Halk Şiirinde Kullanılan Nazım Şekilleri


HALK ŞİİRİNDE KULLANILAN NAZIM ŞEKİLLERİ


I. HECE ÖLÇÜSÜYLE SÖYLENENLER

A. ANONİM HALK ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ (Sahibi Belli Olmayan Ürünler)

1. MÂNİ

Halk  şiirinin  en  küçük  nazım  biçimidir.  4  mısralık  bağımsız  şiirlerdir.  7’li  hece ölçüsüyle  yazılır. Uyak  düzeni  aaba  şeklindedir. Kafiyelenişi  bakımından  İran  kaynaklı  bir şekil  olan  rübâîye  benzer.  14.  ve  15.  yy.  şairlerimizin  divan  şiirine  kattıkları “tuyuğ”un  da mâniden  geliştirildiği  sanılmaktadır. Mânilerin  ilk  iki  dizesi  uyağı  doldurmak  ya  da  temel düşünceye bir giriş yapmak  için söylenir. Bunlara doldurma mısralar da diyebiliriz. Bazen sadece  ilk  dize  doldurma  olabilir. Genellikle  asıl  söylenmek  istenen  düşünceyle  ilgisiz  gibi görünür;  ama  konu  ile  ilgili  de  yorumlanabilir. Temel  duygu  ve  düşünce  son  dizede  ortaya çıkar. Başlıca konusu aşktır. Mânilerde şen ve hafif  temalar  işlenmiştir. Anadolu’da kadınlar arasında mâni söyleme geleneği yaygındır. 

Mâniler  genellikle  4  dizeden  oluşur. Ama  bu  sayı  bazen  14’e  kadar  yükselir. Çok dizeli mâniler genellikle  tercih edilmemiştir. Çünkü bunlara hem uyak bulmak hem de uzun mânileri akılda tutmak daha zordur. Mâniler hangi amaçla söylenirse söylensin mânici, mâni yakıcı, mâni düzücü denilen kişiler  tarafından doğmaca olarak ve özel bir ezgiyle söylenir.Mâniciler  mâninin  kafiye  ve  redif  kısmına  ayak  derler.  “Ayak  bulmak”,  “Ayağı  ayağına getirmek”, aynı kafiyede bir başka beyit bulup veya hemen düşürüp söylemek demektir ve bu, onlar arasında en makbul sanat, bir zekâ eseridir.

Mâni Türleri

1.  Tam  Mâni  (Düz  Mâni):  Dört  dizeli  ve  7’li  hece  ölçüsüyle  söylenen  klasik mânilerdir. Aşağıda örnekler verilmiştir.

-1-

Elmayı bütün dildim

Çamura düştü sildim 

Ben yârimin kıymetin

Gittikten sonra bildim

 

-2-

Kaşların ok dedikçe

Kirpiğin çok dedikçe

Pek mi gönlün büyüdü

Sen gibi yok dedikçe

 

-3-

Kaleden iniş olmaz

Ham demir gümüş olmaz

Güzele gönül verdim

Ölürüm dönüş olmaz

 

-4-

Gidene bak gidene

Güller sarmış dikene

Mevlâ sabırlar versin

Gizli  sevda  çekene

 

2. Kesik Mâni: Birinci  dizesinin  hece  sayısı  yediden  az  olan mânilerdir. Dizeleri cinaslı  uyaklarla  kurulur.  Bundan  dolayı  böyle  mânilere  cinaslı  mâni  de  denir.  Kesik mânilerde anlam birimi beyittir. Yani her beytin anlamca öteki beyitlerle ilgisi yoktur. Aradan bir  beyit  çıkarılmasıyla  mâninin  yapısında  ve  anlamında  bir  bozukluk  meydana  gelmez.

Cinaslı mânilerin çoğu İstanbul mânileridir. Örneklerde  görüldüğü  gibi  kesik mâniler  dört  dizeden  oluşabildiği  gibi  daha  fazla dizeden de oluşabiliyor. Birinci dizesi 7 heceli olan kesik mânilere doldurmalı kesik mâni ya da ayaklı mâni denir. Aşağıda örnekler verilmiştir.

 

-1-

Ah o beni o beni

Kâkül örtmüş o beni

Ben yârimi unutmam

Unutsa da o beni

-2-

Ah demedi demedi

Elinde gül demedi

Ben nasıl güleceğim

Yâr bana gül demedi

3. Artık Mâni: 4 dizeli genel tipte olan mâniye, aynı uyakta başka dizeler eklenerek söylenen mâniye  denir.  Bunları  dize  sayısı  4’ten  fazla  olan  kesik mânilerle  karıştırmamak gerekir. Artık mânilerde genellikle cinaslı uyak kullanılmadığı gibi 1. dizeleri de anlamlıdır. Yani doldurma dediğimiz mısralar yoktur. Bütün dizeler asıl konu ile ilgilidir. Artık mânilere yedekli mâni de denir. Aşağıda örnekler verilmiştir.

  

-7-

Böyle bağlar

Yâr başın böyle bağlar

Gül açmaz bülbül ötmez

Yıkılsın böyle bağlar

 

-2-

Yâr asar

Hekimsen bak nabzıma

Cerrah isen yara sar

Beni kimse asamaz

Asar ise yâr asar

 

-4-

Sürüne

Madem çoban değilsin

Arkandaki sürü ne

Ben bir körpe kuzuyum

Al kat beni sürüne

Beni böyle yandıran

Sürüm sürüm sürüne

 

-6-

Yaraşır

Geçti gönül yaraşır

Ben bu dağı aşamam

Tut kolumdan yâr aşır

Yâr cemâlin pek güzel

Her ne giysen yaraşır

 

-3-

Ayna güzel

Yüz güzel, ayna güzel

Güzel yâri görenler

Dediler ay ne güzel

Oturmuş zülfün tarar

Dizinde ayna güzel

 

-1-

Dağıdır

Çıktım dağlar başına

Sordum bu ne dağıdır

Felek bana ses verdi 

Dedi sevda dağıdır (dağ: yara)

Çirkin otağın kurmuş

Gelir güzel dağıtır

Ellerle gönül oynar

Bana çene dağıtır

 

 

-5-

Bugün al

Yârim giymiş bugün al

Şâd edersen bugün et

Can alırsan bugün al

 

-1-

Ağlarım çağlar gibi

Derdim var dağlar gibi

Ciğerden yaralıyım

Gülerim sağlar gibi

Her gelen bir gül ister

Sahipsiz bağlar gibi

 

-2-

İlkbahara yaz derler

Şirin söze naz derler

Kime derdim söylesem

Bu dert sana az derler

Kendin ettin kendine

Yana yana gez derler

 

-3-

Ekin ektim bitmiyor

Boya vurdum tutmuyor

Aramızda dağlar var

Elim yâre yetmiyor

Şekerli yemek yaptım

Boğazımdan gitmiyor 

 

4. Deyiş (Karşılıklı Mâni):  İki kişinin karşılıklı olarak söyledikleri mânilere denir.Bunlar  sorulu cevaplı bir biçimde düzenlendikleri gibi karşılıklı konuşma olmadan bir konu üzerine de söylenebilir. 4 dizeli klasik mâni şeklinde söylenir. Mâniler anonim olmakla birlikte söyleyeni belli olanları da vardır. Bunlar kimi saz ve  tekke şairlerince söylenmiştir. Bu mânilerin  ilk dizelerinde şair mahlasını söyler. Aşağıda örnekler verilmiştir.

 

Hatâyi’m hâl çağında

Hak gönül alçağında 

Bin Kâbe’den yeğrektir

Bir gönül al çağında

 

Halk  şairlerimizden  başka  ünlü  edebiyat  tarihçisi  Mehmet  Fuat  Köprülü;  yine edebiyatımızda Beş Hececiler isimli şairler topluluğundan Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç da mâniler yazmıştır. Aşağıda örnekler verilmiştir.

 

Elinde altın tepsi

Kız yolunu kim kesti?

Çiçekler takınsana

Sevda yelleri esti

             Mehmet Fuat Köprülü

 

Can işte canan hani

Dert işte derman hani

Gönül sarayı bomboş

Beklenen sultan hani

               Orhan Seyfi Orhon

 

Gözlerin mavi mine

Vuruldum perçemine

Aşkın beni çevirdi

Aslı’nın Kerem’ine

                Yusuf Ziya Ortaç

 

Mâniler  7’li  hece  ölçüsüyle  söylenir. Ancak  8  veya  4,  hatta  11  heceli mâniler  devardır.  Özellikle  bekçi  ve  davulcu  mânileri  diye  tanınan  Ramazan  mânilerinin  çoğu  8 hecelidir. 

2. TÜRKÜ

Türlü  ezgilerle  söylenen  anonim  halk  şiiri  nazım  biçimidir.  Halk  şiirinin  en  eskibiçimlerindendir.  Anadolu  dışında  türkü  yerine  “yır”  veya  “cır”  kelimesi  kullanılmıştır.Anadolu’da  da  yırlamak,  ırlamak  türkü  söylemek  anlamlarında  kullanılır.  Türkü  kelimesi Türk kelimesine Arapça î nisbet eki getirilerek ortaya çıkmıştır ve “Türk’e mahsus” demektir. Bu  kelime  ilk  defa  15.  yy.da Doğu  Türkleri  tarafından  kullanılmıştır.  Söyleyeni  belli  olan türküler var dense de memlekete yayılarak yeni mısra ve ezgilerle değişip genişlemiştir. Yani ilk  söylendiği  şekliyle  kalmaz,  değişir  ve  toplumun  tamamına mal  olur.  Türküler  bir  olay karşısındaki  içli  duyguları,  tepkileri  dile  getirir.  Büyük  tarihî  olaylardan  değil  de  çevreyi ilgilendiren olaylardan  çıkar. Olağanüstü olay ve kişilere  yer vermez. Daha  çok bireysel ve sosyal olaylara dayanır. Bunlar  türküyü destandan  ayıran özelliklerdir. Türkülerimizin  çoğu aşk,  üzüntü,  ölüm,  hasret  ve  gurbet  üzerine  söylenmiştir.  Genellikle  acıklı  ve  dokunaklı olmaları  nedeniyle  “türkü  yakmak”  deyimi  yaygındır.  Bu  deyim  aynı  zamanda  türkünün bilinen bir olaydan çıktığını da gösterir. Türküler hece ölçüsünün her kalıbıyla söylenir. 

Bir türkü iki bölümden oluşur.

I. Bent: Türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bölümdür. 

II. Bağlama (KavuĢtak): Her bendin sonunda tekrarlanır, yani nakarattır.

Bentler ve kavuştaklar kendi aralarında uyaklanır.  Türküler  söylendikleri  bölgelere,  ezgilerine,  konularına  ve  yapılarına  göre  çeşitli isimler alır.

Söylendikleri Bölgelere Göre Türküler 

Bingöl  ağzı,  Urfa  ağzı,  Eğin  ağzı...  Kimi  tanınmış  türküler  de  içindeki  en  etkili sözlerle anılır: Ayşe’m, Zeynep’im, Fidayda, Adanalı gibi. 

Seydi’m eder taşlı dağlar

Çiçekli kuşlu dağlar

Sen de mi yârdan ayrıldın?

Gözlerin yaşlı dağlar

 

 de bu bölüm içinde yer alır. Uzun hava şeklinde olan usulsüzlerin ise divan, bozlak, koşma,hoyrat, kayabaşı, Çukurova, ağıt, maya, türkmani gibi çeşitleri vardır.  

 

Konularına Göre Türküler: 

Ninniler: Annenin çocuğunu kucağında, ayağında, beşikte veya salıncakta uyutmak

için  sağa  sola  belirli  bir  ritimle  sallarken  kendine  özgü  bir  besteyle  söylediği  basit  sözlü türkülerdir. Daha önceden ezberlenen metinler tekrar edilebildiği gibi o anda doğmaca olarak da  söylenir.   Ninnilerde  anne  çocuğu  ile  ilgili  iyi  dileklerini,  kendi  sevinç  ve  üzüntülerini yanık bir hava içinde dile getirir.

Çocuk  Türküleri:  Çocuklara  sağlam  bir  kişilik  kazandırmak,  iyi  duygu  ve düşünceler  aşılamak  için  yazılmış  ve  bestelenmiş  türkülerdir.  Okullarda  ulusal  bayram günlerinde söylenen şarkılar da bu bölüme girer. 

Doğa Türküleri: Yaylalar, dağlar, ormanlar, dereler, geyikler, kuşlar, çiçekler gibi türlü doğa varlıklarını konu alan türkülerdir. Bu konular belli bir olaya bağlı olabileceği gibi türlü  duyguların  anlatılmasında  da  etkili  olur.  Bu  türkülerde  doğanın  canlı  cansız  bütün varlıkları duygulu ve anlayışlı bir insan gibi düşünülür.

Aşk Türküleri: Aşk, kavuşma ve ayrılığı dile getiren içli türkülerdir. 

Kahramanlık  ve  Askerlik  Türküleri:  Savaş,  göç,  akın  gibi  olayları  yiğitçe  bir üslupla anlatan  türkülerdir. Cinayet, baskın,  isyan gibi olaylarla  ilgili  türküler de bu bölüme girer. Kahramanlık türkülerinin çoğu halk şairlerince söylenmiş, sonradan halka mal olmuştur.

Örneğin Genç Osman Türküsü Kul Mustafa’ya aittir.

Tören Türküleri: Kına gecesi, nişan, düğün gibi törenlerde okunan türkülerdir. 

İş Türküleri:  Toplu  olarak  bahçede,  bağda,  bostanda,  tarlada  çalışırken  söylenen türkülerdir. 

Karşılıklı Türküler:  İki  kişinin  karşılıklı  olarak  belli  bir  konu  üzerinde  söylediği türkülerdir.  Genellikle  eğlenceli  ve  hafif  konuludur  ve  halk  hikâyelerinde  görülür. Dörtlüklerle söylenir.

Ölüm  Türküleri  (Ağıtlar):  Genç  yaşta  hastalık,  cinayet,  kaza  gibi  nedenlerle ölenler için yakılan türkülerdir. Bu türküler ölenin yakın akrabası, nişanlısı, karısı ya da kendi ağzından söylenir. Ağıtlarda ölen kişinin kişisel özellikleri, ona karşı duyulan sevgi; yaşayışı,

yaptıkları  ve  geride  kalanların  duyguları  dile  getirilir.  Sözleri  ve  bestesi  acıklıdır.  Ağıt, usulsüz  türküler  arasındadır,  yani  uzun  havadır.  Ölü  başında  okunan  ağıtlarda  ise  saz kullanılmaz. Başka  yerlerde  okunduğu  takdirde  saz,  açılıştan  sonra  karar  sesinde  kalır. Bu karar  sesinde  kalmaya  “dem  tutma”  denir.  Ağıtçı  bu  karar  perdesinden  daha  tiz  seslere çıkarak ve daha  sonra da pes  seslere  inerek doğaçlama olarak yaktığı  ağıtı okur. Ağıtlardan düz yazı veya başka şiir biçiminde olanları da vardır. En eski ağıt Firdevsî’nin Şehnâme’sinde Afrâsyâb olarak geçen Alp Er Tunga  için söylenen ağıttır.  İslamiyet’ten önce bu şekildeki şiirlere sagu deniliyordu. Ağıtları  ölen  kişilerin  ardından  söylenen  destanlarla  karıştırmamak  gerekir. Bu  tür destanları genellikle adlarını, mahlaslarını açıkça belirten âşıklar söyler. Bunlar ağıtlardan çok daha geniş bir alana yayılabilir. Destanlar metin hâlinde kalır ve özel bir ezgiyle okunmaz. 

Oyun  Türküleri:  Besteleri  oyun  hareketlerine  ve  figürlerine  uygun  türkülerdir. Bunlar oyun sırasında söylendiği gibi oyun dışında da söylenir.

 

Ezgilerine Göre

Türküler

Usullüler

Genellikle oyun havalarıdır.

Usulsüzler

Bunların hepsi de uzun havalardır.

Genellikle oyun havaları olan usullü türküler

Konya’da  oturak, Urfa’da  kırık  hava, Ege’de zeybek, Karadeniz kıyılarında horon, Kars  ve  Erzurum’da  Sümmani  ağzı;  Ordu, Giresun, Trakya  ve Marmara’da  karĢılama; Isparta  ve  Eğridir’de  datdiri  adlarıyla  da tanınmaktadır.  Bu  oyun  havalarından  başka güzelleme, koşma, ninni, taşlama, yiğitleme 

 

B. ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ (Sahibi Belli Ürünler)

1. KOŞMA

Divan  edebiyatında  en  çok  sevilen  ve  kullanılan  nazım  biçimi  gazel,  halk edebiyatında  ise  koşmadır. Koşma  hece  ölçüsünün  11’li  kalıbıyla  yazılır.  6+5  ya  da  4+4+3 duraklı  olur.  4  dizeli  bentlerden  (dörtlüklerden)  oluşur.  Dörtlük  sayısı  genellikle  3  ile  5 arasında değişir. Dörtlük sayısı 5’ten fazla koşmalar vardır; ancak 3’ten az olanı yoktur. Uyak düzeni genellikle şu 2 şekilde olur: abab, cccb, dddb.../ abcb, dddb, eeeb.. Şair koşmanın son dörtlüğünde mahlasını söyler. 

Koşmalar  genellikle  lirik  konularda  söylenir. Tabiat,  aşk,  hasret,  yiğitlik  ve  başka temalar  işlenebilir. Konu aşk ve  tabiatsa  saz  şairleri daima koşma nazım  şeklini  tercih eder. Koşmalar kendine özgü bir ezgiyle okunur. Ezgiyle okunuşlarına göre çeşitli adlar alır: Acem koşması, Kerem, Kesik Kerem, Gevherî  gibi. Hece  ölçüsünün  8’li  kalıbıyla  söylenmiş  bazı şiirlere, koşma ezgisiyle okunduğu için koşma denilir. Halk arasında özel bir ezgiyle okunan şiirlere de koşma denir. Karşılıklı konuşma biçiminde  söylenen koşmalara mürâcaa denilir. Bunlar dedim-dedi şeklinde yazılır ve genellikle sorulu cevaplı olarak düzenlenir. 

 

Koşma Çeşitleri

Koşma-ġarkı:  Bu  tür  koşmalarda  ilk  dörtlüğün  2.  dizesi  ilk  dörtlük  dâhil  bütün dörtlüklerin 4. dizesinde nakarat olarak tekrarlanır.

Tecnis: Bütün uyakları cinaslı olan koşmalara denir. 

Musammat  Koşma:  Dizelerinde  iç  uyak  bulunan  koşmalara  denir.  Her  dizenin sonundaki uyak, dizelerin içindeki belirli duraklarda tekrarlanır. Divan şiirinde musammatlar eşit  iki  parçaya  ayrılabilen  kalıplarla  yazılır;  fakat  halk  şiirinde  bu  kurala  uyulmaz.  6+5 duraklı kalıpla yazılan musammat koşmalarda iç uyak genellikle 6. hece üzerinde bulunur. Ayaklı  (Yedekli) Koşma: Koşmanın  ilk dörtlüğünün 2. ve 4., öteki dörtlüklerinin de  sadece  4.  dizelerine  5  heceli  bir  dize  eklenerek  oluşturulan  koşmalardır.  Eklenen  bu dizelere divan şiiri nazım biçimi müstezadda olduğu gibi ziyade denir. Uyak düzeni baAbaA, cccaA, dddaA şeklindedir. Ziyade dizeler büyük harfle gösterilmiştir. Ziyade dizeler bazen 2ve daha fazla olabilir. Ayaklı koşmalar genellikle musammat koşma biçiminde yazıldığından  onlara musammat ayaklı koşma veya musammat müstezad koşma da denir. 

Zincir-bend  Ayaklı  Koşma:  Zincirleme  biçiminde  yazılan  koşmalara  denir.

Zincirleme  şöyle  yapılır: Dörtlüklerin 4. dizesinin uyaklı  sözcüğü, bir  sonraki dörtlüğün  ilk sözcüğü  olur.  Bu  zincirleme  biçimi,  ezberlemeyi  kolaylaştırdığı  için  daha  çok  destanlarda kullanılır.

2. DESTAN

Halk şiirinde en uzun nazım biçimi destandır. Kimi destanlarda dörtlük sayısı 100’ü geçer.  Nazım  birimi,  uyak  düzeni  koşma  ile  aynıdır.  11’li  hece  ölçüsüyle  söylenir.  Hece ölçüsünün  8’li  kalıbıyla  yazılan  destanlar  da  vardır.  Son  dörtlükte  şair  mahlasını  söyler. Destanların da kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Destanın özelliği savaş, göç gibi halk hafızasında iz bırakmış ve az çok efsaneye karışmış bir olayı işlemesidir. Yalnız bu destanın, sözlü edebiyat verimleri arasındaki Oğuz Kağan Destanı, Ergenekon Destanı gibi büyük destanlarla bir ilgisi yoktur. Bu büyük destanlar anonimdir.

Konularına Göre Destanlar

a)  Savaş  Destanları:  Bir  savaşı  görmüş  ya  da  başkasından  dinlemiş  şairin, gördüklerini ya da duyduklarını şiir olarak anlatmasıdır.

b) Felaket Destanları: Deprem, yangın, salgın hastalık gibi felaketleri etkili ve acıklı bir dille anlatan destanlardır.

c) Eşkıya ve Ünlü Kişilerin Serüvenlerini Anlatan Destanlar

d) Mizahi Destanlar

e) Taşlama ya da Eleştiri Destanları: Toplum çeşitli yönlerden eleştirilir.

f) Atasözleri Destanları: Atasözleriyle türlü öğütler verilir.

g) Hayvan Destanları: Hayvanlar hakkında bilgi veren destanlardır.

h) Yaş Destanları:  İnsanın  doğumundan  ölümüne  kadar  geçirdiği  yaşam  evrelerini anlatan destanlardır.

3. SEMÂİ

Uyak düzeni koşma ile aynıdır. Yalnız semâiler hece ölçüsünün 8’li kalıbıyla yazılır. Dörtlük  sayısı  3  ile  5  arasında  değişir.  5’ten  fazla  dörtlükten  oluşan  semâiler  de  vardır. Bu şiirlerde  daha  çok  sevgi,  doğa,  güzellik  gibi  konular  işlenir.  Koşma  ve  destanlar  nasıl kendilerine  özgü  bir  ezgiyle  okunuyorsa  semâiler  de  kendine  özgü  bir  ezgiyle  okunur. Koşmaya göre daha canlı ve kıvrak bir üslubu vardır. Şair son dörtlükte mahlasını söyler.  

4. VARSAĞI

Güney  Anadolu’da  yaşayan  Varsak  Türklerinin  özel  bir  ezgiyle  söyledikleri türkülerden  gelişmiş  bir  biçimdir. Uyak  düzeni,  dörtlük  sayısı  ve  ölçüsü  semâi  ile  aynıdır. Yalnız  11’li  hece  ölçüsüyle  söylenen  varsağılar  da  vardır.  Böyle  varsağılar  kendine  has ezgisiyle koşma nazım şeklinden ayırt edilir. Bu şiirler semâiye şekil olarak benzese de ondan daha değişik bir ezgiyle okunur. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. “Be hey, bre, hey gidi” gibi ünlemler bu üsluba katkıda bulunur. İçinde bu ünlemler bulunmayan varsağılar, ezgilerinden  dolayı  semâiden  ayırt  edilir. Ama  genellikle  bu  ünlemler  vardır. Son  dörtlükte şair mahlasını  söyler. Halk  edebiyatında  en  çok  varsağı  söylemiş  şair Karacaoğlan’dır.  (16. veya 17. yy.) 

 II. ARUZ ÖLÇÜSÜYLE SÖYLENENLER

Divan  ve  halk  şairleri  birbirinden  etkilenmiştir.  Divan  şairleri  koşma  nazım şeklinden  esinlenip  şarkı  nazım  şeklini, mâni  nazım  şeklinden  esinlenip  “tuyuğ”u meydana getirmişlerdir.  Halk  şairleri  de,  bilhassa  şehir  kültürü  almış  olanları,  divan  şiiri  nazım biçimleri ile şiir yazmıştır. Mesela 17. yy. şairleri Âşık Ömer, Gevherî ve 19. yy. şairi Emrah bunlardan birkaçıdır. Halk şairlerince en çok kullanılan nazım şekli  ise gazeldir. Bunun yanı sıra  bazı musammatlarla  da  şiir  yazılmıştır.  Saz  şairleri  aruzu  gereği  gibi  bilmediklerinden şiirlerinde  pek  çok  vezin  hataları  görülür.  Vezni  kullanmaktaki  bu  başarısızlıkları  dil yanlışlarına  da  neden  olmuştur. Ayrıca  divan  şiirinin  üslup  ve  estetik  özelliklerini  de  taklit etmeye çalıştıklarından yazdıkları şiirler türlü acemiliklerle doludur. 

1. DİVAN  (DİVANÎ): Aruzun  fâ’ilâtün  fâ’ilâtün  fâ’ilâtün  fâ’ilün kalıbıyla  yazılır.

Gazel,  murabba,  muhammes,  müseddes  biçiminde  yazılan  şiirlere  denir.  Özel  bir  ezgiyle okunur. Musammat olanları da vardır. 17. yy.dan sonra yaygınlaşmıştır. Divanın bir de ayaklı divan  veya  yedekli  divan  adı  verilen  çeşidi  vardır.  Divan  edebiyatı  nazım  şekillerinden müstezada benzer.

2. SEMÂÎ: Aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün kalıbıyla yazılır. Gazel, murabba, muhammes, müseddes biçimindeki şiirlere denir. Musammat olanları da vardır. Bir de ayaklı semâiler vardır ki müstezada benzer.  Ayrı bir ezgiyle okunur. Uyak düzeni divanla aynıdır. Hece ölçüsüyle yazılan semâilerle karıştırılmamalıdır. 

3.  KALENDERÎ:  Aruzun  mef’ûlü  mefâ’îlü  mefâ’îlü  fa’ûlün  kalıbıyla  yazılır. Gazel, murabba, muhammes, müseddes  biçimindeki  şiirlere  denir. Ayrı  bir  ezgiyle  okunur. Uyak  düzeni  divan  ve  semâînin  aynıdır.  Bir  de  ayaklı  veya  yedekli  olanları  vardır  ki müstezada benzer.

4.  SELİS:  Aruzun  fe’ilâtün  fe’ilâtün  fe’ilâtün  fe’ilün  kalıbıyla  yazılır.  Gazel,murabba, muhammes, müseddes  biçimindeki  şiirlere  denir.  Ayrı  bir  ezgiyle  okunur. Uyak düzeni divan,  semâî ve kalenderî ile aynıdır.

5.  SATRANÇ  (ġATRANÇ): Aruzun müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün müfte’ilün kalıbıyla yazılır. Musammat gazel biçimindeki şiirlere denir. 19. yy.da ortaya çıkan satrancın örnekleri azdır. 

6. VEZN-İ ÂHAR: Aruzun müstef’ilâtün müstef’ilâtün müstef’ilâtün müstef’ilâtün kalıbıyla yazılır. Murabba’ biçimindeki  şiirlerdir. Uyak düzeni murabba’ya benzer. Kendine has bir özelliği vardır.Her mısra bir “müstef’ilâtün” parçasına sığacak şekilde 4 kelime ya da kelime grubuna bölünmüştür ve böylece 1. dizenin 2. parçası 2. dizenin başında; 3. parçası 3. dizenin  başında;  4.  parçası  ise  4.  dizenin  başında  aynen  tekrarlanır. Ayrıca  bu  parçalardan sonra  gelen  parçalar  da  birbirlerini  takip  eder.  Yani  dörtlük  dizelerinin  ilk  parçalarının yukarıdan aşağıya okunmasıyla 1. dize ortaya çıkar. Aşağıda bir örnek verilmiştir: 

 

           1                                2                           3                           4

1. Ey vasl-ı cennet/   kıl câna minnet/   vay serv-i kâmet/   cân içre cansın

2. Kıl câna minnet/   vay serv-i kâmet/   cân içre cansın/   nev-res fidansın

3. Vay serv-i kâmet/   cân içre cansın/   nev-res fidansın/   şûh-i cihansın

4. Cân içre cansın/   nev-res fidansın/   şûh-i cihansın/   gözden nihânsın

                                                                                                         Tokatlı Nuri

Bentleri 3 dize olan vezn-i âharlara da rastlanır. O zaman yukarıdaki düzenden daha karışık bir düzen vardır.

 

HALK ŞİİRİNDE KULLANILAN NAZIM TÜRLERİ

A. ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ

Âşık edebiyatı nazım  türleri genellikle koşma ve semâi nazım biçimiyle yazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır. 

1.  GÜZELLEME:  Doğa  güzelliklerini  anlatmak  ya  da  kadın,  at  gibi  sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir. Güzellemeler bu konuların ayrı ayrı ya da birlikte ele alabilir.

2.  TAŞLAMA:  Bir  kimseyi  yermek  ya  da  toplumun  bozuk  yönlerini  eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Divan şiirinde bu konudaki şiirlere hicviye denir. 

3. KOÇAKLAMA: Kahramanlık, savaş ve kavga şiirleridir. Coşkun ve yiğitçe bir üslupla söylenir. Halk şiirinde en güzel koçaklamalar 16. yy. şairi Köroğlu’nundur. 

4. AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir. Bu  tür şiirleri  söylemeye ağıt yakma denir. Türk  toplumunda çok eski bir geçmişi vardır.  İslamiyet’ten  önceki  Türk  edebiyatındaki  “sagu”  türünün  bir  devamı  niteliğindedir. Sagular  yuğ  adı  verilen  ölü  gömme  törenlerinde  okunurdu. Divan  edebiyatında  bu  konuda yazılan  şiirlere  “mersiye”  denir. Anonim  halk  şiiri malı  olan,  yani  söyleyeni  belli  olmayan ağıtlar  da  vardır. Bunlar  genellikle  genç  yaşta  ölen  kız  ve  delikanlılar  için  söylenir. Ayrıca gelin olup anasının evinden ayrılan kızlar için de ağıtlar yakılır.  

B. TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ

Tekke edebiyatının kendine ait bir nazım şekli yoktur. Tekke şairleri hem divan hem de  halk  edebiyatına  ait  nazım  şekillerini  başarıyla  kullanır.  Bu  demektir  ki  hem  aruza hâkimler hem de hece ölçüsünü  tercih etmişlerdir. Tekke edebiyatını oluşturan eserler biçim yönünden  divan  ve  halk  edebiyatının  birleşimi  gibidir;  konu  yönünden  ise  kendine  has özellikleri vardır. Tekke edebiyatına ait nazım  türleri din ve  tasavvufla  ilgili kavram, duygu, düşünce, ilke ve kuralları halka yaymak amacıyla bir tarikata bağlı şairlerce yazılan şiirlerdir. Demek ki bu konularda şiirler yazan  tekke mensupları şiirlerini yazarken bazen divan bazen halk şiiri nazım şekillerini tercih ederler. Divan edebiyatından gazel, kaside, kıt’a, musammat, murabba’, terkîb-i bend, tercî-i bend, rübâi, tuyuğ, mesnevi; halk şiirinden ise koşma ve mâni nazım biçimlerini kullanmışlardır.

1. İLÂHİ

Tekke  edebiyatının  en  önemli  nazım  türlerinden  biridir.  Hemen  hemen  bütün mutasavvıf şairler tarafından işlenmiştir. Hatta büyük pîrlerin çoğu şair olmadıkları hâlde ilâhitüründe  şiirler  söylemişlerdir.  İlâhilerde  işlenen  en  önemli  unsur  Allah’ın  “bir”liğ meselesidir.  Tekke  edebiyatının  Anadolu’daki  ilk  ve  büyük  üstadı  Yunus  Emre  bütün ilâhilerinde  ilâhi  aşk,  vahdet  (Allah’ın  birliği),  yaratılış,  nefis,  dünya  gibi  temaları işlemektedir. Bu şiirlerde Allah’ın birliği, büyüklüğü, gücü anlatılır ve telkin edilir.İlâhiler aruz ve hece  ile yazılırlar. Hece ölçüsüyle yazılanlarda hecenin 7’li, 8’li vebazen  11’li  kalıbı  kullanılır. Bu  şiirler  ağır  ve  sırlı  ezgilerle  tarikat  âyinlerinde  söylenir  ve tarikatlara göre aşağıdaki adları alır.  

Âyin: Mevlevî tekkelerinde okunur.

Tapuğ: Gülşenî tekkelerinde okunur.

Nefes: Genellikle Bektaşî-Alevî  tekkelerinde okunur. Melamî  tarikatında “vahdet-i vücûd”  telkinleri  hep  nefeslerle  yapılır. Zaten  bu  şiirlerde  genellikle  vahdet-i  vücut  kuramı anlatılır. Bunun yanı sıra Hz. Muhammed ve Hz. Ali için övgüler de söylenir. Bu tarz şiirlerde rindâne,  kalenderâne  ve  alaycı  bir  üslup  dikkati  çeker. Mesela  dünya  hayatının geçiciliği yüzünden  bu  dünyayı  umursamama,  boş  verme,  başa  gelene  râzı  olma  kalenderlik  ya  da rindliktir ve böyle bir üslup ister istemez hafif alay da içerir. Nefesler gazel ve koşma tarzında hece ölçüsüyle  yazılır. Sonradan bu  şiirlerde aruz ölçüsü de kullanılmıştır. Daha  çok “ayn-ı câm”larda saz eşliğinde makamla okunur.

Durak:  Genellikle  Halvetî  tekkelerinde  ve  zikrin  arasında  bir  ya  da  iki  kişi tarafından okunur.

Cumhur:  Mevlevî  ve  Bektaşî  dergâhından  başka  tekkelerde  herkes  tarafından okunur. 

2. TEVHİD

Tevhid, aslında divan şiiri nazım türüdür. Allah’ın varlığına ve birliğine dair yazılan şiirlerdir. Zaten sözlük anlamı da “birlemek” demektir. Düz yazı şeklinde olanları da vardır. Manzum olarak yazılan  tevhidler kaside, gazel ve mesnevi  tarzındadır. Eski  şairler, âlimler, yazarlar eserlerine  daima  tevhidle  başlardı.  Tevhidlerde  ele  alınan  konu  âyet  ve  hadislerle açıklanır. Bu tür şiirlerde Allah’ın birliği, yüceliği ve sıfatları gibi dini konular ya da vahdet-i

vücûd  gibi  tasavvufi  konular  işlenir. Mutasavvıf  bir  divan  şairi  ile  bir  tekke  şairi  arasında zihniyet ve yaşayış bakımından bir fark olmadığı  için aynı amaçla meydana getirilmiş böyle şiirlerde  de  aslında  pek  fark  yoktur.  Ancak  tasavvufî  tevhidlerin  genel  karakteri  divan şiirindekinden  biraz  farklıdır.  Ele  alınan  dini  konulara  şer’i  yorumlardan  çok  tasavvufi yorumlar getirilir. Mutasavvıf, tevhidde kendi tasavvuf anlayışını yansıtır. 

3. MÜNÂCAAT

Münâcaatlar  da  tevhid  gibi  aynı  zamanda  divan  şiiri  nazım  türüdür.  Allah’a  dua etme, yalvarma demektir ve bu konuda yazılır. Eski şairler divanlarına  tevhid ve münâcaatla başlardı. Divanların dışında İslâmî eserlerin başında da münâcaat görülmektedir. Manzum yada mensur  olarak  yazılabilir. Manzum münâcaatlar  genellikle  kaside,  gazel,  kıt’a, mesnevi biçimlerinde yazılır ve divan şiiri nazım türüdür. Bu tür eserler sadece Allah’a yalvarmak ve ona  olan  güçlü  duyguları  açıklamak  için  değil,  aynı  zamanda  Hz. Muhammed’e  karşı da yazılır. Ancak bunlar na’tlardan içerik yönünden farklıdır. Övgüden ziyade ona hitap, yakarış vardır. 

4. NA’T

Tevhid,  münâcaat  gibi  aslında  divan  şiiri  nazım  türüdür.  Hz.  Muhammed’i methetmek  için  yazılır. Mensur  olanları  da  vardır. Divan  ve  tekke  edebiyatlarında  yazılmış pek  çok  na’t  vardır.  Ayrıca  diğer  peygamberler,  velîler,  din  büyükleri,  mürşitler,  halifeler hakkında da na’tlar vardır. Manzum na’tlar genellikle kaside biçimiyle yazılır. (bkz. 7. s.)

5. MİRACİYE

Mirac,  göğe  çıkma  demektir; Hz. Muhammed’in Recep  ayının  27.  gecesi  “Burak” isimli  atıyla  göğe  çıkması,  orada  Allah  ile  bizzat  görüşmesidir.  Ayrıca  burada  diğer peygamberlerin ruhları ile de görüşmüştür. Miraciye Hz. Muhammed’in miracından bahseden eser  veya  bu  sebeple  yazılan  parçalardır. Manzum  ve mensur  olarak  yazılmıştır. Manzum olanları genellikle kaside ve mesnevi biçimindedir. Mirac, konu olarak Kur’an-ı Kerim’deki İsra Sûresi’nin 1. âyetine dayandırılır. Âyet şöyledir: “Bütün eksikliklerden yüce olan o Allah, kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için kulunu (Hz. Muhammed’i) bir gece Mescid-i  Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız o Mescid-i Aksa’ya götürdü. Hakikat şu ki O, herşeyi işitir, her şeyi görür.” Mirac, Hz. Muhammed’in Allah’a bizzat yakınlık anıdır. Miraciyeler camilerde ve özel toplantılarda mevlid ve hilye gibi okunurdu. Özellikle Recep  ayının  27.  gecesi  mirac-nâme  okumak  bir  gelenek  hâline  gelmişti.  Mirac-nâmeokuyana mirachan denir ve bu kişiler bu eserleri bestelenmiş hâliyle okurlar.  Mirac  inancı  sadece  Müslümanlarda  değil,  diğer  dinlerde  de  vardır.  Hatta  göğe çıkma olayını anlatan mirac ve miraciyeler eski Türk dinlerinde de mevcuttur. Fakat bunlar Hz. Muhammed’le ilgili değildir. 

6. MEVLİD

Mevlid, “doğum zamanı” ve “doğum yeri” anlamlarına gelir. Peygamber’in doğduğu geceye  ve  doğduğu  eve  denir. Onun  doğduğu  eve Mevlidü’n Nebî  adı  verilir. Mevlid Hz Peygamber’in doğumu veya onun doğumunu anma bayramı, yani Kutlu Doğum Günü’dür. Şiir  türü olarak mevlid, Peygamber’in doğumunu mesnevi biçimiyle, yani manzum alarak  anlatan  eserlere  denir.  Bu  eserlerde  özellikle  Hz.  Muhammed’in  hayatı,  diğer peygamberlerden üstünlüğü dile getirilmiştir. Kadı Darîr’in Siyretü’l Nebî  adlı  eseri mevlid geleneğinin  Türk  edebiyatında  ilk  örneklerindendir.  Fakat  en  güzel  örneği  15.  yy.  şairi Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n Necât adlı mevlididir. Bu eser tevhid, münâcaat, dua, velâdet (doğum), mirac, vefat, hatime  (bitiş) bölümlerinden oluşur. Yani mevlidlerde  sadece doğum hadisesi anlatılmaz.  Halk  arasında  birçok  vesileyle  işte  bu  Mevlid  okutulur.  Hz.  Peygamber’in doğumunun  yıl  dönümünde,  çocuğun  doğumu  münasebetiyle,  sünnet  düğünlerinde;  bir kimsenin  ölümünden  sonra,  haftasında,  kırkıncı  gününde,  senesinde;  bir  adağın  yerine getirilmesinde Hz. Peygamber’in ruhunu şad etmek için Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid okutulur. Mevlid okuma esnasında yemek verilir, gül suyu dökülür, lokum, şeker ya da helva dağıtılır.

Hz. Ali’yi anlatan mevlidler de vardır. 19. yy. da Süleyman Celaleddin’in “Mevlid-i Cenâb-ı  Ali  Kerem  Allah-ü Vecheh”  adlı  eseri  buna  bir  örnektir.  Eserde  şair  ilk  önce  bir tevhid şiiri yazar, ardından münâcat, na’t-ı nebevî (Peygamber’e övgü), İmameyn (Hz. Hasan ve Hüseyin) hakkında bir şiir, dibâce (ön söz), ilahi, mukaddime (başlangıç) ve yine kısa bir na’t-ı nebevî yazarak Hz. Ali’nin doğumu bölümüne başlar. Hz. Ali’ye medhiyeden sonra dua ve bitiriş şiiri ile mevlidi tamamlar. 

7. HİLYE

16.  yy.da  ortaya  çıkmıştır.  Bunlar  peygamberlerin  fiziksel  yapılarını  anlatan eserlerdir.  Manzum  ve  mensur  olarak  yazılır.  Manzum  olanlar  mesnevi  biçimiyle  yazılır. Sadece Hz. Muhammed’i anlatan hilyelere hilye-i nebevî, hilye-i Ģerîf, hilye-i Fahr-ı âlem adı  verilir.  Yine  de  hilye  deyince  akla  ilk  olarak  Hz.  Muhammed’in  vasıflarını  ve güzelliklerini  anlatan  eserler  gelir.  Hilyeler  bağımsız,  ayrı  bir  eser  olarak  yazıldığı  gibi miraciyeler ve mevlidler içinde de yer alır. 

8. RAMAZANİYE

Ramazan  ayının  faziletleri,  Ramazan  orucunu  tutmanın  gerekliliği  ve  faydalarını manzum  olarak  anlatan  eserlerdir.  Ramazaniyeler  genellikle  mâni  biçimiyle  yazılır;  amakaside ve gazel şekliyle yazılanlar da vardır. 

9. MEDHİYE

Birini övmek için yazılan manzum ve mensur eserlerdir. Genellikle kaside biçimiyle yazılır; ancak diğer nazım şekilleri  ile yazılmış medhiyeler de vardır. Medhiye aslında divan şiiri  nazım  türüdür.  (bkz.  15.  sayfa)  Tekke  edebiyatında  sadece  din  ve  tarikat  büyükleri 

övülür,  yani  devlet  büyükleri  övülmez.  Bu  iki  tür  medhiye  birbirinden  farklıdır:    Ölüler hakkında  yazılmış  medhiyelerde  şair  ondan  bir  menfaat  beklemeyeceği  için  bunlar  daha inandırıcıdır. Diriler hakkında yazılanlar ise inandırıcılıktan yoksundur. Çünkü övülen kişinin övgüyü hak eden özelliklerinden çok, methetmek ve üslup güzelliği ön plandadır. Ayrıca bu tür medhiyelerde amaç; övülenden câize, yani para veya altın gibi değerli hediyeler almaktır. Divan  şairleri  maddi  beklenti  karşılığında  medhiye  yazarken,  Tekke  şairleri  herhangi  bir maddi beklenti karşılığında yazmaz. Dört Halife için yazılan medhiyelere medh-i çihâr-yâr-ı güzîn (Hz. Muhammed’in dört dostunun mehdi) denir. Çihâr, Farsça dört demektir. Dört halife içinde kendilerine en çok medhiye  yazılanlar  Hz.  Ali  ve  Hz.  Ebu  Bekir’dir.  Çünkü  tarikatların  çoğunda  tarikatı  bu ikisine  dayandırma,  bir  şekilde  onlarla  ilişkilendirme  söz  konusudur.  Bazı  derviş  şairlerin mensubu oldukları  tarikatın pîrine veya daha önce yaşamış  tarikat büyüklerine yahut da aziz bildikleri mürşitlerine hitaben medhiye yazdıkları olur. Bu tür ilahilerde o mürşidin özellikleri uzun uzun anlatılır. 

10. HİKMET

12.  yy.  da  Türkistan’da  yaşamış  ve  Yesevîlik  tarikatını  kurmuş  Hoca  AhmedYesevî’nin  şiirlerine verilen  isimdir. Onun  şiirlerine hikmetli  söz olarak bakıldı. Bu  yüzden onlara,  diğer  şiirlerden  ayırt  etmek  için  hikmet  adı  verilmiştir.  Hikmet  bilgisi  bir  bakıma tasavvuf  bilgisi   demektir. Bu  şiirleriyle Ahmed Yesevî  aynı  zamanda  tasavvuf  edebiyatının kurucusu  olmuştur.  Hikmetler  İslamiyet’e  yeni  girmiş  veya  henüz  girmemiş  Türklere İslamiyet’in  esaslarını,  şer’i  kuralları  anlatır. Ayrıca Hoca Ahmed Yesevî’nin  adıyla  anılan Yesevîlik  tarikatının  âdâbını müritlere  telkin  eder. Bu  amaçlarla  yazılan  hikmetler  didaktik (öğretici)  özellikte  olduğu  için  sanat  endişesinden  uzaktır.  Bu  yüzden  hikmetlerde  daha sonraki  tasavvuf  şiirlerinde  görülen  coşkunluk  yoktur.  Yesevî,  ağır,  ölçülü  sözleriyle  dinî, ahlâkî öğütler verir. Ancak duygulardaki  samimiyet ve coşkunluk, hikmetlere zaman zaman lirizm katar. Bu şiirler söyleyiş bakımından millî özellikler taşır ve bu yüzden Türk edebiyatı için  önemlidir.  Şair  öğretmek  amacı  güttüğünden  onları  sade  bir  Türkçe  ile  yazmıştır. Hikmetler,  o  zamanlarda  hâkim  olan  Kaşgar-Hakâniye  lehçesinin  ürünüdür.  İslâmî  Türk edebiyatının Orta Asya’daki  ilk  eserleri o  çağlarda Orta Asya’nın ortak  edebiyat dili hâline gelen Kaşgar-Hakâniye  lehçesi  ile  yazılmıştır. Yesevî, hikmetlerinde aruz ve hece ölçüsünü kullanmıştır. Ama  çoğunlukla  hecenin  7’li  ve  12’li  kalıplarını  tercih  etmiştir. Manzumeler genel  olarak  dörtlüklerle  düzenlenmiştir,  destan  biçimindedir.  Kullanılan  kafiyeler  de  halk şiirinin karakteristik yarım kafiyeleridir ve çoğunlukla rediflidir.   Hikmet yazmak,  yani Yesevî  tarzında  şiir yazmak daha  sonra Yesevî dervişlerince gelenek hâline gelmiştir. Bazı Yesevî dervişleri ise bu şiirlere kendi adlarını koymamışlardır. Bunun  sebebi  şeyhlerinin hikmetleriyle bütünleşmek olabilir. Bu yüzden Ahmed Yesevî’nin hikmetleri  “Divan-ı Hikmet”  adıyla  sonradan  toplanırken  başkalarının  yazdığı  hikmetler  de divana  girmiştir. Bugün  elde  bulunan Divan-ı Hikmet  bütünüyle Yesevî’ye  aittir,  denemez; Yesevîlik’in bir hikmetler kitabıdır, demek daha doğrudur. Ahmed Yesevî’inin Türk tasavvuf hayatı ve Tekke Edebiyatı üzerindeki etkisi geniş ve  devamlıdır.  Anadolu’da  kurulan  Nakşibendîlik,  Haydarîlik,  Bektaşîlik  gibi  belli  başlı tarikatlar üzerinde Yesevîlik’in açık izleri vardır.

11. NUTUK

Pîrlerin  ve mürşitlerin  tarikata  yeni  giren  dervişlere  tarikat  derecelerini  ve  âdâbını öğretmek için söylediği şiirlerdir. Hece ölçüsünde koşma şeklinde söylenir. Genellikle 5 ila 7 dörtlükten  oluşur. Müzik  eşliğinde  söylenmeyen,  sadece  okunmak  için  yazılan  nefesler  de nutuk diye anılır.  

12. DEVRİYE

Devriyeler  tasavvuftaki  “devir”  kuramını  anlatan  şiirlerdir.  Mensur  olanları  da vardır.  Devir  kuramı;  yaradılış  olayının,  varlığın  nereden  gelip  nereye  gittiği  ve  bu  ikisi arasındaki  safhalarının  tasavvufa  göre  açıklanmasıdır. Tasavvufçular bu  sistemin  esasını bir daireye benzettiği için “devr” adını vermiştir. Bu kurama göre vakti gelen ruh, âlem-i gaybdan (bilinmeyen  âlem) âlem-i  şuhûd’a; yani görünen, maddî âleme  iner ve  çeşitli merhalelerden sonra  tekrar Tanrı’ya  döner. Buna  devir  denir. Ruh,  önce  cansız  varlıklara,  sonra  bitkilere, hayvana,  insana ve en sonra da  insan-ı kâmile geçer. Oradan da  ilk büyük ruh olan Tanrı’ya döner  ve  O’nunla  birleşir.  Ruhun  maddî  âleme  inişine  nüzûl  (aşağı  inme,  iniş),  tekrar Tanrı’ya dönüşüne de urûc  (yukarı çıkma, yükselme) denir. Bu yüzden  sadece  inişi anlatan devriyelere  ferĢiye,  çıkışı  anlatanlara  ise  arĢiye  denir.  Bu  kuramı  savunanlar  Kur’an-ı Kerîm’de çeşitli yerlerde zikredilen “O’ndan gelip O’na dönme” ifadelerini gösterirler. Devir kuramı Hz. Muhammed’in “Ben nebî iken Âdem su ile çamur arasındaydı.” hadisi ile ilgilidir. Mutasavvıflara göre vücut hâlindeki Muhammed, yeryüzüne sonradan gelmiştir. Hâlbuki ruh hâlindeki Muhammed ezelden beri vardı. Demek ki  ruh hep vardır; ama sırası gelen  ruh, bu dünyaya  iner. Aslında  devir  kuramı  vahdet-i  vücut  anlayışının  bir  parçasıdır.  Yalnız  devir kuramını reenkarnasyon (tenâsüh) inancıyla karıştırmamak gerekir. Tenasüh inancında ruh bir cisimden  ötekine  belli  bir  sıra  gözetmeksizin  sıçrar. Mesela  bir  hayatında  insan  olan  ruh, sonraki hayatında hayvan olabilir. Türk  edebiyatında Sünnî  tarikatlara mensup  olanlar  yaratılış  ve  ruh  konusu  hassas bir  konu  olduğundan  pek  fazla  devriye  yazmamışlardır.  Sadece  Kur’an  ve  sünnet

çerçevesinde  insanın  ana  rahmine  düşmesini,  ölüm  ve  kabir  hayatını  hayalî  ve  sofiyâne bir şekilde anlatan devriyeler yazmışlardır. Böylece Türk edebiyatında devriyeler, Mevlânâ’dan başlayarak Yunus Emre, Kaygusuz Abdal ve daha birçok şair ve nesir yazanın eserlerinde yer alan bir tür olmuştur.

13. ŞATHİYE (ŞATHİYÂT-I SOFİYÂNE)

Allah ile  teklifsizce, şakalı bir dille konuşur gibi yazılan şiirlere verilen isimdir. Bu tür,  sonradan  bazı  şairler  tarafından  şeriat  ölçülerinden  uzaklaşmıştır.  Bu  yüzden  de  din bilginlerince kelam-ı küfür, yani dinden çıkaran söz olarak sayılmıştır. Görünüşte alaycıdır ve çocuk  eğlencelerine  benzer.  Gerçekte  şathiyelerde  tasavvufî  sırlara  işaret  edilir.  Tasavvufî sırlar yine üstü kapalı bir şekilde, sembollerle anlatılır. Bunu ancak erbabı anlar.  Hatta bunu Yunus Emre’nin “Çıktum erik dalına anda yidüm üzümi” matlalı şathiyesi de destekler. Son beyitte şair şöyle der: Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez

Münâfıklar elinden örter ma’ni yüzünü  Böyle diyerek şathiyelerde bazı gerçeklerin bilerek gizlendiğini, üstü örtülü bir dille anlatıldığını  dile  getirir.  Şathiyeler  genellikle Bektaşî  şairlerinde  rastlanır. Yunus Emre’nin pek  az  şathiyesi  vardır.  Mevlânâ’nın  ise  Farsça  şathiye  gazeli  vardır.  Edebiyatımızda Kaygusuz Abdal şathiyeleriyle tanınır.





Feride TURAN

Uzman Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni


KAYNAKÇA

1. Banarlı, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi 1-2, MEB Yayınları, İstanbul, 1971.

2. Banarlı, Nihad Sami, Lise 2 Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı, Remzi Kitapevi, İst., 1972.

3. Dilçin, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1992.

4. Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı 1, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.

5. Tekin, Arslan, Edebiyatımızda Terimler, Elips Kitap, Ankara, 2006.

6. Türk Dili Dergisi, Divan Şiiri Özel Sayısı, 1986. 

7. Türk Dili Dergisi, Halk Şiiri Özel Sayısı, 1989. 









Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.


Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
24.4.2024 22:16:37
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.