.
Hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerde de daha çok Arapça ve Farsça kelime, terkip
ve tamlamalar kullanmağa başlamışlardır (Köprülü, 1962:524).
Âşık zümreleri oluşmuş, İmparatorluğun parçalanması, politik ve sosyal
değişimler şiirin konusunu etkilemiştir (Köprülü, 1962:391). 19. yüzyılda en
dikkati çeken olaylardan biri de âşık kolu adını verdiğimiz usta-çırak
ilişkileridir. Âşıklık geleneğinde önemli rolleri olan âşık kollarının bu
dönemde yer alması önemlidir.Bu kollar: 1)Emrah Kolu 2) Ruhsatî Kolu 3) Şenlik
Kolu vd.dir. Tekkelerin kurulduğu ve geliştiği şehir ortamlarında âşıkların,
tekke ve medrese kültürüyle yoğrularak 19. yüzyıl sonlarına kadar geleneksel
tavırlarını sürdürdükleri görülmektedir.
Bu yüzyılda âşıkların çoğu okur yazardır. Bazı âşıkların şiirleri klasik
kalıplara uymasa da divan şeklinde basılmıştır. Bunlardan biri Âşık Erzurumlu
Emrah’tır. Okur yazar âşıkların yanı sıra eski geleneğe bağlı âşıklar dar
çevrelerde şiir söyleyerek geleneği sürdürmeye devam etmişlerdir. Divan
şairlerinin genellikle düzenli divanları bulunurken âşıkların bir kaçı dışında
divanları bulunmaz. Bu yüzyılda âşık şiiri önemli bir gelişme gösterememiştir.
Eski söylenenlerin tekrarı yapılmıştır. 19.yüzyıl âşıkları hakkında diğer
yüzyıllara oranla daha çok bilgi sahibiyiz. İmparatorluğun parçalanması, siyasî
ve sosyal değişimler şiirin konularını etkilemiştir.
Toplumun her kesiminde ve kurumlarında görülen köklü değişimlerden biri
de 19. yüzyılda Tanzimat’la ortaya çıktı. Batıda 18. yüzyılda ortaya çıkan
Fransız İhtilali, bütün dünyayı sarstı. Milliyetçilik, özgürlük, eşitlik, hak,
adalet gibi yeni kavramlar simgeleşti. Fransız İhtilali’nin etkileri, 19. yüzyılın
başında Osmanlı İmparatorluğu’nda kendini göstermeye başlar. Bireyi ve toplumu
derinden etkileyen ve yeni bir sanat, edebiyat anlayışı getiren bu dönem yine
yüzü Batıya dönük, ama öncekilerden ayrı bir yolda oluştu. Batı uygarlığı
etkisinde gelişen Türk edebiyatı, insana ve yaşama bakış açılarını değiştirerek
dışa dönük konulara yöneldi.
Tanzimat’la birlikte, aydınlar arasında halk edebiyatına gösterilen ilgi
artmışsa da bu sürekli bir ilgi olmamıştır. Ziya Paşa gerçek Türk edebiyatının
halk edebiyatı olduğunu söylemiş ancak kısa bir süre sonra klasik şairlerin
âşıkları aşağılayan sözlerinden daha ağır ifadeler kullanmıştır. 19.yüzyıl
İstanbul’da âşık edebiyatının gelişmesi bakımından çok
uygun bir çevre olmuştur. Bunda, 2. Mahmut’un âşıkları korumasının payı
büyüktür. Âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı yeniden canlanmıştır.
19. yüzyılın sonlarında büyük yerleşim merkezleri ve özellikle İstanbul’daki
kuvvetli âşıklık geleneği yerini başka bir geleneğe “semaî kahvelerine” bırakmıştır.
Bu kahvelerde söz sahibi olan âşıklar artık gezginci âşık değildir. Meydan
şairleri de denen bu tarzın temsilcileri semaî kahvelerinde mani, destan,
koşma, divan, semaî, kalenderî gibi şiirler söylerlerdi. Ramazan, bayram ve
Cuma geceleri semaî kahvelerinde büyük toplantılar olurdu, âşık şiirleri okunurdu.
İstanbul’da semaî ocakları genellikle tulumbacı ocaklarına bağlı İstanbullu
âşıklardı. Bu kahveler, 1826 yılında yeniçeri ocaklarının kapatılmasıyla
yıktırıldı. Daha sonra semai kahveleri adıyla yeniden açıldı. Bunlar da
sonradan yerini İstanbul’da, Beşiktaş, Tophane, Boğazkesen, Eyüp, Halıcıoğlu
gibi semtlerde açılan çalgılı kahvelere bıraktı. 1908 meşrutiyetinden sonra
birer birer ortadan kalktı.
Sultan Abdülaziz dönemimde Bektaşî tekkelerinin tekrar açılmasıyla geçici
bir gelişme göstermiş; fakat bu, âşıklık geleneğinin eski sanat şekillerine
dönmeye yetmemişti. Büyük şehir merkezlerindeki âşık kahvelerinin yerini
tutmaya çalışan semaî kahveleri gelenekten kopmuş eski ortak özelliğini
kaybederek, dar bir çevreye seslenen bir zümre edebiyatı karakteri almaya
başlayan âşık edebiyatının eski canlılığını kazanmasına yetmemiştir ( Köprülü,
1962: 43). 19. yüzyılda Batıya açılma Türk sosyo-kültürel yapısını belirleyen
kurumları da etkiledi, değişime uğrattı. Matbaanın yaygınlaşıp yazılı ortamın
başlaması sözlü kültür ortamının ürünü olan âşıklık geleneğini de etkiledi. 2.
Meşrutiyet’le birlikte basından sansürün kalkmasıyla birlikte gittikçe gelişen
basın ve tiyatro kumpanyalarının faaliyetleri gibi yeni eğlence formları
karşısında 19.yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan semaî kahvehaneleri
işlevlerini kaybederek birer birer kapandılar (Çobanoğlu 1999:69).
Sanat ürünleri, toplumun yapısından soyutlanamaz. Bunlar, toplumsal
ilişkilerden doğan olgulardır. Sanat ürünlerini yaratan âşıkları daha iyi
değerlendirebilmek için onların hangi toplumsal koşullarda, hangi çevrelerde
yetiştiklerini, yetişme biçimlerini bilmek gerekir. Bu nedenle âşıkların
yetiştiği sosyal çevreler, son derece önemlidir. Hem âşığı hem de eserlerini
anlayabilmek için onu yaratan toplumsal çevrenin maddi ve manevi bütün
koşullarını göz önünde tutmak gerekir (Köprülü 1962:21).
Âşıkların yetiştiği ortamı tanımadan yargılara varmak güçtür. Bu nedenle
âşığı yaratan ortamı bütünüyle öğrenmek zorunluluğu vardır. Âşıklarla ilgili
geniş fikir edinebilmek için bunların hangi sosyal çevrelerde, ne gibi sosyal
şartlar altında yetiştiklerini, mesleki yetişme biçimlerini, edebi eğitimlerini
nasıl edindiklerini bilmek gerekir. Âşığın yetiştiği çevre; âşığın kimliği,
kültürü, nasıl bir değerler bütünlüğü taşıdığı konusunda bilgi verir.
Tezkireciler tezkirelerinde divan şairlerine yer vermişlerdir. Buna
karşılık âşıkların şiirlerinden çok sınırlı olarak bahsederler. Âşıkların şiir
ve hikayelerinin kaderi anonim halk edebiyatı ürünlerinden çok farklı değildir.
Âşık bu ürünleri topluma sunduktan sonra onlar artık kendinin malı olmaktan
çıkar. Bugün hala 19. yüzyılda yaşamış ünlü âşıklar hakkında bilinenler ya
sözlü gelenekteki söylentilere ya da şiirlerinden çıkarılan bilgilere dayanır.
Âşıkların bibliyografyalarında gerçekle efsane iç içedir. Âşık, adını şiirinin
sonunda tapşırsa da, şiiri bir zaman sonra anonimleşir. Âşık şiiri türküler
gibi sözlü gelenekte oluşup gelişen bir sanat olduğu için kısa zamanda aslından
gitgide uzaklaşan değişimlere uğrar. Bu doğaldır. Sözlü ve yazılı yollardan
aktarma ve yayılmada, bir şiir başka âşıklara mal edildiği gibi, bir âşığın
kendinden önce yaşamış bir meslektaşının mirasına oturtulduğu da çok olur
(Boratav 1988:30).
Âşıklar tarafından, divan edebiyatından gazel, murabba, müstezad,
muhammes, müseddes nazım şekilleri, ebced hesabı ve tarih düşürme alınarak
kullanılmağa başlandı. 16. yüzyılda divan edebiyatında, 18.-19. yüzyılda
aşıklar arasında muamma ve lugaz yayıldı. Âşık şiirine divan şiirinin iç
ögeleri de girmeğe başladı. Bunlar, kalıplaşmış mecazlar, bazı kavramlar, İslam
tarihi ve İran mitolojinden gelen kahramanlar ve motifler olarak sıralanabilir.
Bu ögeler aruzla yazılan şiirlerin yanı sıra heceyle yazılan şiirlere de
girmiştir (Köprülü 1962:42). Bütün bu etkileri Âşık Emrah’ın divan tarzında
yazdığı şiirlerinde de görüyoruz.
Edebiyatlar, zaman zaman birbirini etkiler. İki yabancı edebiyat arasında
bir etkilenme olduğu gibi, aynı milletin edebiyatlarının çeşitli dönemleri
arasında da etkilenmeler olur. Önceki dönemlere tepki olarak doğmuş
edebiyatlarda bile eskinin bazı değerlerle yaşamağa devam ettiği görülmektedir.
Bu açıdan yaklaşıldığında âşık edebiyatıyla diğer disiplinler arasında şekil,
tema, duygu ve düşünce yönünden eski dönemlerden ve aynı dönemlerde yaşayan
edebiyatlardan gelen bir çok noktalarla karşılaşırız. Edebiyatımızın temel
değerleri diğer disiplinler içinde varlığını sürdürür.
Âşık şiirinde divan şiirinin etkisi arttıkça yeni bir terkip oluşmuş, âşık
şiirinin doğallığı, lirizmi, somut tasvirleri, kelime kadrosu, canlılığı ve
özgünlüğü bozulmağa başlamıştır. Âşık şiiri belli kalıplara, belli kavramlara
bağlı belli örneklerin taklidi şekline dönüşerek, kalıplaşmış, cansız bir sanat
haline gelerek gerilemeğe başlamıştır (Köprülü 1962:43).
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun şehirlerinde bir aydın zümre
oluşmuş, yüksek bir kültür düzeyine ulaşılmıştır. Bu yüksek kültür atmosferi
diğer zümreleri de etkilemiştir. Düzenli bir öğretim görmeyen hatta okuma-yazma
bilmeyen şairler böyle bir atmosferde yetişmişlerdir (Köprülü 1962:9-45). Bu
âşıklar gibi Âşık Emrah da dönemin eğitim kurumlarından, yüksek sınıf
kültüründen etkilenmiş, klasik şiir anlayışının etkisi altında kalmıştır. Şehir
aşıklarının çoğu divan şiir çevresinde yaşadıkları için saz çalmak ve heceyle
şiir söylemek dışında gelenekten uzaklaşmışlardır. Bu âşıklar, bir çok
şiirlerini koşma kalıbına dökülmüş gazele döndürmüşlerdir.
Âşık Emrah hakkında bilebildiklerimiz sınırlıdır. Doğum tarihi bilinmeyen
Erzurumlu Emrah, Erzurum’da bir süre öğrenim gördükten sonra Nakşibendi
tarikatının Halidiye koluna mensup Mevlâna Halid’e intisab etti. Bu sahada
bilgi ve görgüsünü tamamladıktan sonra seyahate çıktı. Sivas, Kastamonu, Konya,
Niğde, Tokat’ı dolaştı. Gittiği yerlerde birkaç kere evlendi. Sivas’ta uzun
müddet kaldıktan sonra Niksar’a gitti. Hayatının sonuna kadar orada kaldı. Çıraklarından
Tokatlı Nuri’nin ustasının ölümüne düştüğü tarihten 1860’da Niksar’da öldüğünü
öğreniyoruz. Ölümünde mezar kitabesi konmadığı için mezarı belli değildir.
Ölümünden 70 yıl sonra bulunan bir mezar taşı onun sayılmış ve kitabe olarak
dikilmiştir.
Emrah, orta derecede medrese eğitimi gördüğü ve tarikata intisap ettiği
için ağdalı bir dil ile tasavvuf düşüncesini şiirinin ana konusu yapmış,
şöhretini bu tema üzerinde elde etmiştir. Özellikle Orta Anadolu’da geniş bir
şöhret kazanarak çevresine birçok çırak toplamış; bunlar arasında en ünlüsü
Tokatlı Nuri olmuştur.
Âşık edebiyatında bir çok âşığın şiirleri birbirine karışmıştır. Üzerinde
en çok tartışma yapılan Âşık Erzurumlu Emrah’la Âşık Erçişli Emrah’ın
yıllarca birbirine mal edilen şiirleridir. Son yıllarda yapılan çalışmalarla
büyük ölçüde âşıkların şiirleri ayrılmıştır (Sakaoğlu,1987:4, Karadağ,1996:8).
Şiirleri ilk defa Rifâî şeyhlerinden Erzurumlu Abdülaziz Efendi tarafından
bastırılmıştır (1916) Ancak bu baskıda sadece aruzla yazdığı şiirler yer
almaktadır. Daha sonra Eflatun Cem Güney 1928 yılında Emrah’ın hayatı ve
eserleri ile ilgili bir kitap yayımlamış, bu kitapta heceyle yazdığı şiirleri
de koymuştur. 169 şiirin bulunduğu bu kitaptaki şiirlerin bir çoğu âşığa ait
değildir (TDEA,1979:39). Âşık Emrah hemen bütün şiirlerinde aruzu kullanmış,
hece vezni ile az sayıda şiir söylemiştir.
Âşık yetiştirmede usta-çırak geleneği vardı. Usta âşıklar, çıraklarını
saz ve söz yeteneği olanlar arasından seçerler, yetişince ona mahlas
verirlerdi. Usta âşıklar çıraklarını gezdirerek yetişmesini ve tanınmasını
sağlardı. Çıraklar, ustasının (usta malı) şiirlerini söylerlerdi. Âşıkların
çırak yetiştirme geleneği bazen öyle bir hal alırdı ki birbirinin yetiştirmesi
olan âşıklar uzun bir dönemi kapsayan bir kol oluştururlardı. Buna “âşık kolu”
denir ( Koz 1977:195). Emrah ve Ruhsati kolu, iki büyük âşık koludur. Özellikle
Artvin ve Kars âşıkları arasında eskiden çırak yetiştirme işi önemli bir
gelenek olarak yer almıştır. Bu geleneğin sonucu olarak Artvin ve Kars
çevrelerinde bir çok âşık kolları oluşmuştur. Günümüzde ise usta-çırak ilişkisi
çok azalmıştır (Kutlu-Doğan 1977:548).
Âşık Emrah şehir hayatının ve kültürünün yarattığı bir âşıktır. Emrah
divan şairlerinin ve divan şiirinin çekiciliğine ve manevi nüfuzuna
kapılmıştır. O dönemde köy ve aşiret çevresinde yetişen âşıklar da kendilerine
göre yüksek bir kültürün sahibi ve temsilcisi şehirli bir âşık olan Emrah’ı
kendisine ideal bir örnek saymışlardır. Böylece bu yüzyılda köy âşıkları şehir
hayatına ve kültürüne yabancı kalmamışlardır.
Âşık Emrah’ın şehir hayatının kültür havası içinde klasik şiir ve musiki,
tasavvuf felsefesi, İslam dini ve tarihi, evliya menkabeleri, İran ve Türk
edebiyatlarında çok kullanılan mitolojik motiflere ait birçok bilgi sahibi
olduğunu görüyoruz. Şehir çevrelerinde yetişen âşıkların çoğu son zamanlarda,
sazı bırakmış, divan şairleri gibi birer kalem şairi olmuşlardır. Âşık Emrah
divan sahibi olmasına rağmen divan tarzı şiirlerinde, teknik ve estetik
bakımından divan şairlerinin şiirlerinin düzeyine ulaşamamıştır.
Divan edebiyatı nazım şekilleriyle, divan edebiyatı tarzında da şiirler
yazan Emrah, bu tür şiirlerinde tam anlamıyla divan edebiyatı geleneği külrürü
almamış diğer kalem şairleri gibi vezin yanlışları yanında dil yönünden de
hatalara düşmüştür. Şiirlerinde Fuzûlî, Bâkî ve Nedim’in etkisi açıkça görülür.
Ayrıca çağdaşı divan şairlerinin de etkisi altında kalmıştır. Erzurumlu Emrah
âşıklar arasında divan şiirini en iyi bilenlerdendir. Ancak tasavvufta
derinleşememiş, kavram ve terimleri birer kalıp olarak kullanmıştır (TDEA,
1979:39). Emrah, büyük ölçüde Bektaşî şairlerinin etkisi altında kalıp devriyeler
yazmıştır. Zâhidleri taşlamış, şiirlerinde “vahdet-i vücut”u işlemiştir (ML,1985:240).
Âşık Emrah aruz ölçüsünün hece ölçüsüne çok yaklaşan ve kullanılması
kolay olan kalıplarını tercih etmiştir. (örnek: fâilâtün (3) failün ya da 4
mefailün). Âşığın divan edebiyatından aldığı ögeler, şiirinde bozuk bir biçimde
yer almıştır. Bu yüzyılda divan şiiri ile âşık şiiri konu ve şekil bakımından
birbirine yaklaşmağa başlamış, âşıklar, divan, selis, kalenderi, semai vd. gibi
adlar verdikleri aruzlu nazım şekillerini ortaya koymuşlardır. Âşıklar divan
şairleriyle aynı nazım şekillerini kullansalar da aralarındaki estetik farkı
hemen göze çarpar.
Âşık Emrah’ın divan tarzı şiirlerinde daha çok soyut ve klişeleşmiş
anlatımlar görülür. Sanat, Âşık Emrah’ta divan edebiyatında olduğu gibi teknik
beceri ve maharet haline gelmiş, dili Arapça ve Farsça kelimelerle dolmuştur.
Terkipleri genelde yanlış kullanmıştır. Âşık Emrah zamanının gidişine uyarak
halkın anlatımı olan sanat eseri vermek, üstatlardan öğrenilen sanatı daha da
inceltmek amacıyla divan tarzı şiirler yazmıştır.
Âşık şiirine geçen ve Âşık Emrah’taki divan şiiri ögeleri, divan şiirinin
halka yakın, halkın zevkini okşayan ögeleridir. 16. yüzyıldan sonra gerek dış
ögeler yani ölçü ve şekil bakımından gerek iç ögeler yani kavramlar, mecazlar,
dil, üslup bakımından divan şiirinin etkisinde kalmıştır. Bu etkilenme 19.
yüzyılda son haddine gelmiştir (Köprülü 1962:40).
Âşık Emrah diğer kalem şairlerinden farklı olarak hece vezniyle
yazdıkları şiirlerde de sade, ince söyleyişi bulmuştur. Emrah heceyle yazdığı
şiirlerinde olayları somut anlatım kalıplarıyla bize çağrışımlar yaptıracak ve
hissettirecek kadar kuvvetle anlatmıştır.
Âşık Erzurumlu Emrah’ın heceyle ve halk edebiyatı nazım şekilleriyle ve
aruzla divan edebiyatı nazım şekilleriyle yazdığı şiirleri üç ana başlıkta
inceleyebiliriz:
- Âşık
tarzı, halk edebiyatı nazım şekilleri ve halk diliyle yazılmış şiirler
***
Dedim dilber didelerin ıslanmış
Dedi çok ağladım sel yarasıdır
Dedim dilber yanakların dişlenmiş
Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır
***
Bir nazenin bana gel gel eyledi
Varmasam incinir varsam incinir
O nazik elinnen ince belinnen
Sarmasam incinir sarsam incinir
***
El çek tabip el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl tabipsin yoktur ilacın
Yaram yürektedir sarabilmezsin
***
Gel meclise sofi hele bir dinle bu râzı
Fehm et ki bu sazın nedir Allah’a niyâzı
Hak Hak çağırır telleri burdukça kulağı
Ârif olan anlar bu rümûzâtı bu râzı
- Âşık
tarzı, halk edebiyatı nazım şekilleri ve divan edebiyatı kelime kadrosuyla
yazılmış şiirler
***
Emrah tek tıfıldan bağrı yanıklar
Bezm-i muhabbette kalbi sadıklar
Maşukundan cüda düşen âşıklar
Rûz ü şeb ah eder ağlar da gezer
***
Ey vefasız dilber elinden senin
Candan usandım cihandan usandım
Sûzan-ı firkatle derd-i mihnetle
Od düşürdüm âşiyandan usandım
***
Sâbâ evvel bûs et dâmen-i dildâr
Sonra derdin Emrâh gel eyle izhar
Nâzikdir sevdiğim nezâketi var
El bağla huzurda dur selâm eyle
- Divan
edebiyatı tarzı, divan edebiyatı nazım şekilleri ve divan edebiyatı kelime
kadrosuyla yazılmış şiirler
***
Her zaman Emrah sana olur mu cevri hûbların
Ol saçı leylâ beni mecnûn ider günden güne
***
Dün gice gûş eylemiş ol gonce-fem güftârumı
Dimiş Emrâhî bu bezmün bülbül-i gûyasıdır
***
Gülzâra girüp bir gül-i ruhsâr içün Emrâh
Murg-i dili bülbül gibi efgâna düşürdüm
Sonuç: Âşık Emrah’ın şiirlerini üç bölümde inceleyebiliriz:
- Divan
şiiri tarzındaki şiirleri
- Dînî-tasavvufi
halk edebiyatı tarzındaki şiirleri
- Âşık
edebiyatı şiirleri
Âşık Emrah, medreseye gitmesiyle dini-tasavvufi edebiyatla ve divan
edebiyatıyla tanışmıştır. Yaşadığı çevrede de âşıklık geleneğini öğrenmiştir.
Onun bu çok yönlü kişiliği şiirlerine de yansımıştır. Eldeki bilgilere göre
devamlı olarak divan şiir çevresinde bulunmamış fakat 19. yüzyılda âşıklardaki
divan şiirine artan ilgi onu da etkilemiştir. Tarikat ehli oluşu onun Hak âşığı
olarak dînî-tasavvufi konularda da şiirler yazmasına neden olmuştur. Onun en
güçlü olduğu yönü âşık tarzında söylediği şiirlerdir. Dilinin ağır oluşu bir
yönüyle çağının sanat anlayışı ve aldığı eğitimden kaynaklanmaktadır. Emrah’ın
divan tarzında yazdığı şiirlerinden divan edebiyatını iyi bildiğini divan
şairlerinin şiirlerine yaptığı nazirelerden, esinlenmelerden anlıyoruz. Heceyle
yazdığı şiirleri aşk şiirleri, ilahi aşk şiirleri ve dini tasavvufi öğütlemeler
ve zahit tipini taşladığı şiirlerdir.
Âşık Erzurumlu Emrah’la ilgili olarak ilk çalışma yapanlardan biri Fuat
Köprülü’dür. Köprülü ilk yıllarda yeterli monografi çalışmaların olmaması
nedeniyle kalem şairleri için söylenebilecek divan şairlerini taklit eden
başarısız şiirler yazdıkları genellemesini Âşık Erzurumlu Emrah için de
yapmıştır. Emrah’ın aruz ile yazdığı tasavvufi mahiyetteki eserlerinin sanat
itibariyle bir kıymeti, bir özelliği olmayıp, kaba basit taklitlerden ibaret
bulunduğu görüşünü ileri sürmüştür ( Köprülü,1962:96). Daha sonraki
araştırmaların çoğunda uzun yıllar bu değerlendirmeler doğrudan Köprülü’den
alınmıştır.
Âşık Emrah’ın bütün şiirleri okunduğunda âşığı bütün kalem şairleriyle
aynı kefeye koymanın âşığa yapılacak haksızlık olacağı görüşündeyiz. Emrah’ın
şiirleri basit bir divan şiiri taklidinin ötesinde aldığı eğitim,
dini-tasavvufi eğilimi ve çağının divan şiirine yönelmesi sonucudur. Köprülü de
daha sonraki yıllardaki çalışmalarında Erzurumlu Emrah’ın hakkını vererek onda
anonim halk edebiyatının, Karacaoğlan gibi âşıkların, Gevheri ve Âşık Ömer gibi
kalem şairlerinin Alevi-Bektaşi Hak âşıklarının sesini duyduğunu söyler
(Köprülü,1965:20). Emrah’ın dini-tasavvufi şiirlerinde Yunus Emre’nin, Horasan
erenlerinin edası sezilir. Onun bir çok âşığı etkilemesi Emrah’ın ne denli
çağına damga vurmuş bir âşık olduğunun kanıtıdır.
Erzurumlu Emrah, yolunda yürünen, sanatı ve şiirleri taklit edilen,
yetiştirdiği çıraklarıyla Emrah âşık kolunu oluşturan, “Emrah Koşması” nı
âşıklık geleneğine kazandıran çağının usta âşıklarındandır. Ağdalı, özenli bir
dilin yanı sıra halk beğenisine uygun, akıcı, özgün imgelerle örülü, kulakta
yer eden çoşkulu koşmaları onu günümüze taşımıştır. Tasavvufi şiirlerinde
tasavvuf felsefesini incelikle, ilâhi duygu ve düşüncenin ince sanat anlayışıyla
işlendiğini görüyoruz. Günümüzde Anadolu’da Emrah şiirlerinin sözlü kültürde ve
âşıklar arasında usta malı olarak şiirlerinin söylenmesi ne kadar etkili
olduğunun kanıtıdır.
Kaynakça:
Artun (Erman), 1996, Günümüzde Adana Âşıklık Geleneği (1966-1996) ve Âşık
Feymani, Hakan Ofset, Adana.
Başgöz (İlhan),1977, Karacaoğlan mı Pir Sultan mı Halkın Dilinden
Konuşuyor, Halk mı onların Dilinden Konuşuyor? Milliyet Sanat, İstanbul
Çobanoğlu (Özkul), 1999, Osmanlı Devletinde Türk Halk Kültürünün Değişim
ve Dönüşüm Dinamikleri, Osmanlı, Kültür ve Sanat C.9 Yeni Türkiye Yayınları
,Ankara
Günay (Umay),1988, “Âşık Tarzı Edebiyat Hakkında Düşünceler”, Mehmet
Kaplan İçin, Ankara
Karadağ (Metin),1996, Erzurumlu Emrah, Yaşamı, Sanatı, Şiirleri, Ayyıldız
Matbaası, Ankara
Kutlu (Mustafa-Doğan (Mehmet),1977, “Âşık”, TDEA Dergah Yay. İstanbul
Köprülü ( Fuad), 1962, Türk Saz Şairleri, Güven Mat., Ankara
Köprülü ( Fuad ), Edebiyat Araştırmaları, Ötüken Yay.,İstanbu
Koz (Sabri),1977, “Âşık Kolu”, TDEA C.1, İstanbul
Sakaoğlu (Saim), Ercişli Emrah, Kültür ve Turizm Bak. Yay
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|