|
Bediüzzaman Said Nursî / Hayatı
1876 yılında Bitlis’in Nurs köyünde doğdu. Geleneksel dini
eğitim gördü. 1908’de II.Meşrutiyet’in ilanından hemen önce İstanbul’a geldi.
1909 tarihinden sonra hayatını Doğu Anadolu’da sürdürdü. 1911’de İstanbul’a
döndü. I.Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa’da çalıştı. Doğu Cephesi’nde
Ruslar’a karşı savaştı. 1915-1917 arasında Ruslar tarafından savaş esiri olarak
alındı. Savaştan sonra ülkeye döndü ve Cemiyet-i Müderrisin ve Kürt Neşr-i
Maarif Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı. Milli Mücadele hareketine
katıldı. 1923’te iktidardan desteğini çekti. 1925 yılında çıkan bölücü
isyanlara karşı milli bütünlükten yana tavır aldı.
Önce Isparta yakınlarında bir köye ardından Eskişehir (1935), Kastamonu (1936),
Denizli (1943) ve Afyon Emirdağ’a (1945) sürüldü. 1950’de DP iktidara gelince
serbest bırakıldı. Risale-i Nur Külliyatı adı altında topladığı eserleri kaleme
aldı. 1960 yılında vefat etti.
ARAŞTIRMA
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ
Dr. VELİ SIRIM
Bediüzzaman Said Nursî, 1878 yılında Bitlis’in Hizan Kazasına bağlı İsparit
Nahiyesinin Nurs Köyünde dünyaya geldi.
Öğrenim hayatına dokuz yaşında Tağ Köyündeki medresede başladı. Eğitim hayatı
çok hareketli geçti. Kendine uygun medrese arayışıyla yaşadığı bölgede bir çok
medreselerde kısa sürelerle bulundu. Bu arayış yaklaşık üç yıl sürdü. Bu dönem
içerisinde, Kur’ân-ı Kerimi hatmedip, medrese usulünün başlangıç kitaplarını
okudu. Fakat öğrenim hayatının en önemli kısmı Doğubeyazıt’ta geçirdiği üç
aylık dönemdir ki, bu dönemde, Şeyh Mehmet Celâlî’den ders aldı ve medrese
eğitiminin temel kitaplarından olan seksenden fazla kitabı tahkik etti ve
icazet alarak Doğubeyazıt’tan ayrıldı.
Daha sonra Bitlis’e giden Said Nursî, o dönem medrese âlimleri arasında gelenek
olan ilmî tartışmalara katıldı. Bu ilmî münazaralardaki üstün başarıları,
zekâsı ve hafızasıyla herkesin takdirini kazandı. Bu tartışmalar sonunda on
altı yaşındayken aldığı icazetini kabul ettirip, ilmî rüştünü ispat etti ve
‘Bediüzzaman’ diye anılmaya başlandı.
Genç âlimin ününü duyan Van Valisi Hasan Paşa onu Van’a davet etti. Van’da uzun
süre kaldı ve araştırmalarına devam etti. Hasan Paşa’nın yerine tayin olan
Tahir Paşa’nın geniş kütüphanesinde fen ilimlerine dair kitapları inceleme imkânı
bularak fizik, kimya, coğrafya, astronomi ve felsefe ile ilgilendi.
Van’da bulunduğu yıllar Said Nursî’nin düşünce dünyasında önemli oluşumların
meydana geldiği dönemdir. Bir gazetede okuduğu İngiliz Sömürgeler Bakanı
Gladstone’un Kur’ân’ın yok edilmesi veya Müslümanların Kur’ân’dan soğutulması
gerektiğine dair sözü Bediüzzaman’ı derinden etkiledi ve daha sonraki hayatını
Kur’ân’ın anlaşılmasına adadı.
Doğunun en önemli problemlerinden olan öğrenim ihtiyacının giderilmesi için
Doğu’da fen ilimleriyle medrese ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite
kurulması gerektiğini düşünen Üstad Said Nursî, bu fikrini hükümete iletmek ve
böyle bir projeyi gerçek gerçekleştirmek için gerekli teşebbüslerde bulunmak
amacıyla 1907’de İstanbul’a gitti. Malta’da Şekerci Handa kalırken, İstanbul’un
ileri gelen âlimleriyle görüşmeler yapan Üstad Said Nursî, kapısına “Burada her
soruya cevap verilir ancak soru sorulmaz” diye yazarak sarayın, ilim
çevrelerinin ve halkın dikkatini üzerine çekti.
Doğuda kurulmasını istediği üniversiteyle ilgi fikirlerini bir dilekçeyle
saraya iletti. Fakat dönemin hükümeti bu ihtiyacın önemini kavrayamadı ve
projenin gerçekleşmesi için herhangi bir teşebbüste bulunmadı. Aksine, gerek
daha önceki hayatında baskı kabul etmeyen davranışları, gerekse İstanbul’a
gelişiyle sergilediği tavırlar sonucunda halkın etrafında toplanmaya başlaması
sebebiyle zaten en ufak bir hareketten bile şüphelenen Saray’ın kuşkulanmasına
sebep oldu. Saray, onu tımarhaneye gönderdi. Ancak doktorlar “Eğer bu adamda
zerre kadar cünun varsa dünyada akıllı adam yoktur” diye rapor verdi.
O yıllarda İstanbul’un gündemini hürriyet ve meşrutiyet tartışmaları
oluşturuyordu. Üstad Said Nursî de bu tartışmalara katıldı ve gazetelerde
yayınladığı makaleleriyle hürriyet ve meşrutiyetin İslâma aykırı olmadığını
bilakis istibdat ve mutlâkiyetçi yönetimlerin İslâma aykırı olduğunu savundu.
Ayrıca, Meşrutiyet’in ilânının üçüncü gününde İstanbul’da meşrutiyete sahip
çıkan bir nutuk okudu. Aynı nutku Selanik Hürriyet Meydanında geniş bir halk
kitlesi karşısında tekrarladı. Meşrutiyetin getirdiği serbestlik ortamında
filizlenen bir çok siyasî oluşuma katıldı ve pek çok siyasî olayın içinde yer
aldı.
1909 yılındaki 31 Mart olaylarında karışıklığı önlemek amacıyla konuşmalar
yapmasına ve yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, tutuklanarak ‘Divan-ı Harp’te
idam talebiyle yargılandı ve beraat etti. Bu mahkemedeki müdafaasını daha sonra
İki Mektebi Musibetin Şehadetnamesi adıyla yayınladı.
1910 yılında İstanbul’dan ayrılarak Van’a döndü ve yöredeki aşiretleri ziyaret
ederek başta meşrutiyet, hürriyet, anayasa, parlamento gibi konular olmak üzere
bir çok konuda yöre halkını aydınlatıcı bilgiler verdi. Aynı yıl, bu
görüşmeleri özetleyen Münazarat adlı eserini yazdı.
Aynı yılın kışında Şam’da bulunduğu sırada yöredeki âlimlerin daveti üzerine
Şam Emevî Camiinde âlimlere hitaben İslâm dünyasının problemleri hakkında
hitapta bulundu. Bu konuşması 1911 yılında Hutbe-i Şamiye adıyla yayınlandı.
Şam’dan ayrılarak İstanbul’a gitti ve aynı yıl içerisinde Sultan Reşad’ın,
Üsküp’te bir üniversitenin temel atma törenini de içeren Rumeli seyahatine doğu
illerini temsilen katıldı. Balkan savaşları sebebiyle yarım kalan bu projenin
Doğuda gerçekleştirilmesi için Padişahı ikna eden Üstad Said Nursî, 1912 yılında
İstanbul’dan ayrılarak tekrar Van’a döndü. 1913 yılında ‘Medresetü’z-Zehra’
adını verdiği üniversitenin temelini Van Valisiyle birlikte attı. Ancak Birinci
Dünya Savaşı çıkınca öğrencileriyle birlikte cepheye gitti ve uğruna çok çaba
sarf ettiği üniversite projesi de savaş sebebiyle yarım kaldı.
Savaş sırasında İşârâtü’l-İ’câz isimli tefsir kitabını yazmaya başladı. Bu
savaşta pek çok talebesi şehit oldu ve kendisi de 1916’da Ruslara esir düştü.
Yaklaşık iki buçuk senelik esaret hayatı Rus ihtilalinin getirdiği karışıklık
sırasında firar etmesiyle son buldu. Sibirya, B erlin, Varşova ve Sofya
üzerinden 1918’de İstanbul’a geldi.
İstanbul’da kendisine hem ilim çevrelerince, hem de saray çevresince büyük ilgi
gösterilmiş ve Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyeliğine tayin edilmiştir.
İstanbul’da bulunduğu yıllarda Nokta, Sünuhât, Lemâat, Katre, Habbe, Zerre,
Şemme adlı risâlelerini yazdı ve bunlarla birlikte yirmi iki eserini matbaada
bastırdı. Baskısı yapılan bu eserler arasında daha önce yazdığı mantık ilmine
ait Kızıl İcaz ve İşârâtü’l-İ’câz adlı tefsiri de yer almaktadır.
Takvimler 1920 yılını gösterdiğinde İstanbul İngilizler tarafından işgal
ediliyordu. Üstad Said Nursî işgale karşı tepkisini yayınladığı Hutuvat-ı Sitte
risâlesiyle halkı işgale karşı uyandırmaya çalıştı ve Anadolu hareketini
‘isyan’ olarak niteleyen Şeyhülislâm fetvasına karşı bir fetva yayınlayarak
Kuva-yı Milliye hareketini destekledi. İstanbul’daki faaliyetleri sebebiyle
hakkında İngilizlerin idam kararı aldığı Said Nursî, Anadoluda ki Büyük Millet
Meclisi tarafından ısrarla Ankara’ya davet ediliyordu. Bu davetler sonucunda 19
Kasım 1922’de Ankara’ya geldi ve Mecliste resmî bir törenle karşılandı.
Ancak, vekillerin dine karşı umursamaz tavırları karşısında uyarı için bir
beyanname yayınladı. Fakat onun bu çalışmaları, Mustafa Kemal ile
tartışmalarına sebep oldu. Vekiller Yunan ordusu karşısında alınan galibiyetin
coşkusuyla avunurken o Zeylü-z-Zeyl adlı tabiatçılık ve determinizmi eleştiren
Arapça risâlesini yayınladı. Bu eserin dışında Hubab ve Zeylü’l-Hubab adlı
eserlerini yazdı. Ankara Hükümetince kendisine, milletvekilliği ve Şark umumî
vaizliği ve diyanet üyeliği gibi makamlar teklif edildi. Ancak o, bütün bunları
kabul etmeyerek, 1923 Mayısında Ankara’dan ayrılarak Van’a gitti.
Van’da Erek dağında inzivaya çekildi ve ibadetle meşgul oldu. Siyasetin
merkezinden kendisine önerilen makamları reddederek bir dağın başına çekilip,
siyasetten uzak durup ibadetle meşgul olması Üstad Said Nursî’de yeni bir
dönemin işaretlerini veriyordu. Esaret hayatından itibaren başlayan sorgulama
sonucunda, Kur’ân’ı 20. yüzyıl insanının anlayışına uygun bir tarzda açıklayan
Risale-i Nur’un yazıldığı ve kendisinin “Yeni Said Dönemi” diye adlandırdığı
yeni bir dönemi ortaya çıktı.
Bu Yeni Said döneminde onu hiç rahat bırakmadılar. 1924 yılında başlayan Şeyh
Said isyanı bahane edilerek Ankara Hükümetinin emriyle Erek Dağından alınıp
Burdur’a mecburî ikâmete gönderildi. Burdur’la başlayan dönemde yalnızlığa
mahkum edildi.
Burdur’da Nur’un İlk Kapısı adlı eserini yazdı. Buradan 1926 yılında Isparta’ya
gönderilen Üstad Said Nursî, Isparta’da kısa bir süre kaldıktan sonra Eğirdir
İlçesi’nin Barla Köyüne mecburî ikamete gönderildi. Barla’daki yaklaşık sekiz
yıllık mecburî ikamet hayatı boyunca Sözler, Lemalar ve Mektubat adlı eserlerin
büyük bölümünü yazdı. Barla döneminde zehirlenme, özel hayatın ihlâli ve
dostlarıyla görüşmelerin keyfi engellenmesi gibi çeşitli baskı ve zulümlerle
rahatsız ettikleri Üstad Said Nursî’yi daha yakından gözleyip, kontrol altında
tutmak için Ankara’nın emriyle tekrar Isparta merkezine getirdiler. Said Nursî
adından korkanlar onu göz hapsinde tutmakla engellemenin mümkün olamayacağını
anlayınca, bu defa onu hapse göndermenin yollarını aramaya başladılar ve
Tesettür Risalesi adlı eserini bahane ederek; gizli örgüt kurmak, rejim
aleyhtarlığı yapmak, rejimin temellerini sarsmak gibi ithamlarla Üstad Said
Nursî ve talebelerini Eskişehir hapsine gönderdiler.
19 Ağustos 1935 tarihinde verilen kararla bir sene hapis ve Kastamonu’da bir
yıllık gözetim altında zorunlu ikamete mahkum edildi. Eskişehir’deki bir yıllık
hapis hayatının ardından Kastamonu’ya gönderildi.
Yedi yıl süren Kastamonu hayatında Ayet-ül Kübrâ, Birinci Şua, İkinci Şua,
Yedinci Şua ve Sekizinci Şua adlı eserlerini yazdı. Bu defa da Ayetü’l-Kübrâ
risâlesi hakkında açılan davadan dolayı Denizli mahkemesinde yargılandı ve
beraat etti. Ancak Ankara hükümetinin talimatıyla Afyonkarahisar’ın Emirdağ
ilçesinde zorunlu ikamete tabi tutuldu. 1948 yılında Afyon Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından hakkında yeniden dava açılan Üstad Said Nursî, 1949 yılında beraat
etti. Ancak eserleri müsadere edildi. Müsadere kararının temyiz edilmesi
üzerine Afyon Ağır Ceza Mahkemesi 1956 yılında Risale-i Nur’un serbestçe
basılması ve dağıtılması yönünde karar verdi. Afyon mahkemesinin beraat
kararının ardından yeniden Emirdağ’a döndü.
Üçüncü Said olarak adlandırdığı dönem ise Risale-i Nur’u neşir, yani çoğaltma
ve yayma dönemidir. Bu dönem Bediüzzamanın Risale-i Nur’un yayılmasına ve
anlaşılmasına yönelik hizmetlere ağırlık verdiği, hizmetin geleceği açısından
sosyal hayatla meşgul olduğu bir dönemdir. Bu yıllar bir nebze de olsa
rahatlamanın ve hürriyet havasının estiği yıllardır. Muhtelif halk tabakalarına
Risale-i Nur hakikatleri duyurulmuş ve özellikle üniversite ortamlarında
Risale-i Nur okunmaya başlamıştır.
1952’de Gençlik Rehberi adlı eseri hakkında açılan davaya katılmak üzere
İstanbul’a gitti ve bu mahkeme de beraat kararıyla sonuçlandırıldı.
İstanbul’dan Emirdağ’a gitti. Ancak Samsun’da açılan yeni bir dava sebebiyle
Samsun’a gitmek için İstanbul’a geldi. Çok yorgun ve hasta olduğu için hastane
raporu alarak istinabe yoluyla İstanbul mahkemelerinde ifade verdi. İstinabe
Mahkemesinin Samsun’a gönderdiği ifadesi sonunda beraat etti.
İstanbul’dan tekrar Emirdağ’a dönen Said Nursî, oradan Isparta’ya gitti ve
ömrünün son dönemlerini, Emirdağ ve İstanbul’a kısa ziyaretlerde bulundu.
1960 yılı Ocak ayında başladığı seyahatinde İstanbul, Ankara, Konya ve
Emirdağ’a uğrayarak tekrar Isparta’ya döndü. 20 Mart 1960 yılında hasta
olmasına rağmen, kendilerinin ısrarlı isteği sonucunda talebeleri tarafından
Urfa’ya götürüldü. Burada hastalığı iyice ağırlaşan Üstad Bediüzzaman, 23 Mart
1960 tarihinde kaldığı otelin mütevazi odasında hakkın rahmetine kavuştu.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Bediüzzaman Said Nursi
Hayatı - Yolu - Eseri
Nevzat Köseoğlu
Ötüken Neşriyat / Kültür Serisi
“Bu kitap, Osmanlı'nın son dönem aydınlarından birinin hayatını ve eserini
anlatmaktadır. Said Nursi'de, diğer son dönem kahramanları gibi, Devlet-i
Aliyye'yi ayakta tutabilmek için bütün varlığı ile uğraştı; ama, tarihin
akışını değiştiremediler. Enver Paşa o neslin bayrak ismi idi ve Türkistan'ın
bağımsızlığı yolunda şehit oldu. Diğer birçokları da Çanakkale'de,
Sarıkamış'ta, Galiçya'da, Süveyş'te ve Sakarya'da Hak'a vardılar. Onlar,
inandıklarına tam inanıyor, bütün varlıkları ile bağlanıyorlardı. En
gerçekçileri Mustafa Kemal'di; bize Cumhuriyet'i bıraktı. O neslin gelecek
nesiller için yarattığı en büyük örnek, bağlanışlarındaki yücelik ve
derinliğini temellendirdiği ülkücülükleridir. Said Nursi Cumhuriyeti kuranlarla
yolları ayrıldıktan sonra, bir başka yoldan, yine ülkücülüğün en erişilmez
örneklerini verdi. Bu sefer, siyaset dahil, bütün dünyaya sırtını dönerek,
"İslam'ın Kalesi ve Kahramanları" dediği Türk milletinin imanını
kurtarmak işini üstlendi. Türk milleti ve Anadolu, dünyaya imanın aydınlığını
yayan yeni bir merkez olacaktı... 1925'ten ölümüne kadar bütün ömrü, hapislerde
ve sürgünlerde geçti; ama, hiç kimse onu eğip bükemedi; hizmetinden bir adım
geri attıramadı. Bu kitabı, her türlü peşin hükümden uzak, güzeli güzel, iyiyi
iyi olarak görmek üzere okuyun.”
2.Modern Asrın Kelam Alimi Bediüzzaman Said Nursi
Muhsin Abdulhamid
Nesil Yayınları
“Bu eserimde, Bediüzaman'ın fikri bunalımlarla dolu klasik ilm-i kelamdan nasıl
yeni ilm-i kelama geçiş yaptığı üzerinde durdum. Materyalist medeniyeti ve onun
sömürgeci esaslarını, İslam düşmanlarının Müslümanlar aleyhinde ki planlarını,
İslamiyet ve Müslümanlar hakkındaki asılsız iftiralarını tarumar edip,
iddialarını boşa çıkardığını, aynı zamanda Mülümanların müdafaası, kurtuluş ve
muzafferiyetleri için bütün mücahede yollarını kullanarak ortaya koyduğu fikri
mücadeleyi anlattım. Bu çalışmalardan sonra, ilmi ve fikri birikimiyle getirdiği
İslami düşünce yapısına ait yenilikler, fikri altyapısı, terbiye üslubu gibi
bir çok yönleriyle Bediüzzaman'ın ele alınmasının büyük bir ihtiyaç olduğunu
açıkça hissettim. Bu alanda çalışanları Allah'ın muvaffak eylemesini
diliyorum.”
3.Belgelerle Bediüzzaman'ın Kabir Olayı
Necmeddin Şahiner
Timaş Yayınları / Yazılamayan Yakın Tarih Dizisi
Tarih milyonlarca gönüle taht kurmuş bir güzel insanın, ebedi istirahatgah'ında
uyurken, kabrinin parçalanarak, naa'şının çalınmasına şahit oluyordu. Bu mübarek
zatın tam 111 gündür misafir olduğu kabri karanlık emelli kişilerce balyozlarla
parçalanıyor ve naa'şı büyük bir gizlilik içinde bilinmez bir diyara
kaçırılıyordu. Evet yüzyılımızın utanç perdelerinden biri
daha aralanıyor... Ve, artık inkarı mümkün olmayan bu insanlık dışı olay,
faillerini tarihe karşı sorumlu olmaya çağırıyor!..
4.Beyaz Gölgeler
A.Rahmi Erdem
Timaş Yayınları / Hatıra Dizisi
Bu kitapta; maddi mahrumiyet senelerinde, manevi varlığın sırrına ve zevkine
erişmiş, meçhul asker hükmündeki bahadır insanların fazilet ve şerefle dolu
ibretli hayat sahnelerini bulacaksınız.Bu kitapta, yeniden yetişmiş bir Alp
Erenler kuşağıyla tanışacaksınız. O esaret sıkıntısı altında, Anadolu insanına
sırrını bulacaksınız.
Bu kitapta, Hz. Bediüzzaman'ın köylüsüyle, askeriyle, subayıyla, polisiyle her
kesimi kucaklayan ve bağrına basan, selamını almayan ve arkasını dönenlere bile
selamını yenileyen İslami şefkat ve asaletini göreceksiniz.Bu kitapta, tarihi
şeref ve fazilet mücadelesinde maziye mührünü vuran namsız ve nişansız
kahramanların hayat hikayelerinden çarpıcı dersler çıkaracaksınız. Hülasa, bu
kitapta kaybettiklerimizle tekrar kucaklaşmanın saadet ve sevincini
yaşayacaksınız.
Kaynak : Dr. VELİ SIRIM
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|