|
Kaşgarlı Mahmut / Eserleri - Divanü Lugati’t-Türk
Divanü Lugati’t-Türk
Türk yazı dillerinin, lehçelerinin ve
ağızlarının dil özelliklerini belirleyen, söz varlığını derleyerek bir araya
getiren Kâşgarlı Mahmud kendisine sonsuz bir ün, bitmez tükenmez bir kaynak
sağlaması dileğiyle elde ettiği bu bilgileri yazıya geçirerek ortaya koyduğu
eserine Divanü Lugati’t-Türk adını vermiştir.
Döneminin yazı dilinin dil bilgisi kurallarını ve söz varlığını
eserinde toplayan Kâşgarlı Mahmud, bu ölçünlü dil çerçevesinde diğer Türk
topluluklarının ağız özelliklerini hem ses hem de söz varlığı bakımından
ayrıntılı biçimde ele almıştır. Zaman zaman biçim bilgisi yönünden belirlediği
farklılıklara da işaret eden Kâşgarlı Mahmud bu nedenle eserine Türk
Lehçeleri (veya Ağızları) Sözlüğü adını vermiştir.
Kâşgarlı Mahmud, eseriyle tam olarak bağdaşan bir ad seçmiştir.
Gerçekten de Divanü Lugati’t-Türk, Türk soylu halkların dil
özelliklerini ve o dönemin söz varlığını olabildiğince ayrıntısıyla ortaya
koyan bir “divan”dır…
Kâşgarlı Mahmud " Divanü Lugati’t-Türk’ü "
Ne Zaman Yazmıştır?
Eserini Bağdat’a gelmeden önce mi yoksa Bağdat’a geldikten sonra
mı yazdığı konusunda farklı görüşler bulunsa da Kâşgarlı Mahmud’un Divanü
Lugati’t-Türk’ü 1072 yılında yazmaya başladığı, dört defa düzelttikten
sonra 1074 yılında tamamladığı konusunda kayıt bulunmaktadır.
İstanbul Millet Kütüphanesinde bulunan elimizdeki tek nüshanın son
sayfasında verilen bilgiden Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’ü 25
Ocak 1072 günü yazmaya başladığı, 10 Şubat 1074 günü tamamladığı açıkça
anlaşılmaktadır.
Kitabı el yazısıyla çoğaltan Muhammed bin ebî Bekr ibn
ebi’l-Feth, Divanü Lugati’t-Türk’ün son sayfasındaki ketebe
‘yazılış’ bölümünde Kâşgarlı Mahmud’un kaleminden çıkan nüshaya bakarak yazdığı
bilgisini vermektedir. Müstensih Muhammed bin ebî Bekr ibn ebi’l-Feth,
Kâşgarlı’nın kendi el yazısıyla yazdığı asıl kitabı şu sözlerle bitirdiğini
belirtir:
Kitap dört yüz altmış dört yılının Cümad-el-ula ayının ilk günü
(25 Ocak 1072) yazılmaya başlanıp dört defa düzeltildikten sonra dört yüz
altmış altı yılının Cümad-el-ahire ayının onuncu günü olan (10 Şubat 1074)
Pazartesi bitirilmiştir. Güç ve kudret yüce ve büyük Allah’ındır. O bize yeter.
Himaye ondandır…
Her ne kadar nag yılı ‘timsah yılı’ sözünün açıklandığı
bölümde:
Biz bu kitabı yazdığımız 469 yılı nag yılıdır
on iki hayvanlı Türk takviminin anlatıldığı bars maddesinde
de:
Biz şu kitabı yazdığımızda dört yüz altmış altı yılının Muharrem
ayı idi, yılan yılı girmişti. Bu yıl geçip de dört yüz yetmiş yılı
olunca yund yılı girecekti
diye farklı tarihler verilmişse de bu kayıtlarda karışıklık olduğu
ve bir yazılış yanlışı bulunduğu düşünülmektedir. Her şeyden önce 466 yılından
sonra 470 değil 467 yılının geldiği bilinmektedir. Bu bölümde sonradan el
yazısıyla yapılan düzeltmeyle 466’dan sonra 467 yılının geldiği belirtilmiştir.
Bu konuda farklı görüşler bulunsa da yaygın görüş Kâşgarlı
Mahmud’un eserini 25 Ocak 1072 günü yazmaya başladığı, 10 Şubat 1074 tarihinde
tamamladığı yönündedir.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Millet Kütüphanesindeki tek nüshası
ise, Sava’dan gelerek Şam’a yerleşen Muhammed bin ebî Bekr ibn ebi’l-Feth
tarafından Kâşgarlı’dan yaklaşık iki yüz yıl sonra, 1 Ağustos 1266’da el
yazısıyla yazılmıştır.
Kâşgarlı Mahmud
Divanü Lugati’t-Türk’ü Neden ve Nasıl Yazdı?
Kâşgarlı Mahmud, anıtsal eseri Divanü
Lugati’t-Türk’ü yazış nedenini ilk sayfadaki Tanrı’ya ve Hz. Muhammed’e
övgü bölümünden hemen sonra açıklamaktadır.
Talih güneşinin Türk burcunda doğduğunu, Tanrı’nın Türk
kağanlığını gökyüzünün katmanları arasına yerleştirdiğini, onlara Türk adını ve
egemenliği verdiğini yazar. Çağının kağanlarını Tanrı’nın Türkler arasından
çıkardığını ve ulusları yönetme dizginlerini Türklere vererek bütün insanlığa
egemen kıldığını belirtir. Türkleri doğruluğa yönelten Tanrı’nın, Türklerle
birlikte olanları, birlikte çalışanları ve onlara katılanları aziz kıldığını,
Türkler sayesinde onları isteklerine eriştirdiğini, yağmacıların
kötülüklerinden onları koruduğunu anlatır Kâşgarlı Mahmud…
Türklerin oklarından korunmak için akıl sahibi olanların, Türklere
katılması gerektiğini yazan Kâşgarlı Mahmud, en doğrusunun Türklerin gönlünü
almak olduğunu, derdini dinletebilmek için onların diliyle konuşmaktan başka
çıkar yol bulunmadığını ifade eder.
Bu görüşlerini kanıtlamak amacıyla Buharalı ve Nişaburlu iki ayrı
imamdan işittiği bir hadisi tanık gösterir. Her iki imam da Hz. Muhammed’in
kıyamet belirtilerinden, ahir zamandaki azaplardan ve Oğuz Türklerinin ortaya
çıkışından söz ederken “Türklerin dilini öğreniniz, çünkü onların egemenliği
uzun sürecektir” buyurduğunu Kâşgarlı Mahmud’a anlatmıştır.
Bu bir sahih hadis ise Türk dilini öğrenmenin Peygamber buyruğu ve
dinî bir gereklilik olduğunu yazan Kâşgarlı Mahmud, hadisin sahih olmaması
durumunda da aklın Türk dilini öğrenmeyi buyurduğunu söyler.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt zaferinden hemen
sonra İslam dünyasında Türklerin, Türklüğün ve Türk dilinin öneminin daha da
arttığı bir dönemde Araplara Türkçeyi öğretmek, Türkçenin Arapça kadar zengin
dil olduğunu ortaya koymak amacıyla Divanü Lugati’t-Türk’ü yazmıştır
Kâşgarlı Mahmud…
Hazırladığı sözlük ile Türkçenin söz varlığının gücünün ortaya
konulmasını sağlayan Kâşgarlı Mahmud, böylece Türkçenin Arapça kadar zengin bir
dil olduğunu da göstermiştir. Nitekim Divanü Lugati’t-Türk’ün giriş
bölümünde Türk dilinin Arap dili ile birlikte at başı beraber yürüdüklerini
ifade eden Kâşgarlı Mahmud, söz varlığı ile birlikte Türk kültürünün ve
uygarlığının da zenginliğini gözler önüne sermiştir.
Eserinin pek çok yerinde Türkleri ve Türklüğü öven Kâşgarlı
Mahmud, sözü kendisine getirerek Türklerin en güzel ve en etkili dile sahip bir
kişisi olarak en açık anlatan, en akıllı, en iyi eğitimli, en soylu olmakla
övünür. Çok iyi kargı kullandığını sözlerine ekleyen Kâşgarlı Mahmud, bu
özellikleri sayesinde bütün Türk illerini dolaşıp Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil,
Yağma ve Kırgızların dillerini, sözlü edebiyat ürünlerini öğrendiğini
belirttikten sonra bütün bu bilgileri kitabında en uygun bir biçimde
sıralayarak düzenlediğini anlatır.
Yıllarca birçok güçlüğe göğüs gererek hazırladığını belirttiği Divanü
Lugati’t-Türk’te sözleri arayanlar kolayca bulsun diye belirli bir düzene
göre sıraladığını da belirten Kâşgarlı, atasözü, deyim ve şiir gibi edebî
ürünlerle Türkçenin anlatım derinliğini ortaya çıkardığını söyler. Bunun için
eserinin sözlük bölümünde tanımladığı hemen her sözün, içinde geçtiği örnek
cümleleri, şiirleri, atasözleri ve deyimleri vermeye özen gösteren Kâşgarlı
Mahmud:
Türklerin görgülerini, bilgilerini göstermek için söyledikleri
şiirlerden örnekleri kitaba serpiştirdim. Sıkıntılı veya sevinçli günlerde
yüksek düşüncelerle söylenmiş olan ve ilk söyleyenden sonra kuşaktan kuşağa
aktarılan atasözlerini de kitaba aldım. Böylece kitap en üst düzeyde yetkinliğe
ve mükemmel arılığa ulaştı.
diyerek örnekli bir sözlük yazmasının gerekçelerini de
açıklamaktadır. Günümüzden dokuz yüz otuz altı yıl önce yazmaya başladığı Divanü
Lugati’t-Türk’te tanımları örneklerle pekiştiren Kâşgarlı Mahmud’un tuttuğu
bu yol, çağdaş sözlük biliminde bugün de uygulanan bir yöntemdir. Türk sözlük
biliminde açtığı bu çığır, Kâşgarlı Mahmud’a Türk sözlükçülüğünün atası
unvanını kazandırmıştır.
Divanü Lugati’t-Türk’ün Yapısı
Bir dil bilgisi, bir sözlük, bir ansiklopedi niteliğinde
yapılandırılan Divanü Lugati’t-Türk, iki ana bölümden oluşmaktadır.
Kitap, elimizdeki biricik nüshanın 1266’da yazılışının ardından
yaklaşık yüz kırk yıl sonra ön sayfasına yazılan bir açıklama ile
başlamaktadır. Bu yazı, Divanü Lugati’t-Türk’e ait bir bölüm olmamakla
birlikte eserin değerini ortaya koyan bir tartışmadan söz etmesi bakımından
ilgi çekicidir.
İlk sayfanın üstünde El-Muhammed bin Ahmed Hatib Darreyya
imzasının ve Kahire 803 bilgisinin okunabildiği bu imzanın hemen altına
iri harflerle Kitabu Divanü Lugati’t-Türk başlığı ve ikinci satırında da
Telif Mahmud bin el-Hüseyn bin Muhammed el-Kâşgarî rahmetu’l-lah ibaresi
yazılmıştır.
Burada bulunan, Hatipzade’nin yazısı eserin değerli olup
olmadığı sorusuna verdiği yanıtla sona erer. Hatipzade’nin şu sözleri Divanü
Lugati’t-Türk’ün değerini ortaya koymaktadır:
Bu kitap çok yüksek, çok değerli, çok önemlidir. Ben Türkçe
hakkında yazılmış birçok eser okuduğum, onları iyice özümsediğim hâlde bugüne
kadar bu kitap gibisini hiç görmedim. Bu kitap, bugüne kadar gördüğüm
kitapların hepsinden daha derli toplu, hepsinden mükemmel, söz varlığı
bakımından hepsinden zengin bir eserdir. Bu kitabın kadrini, kıymetini ancak
Türk dilinde sivrilmiş, kendisini kanıtlamış insanlar bilir. Bunun için bu
kitabı yazan kişiyi rahmetle, dua ile anmak görevimdir. Tanrı ona rahmet
eylesin, kusuru varsa kusurlarını bağışlasın.
Bu yazı, bilgili kişilerin görür görmez Divanü
Lugati’t-Türk’ün değerini anladığını, mükemmel bir kitap olduğunu
göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir. Hatipzade’nin okuduğunu
belirttiği ancak adını vermediği kitapların yanında Divanü Lugati’t-Türk’ün
değerini açıkça ifade etmesi Kâşgarlı Mahmud’un eserinin benzerlerinden çok
daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır.
Esere sonradan eklenen bu yazının ardından Muhammed bin ebî
Bekr ibn ebi’l-Feth’in kaleminden çıkan Divanü Lugati’t-Türk besmele
ile başlar.
Her yazma eserde olduğu gibi eserin dibacesinde, yani
başlangıç bölümünde, Tanrı’ya ve Hz. Muhammed’e övgü cümleleri yer almaktadır.
Ancak Kâşgarlı Mahmud bu övgü sözlerinden sonra diğer yazma eserlerde örneği
pek görülmeyen bir biçimde Türkleri ve Türklüğü över, Türkçe öğrenmenin
gereğini bir de hadise dayandırır.
Eserinin sözlük bölümünü sekiz ayrı kitaptan oluşturduğunu, her
kitabı da isim ve fiil olmak üzere iki bölüme ayırdığını belirten Kâşgarlı
Mahmud kitapta bulunabilecek ve bulunamayacak sözcük türlerini de tablo hâlinde
vermiştir. Eserine almadığı bu sözcük türleri; bırakılan, kullanımdan düşenlerdir.
Baştan yirmi yedi sayfa tutan ve Türklerle ilgili çok önemli
bilgileri içeren bu bölümde, Türk topluluklarının yaşadığı bölgeleri gösteren
ilk Türk haritası da yer almaktadır.
Divanü Lugati’t-Türk’ün yirmi sekizinci sayfasından
itibaren sözlük bölümü başlamaktadır. Sözlük de adlar ve fiiller olmak üzere
iki ana bölüme ayrılmıştır. Harf sayısına ve harflerin niteliğine göre
sıralanan Türkçe sözcüklerin açıklaması Arapça olarak yapılmış, örnek cümleler
yine Türkçe verilmiş, anlamları yine Arapça yazılmıştır.
Türkçe madde başı sözcükler metin içerisinde yazıldığından bunları
göstermek amacıyla sözcüklerin hemen üstü kırmızı renkli mürekkep ile
çizilmiştir. Tanımlara açıklık kazandıran örnek cümleler de üstlerine kırmızı
mürekkeple çekilen çizgilerle gösterilmiştir.
Sözlükte ad türünden sözler Türkçe olarak verildikten sonra yanına
Arapça karşılığı yazılmış, açıklaması yine Arapça yapılmıştır. Fiil bölümünde
ise belirli geçmiş zaman üçüncü teklik kişi çekimindeki Türkçe fiillerin
gösterilmesinden sonra anlam verilmemiş, madde başındaki fiilin içinde geçtiği
örnek cümleler Türkçe olarak yazılmıştır. Üstü kırmızı mürekkeple işaretlenen
Türkçe örnek cümlelerin yanında da Arapça anlamları gösterilmiştir. Böylece
madde başındaki fiilin anlamı da ortaya çıkmış olmaktadır.
Sözlük bölümünde madde başı sözlerin bu düzen içerisinde
verilmesi, Kâşgarlı Mahmud’un dil bilimciliğin yanı sıra dil öğretimi konusunda
da bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.
Türk sözlükçülüğünün temelini, hazırladığı bu mükemmel eserle atan
Kâşgarlı Mahmud, Divanü Lugati’t-Türk’ü sekiz ayrı bölümden
oluşturduğunu belirtir. Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar
güçlü bir dil olduğunu ortaya koymak amacıyla Divanü Lugati’t-Türk’ü
kaleme alan Kâşgarlı Mahmud’un bu nedenle eserinin bölümlendirmesini Arapçanın
dil bilgisi özelliklerine göre yaptığı görülür.
Kâşgarlı Mahmud sekizinci bölümün hem de Divanü
Lugati’t-Türk’ün bittiğini şu sözlerle açıklar:
Hamdolsun âlemlerin Rabbi Allah’a… Hüseyin oğlu Mahmud der ki:
Bu kitabı yazmaya başlarken Türk dilinin sözlerini toplama, kurallarını ve
usullerini bildirme, ölçülerini açıklama, bölümlerini sıralama sözünü
vermiştik. Bu sözümüzü yerine getirmiş, amacımıza ulaşmış oluyoruz. Gereksiz
sözleri, fazlalıkları, kullanımdan düşmüş şekilleri kitabın dışında tuttum.
Burada sona eren kitabımız sonsuza kadar varlığını sürdürsün. Hamd, ezelî ve
ebedî olan Allah’a, salat ve selam Muhammed’e ve onun soyuna olsun…
Divanü Lugati’t-Türk’ün sözlük bölümünü oluşturan bölümler XI.
yüzyıldaki Türk dilinin söz varlığını gözler önüne seren eşsiz bir hazine
niteliğindedir.
Divanü
Lugati’t-Türk’ün Söz Varlığı
Kâşgarlı Mahmud’un Türkçeye en büyük
hizmeti, yaklaşık bin yıl önceki Türk topluluklarının söz varlığını
örnekleriyle ortaya koymasıdır.
Yapılan çeşitli sayımlar sonucunda Divanü Lugati’t-Türk’teki
söz varlığı konusunda farklı verilere ulaşılmıştır. Carl Brockelmann’ın
yayımladığı Mitteltürkischer Wortshatz nach Mahmud al-Kaşgaris Divan Lugat
at-Türk adlı eserde 7.993 söz bulunmaktadır. Besim Atalay’ın üç ciltlik
çevirisinin 1943 yılında yayımlanan “endeks”inde verilen sözcük sayısı ise
8.783’tür. Divanü Lugati’t-Türk’ün Özbekistan’daki yayımında ise 9.222
sözcük bulunmaktadır. M. Vefa Nalbant’ın çalışmasında ise Divanü
Lugati’t-Türk’te 5.147’si ad, 3.477’si fiil olmak üzere 8.624 sözcüğün
madde başı olarak bulunduğu belirtilmiştir. Verilerdeki bu farklılığın nedeni,
bazı çalışmalarda madde başı sözlerin yanı sıra madde içinde örnek cümlelerde
geçen sözlerin de söz varlığına katılmış olması ve madde başı sözlerle birlikte
değerlendirilmesidir.
Söz varlığında genel Türk dilinde kullanılan sözler olduğu gibi
Uygurların, Oğuzların, Türkmenlerin, Kırgızların, Çiğillerin, Yağmaların,
Arguların ve diğer Türk topluluklarının kendilerine özgü sözleri de
bulunmaktadır. Kâşgarlı Mahmud bununla da yetinmemiş, Türk lehçelerinin yanı
sıra bu lehçelerin ağızlarında yerel olarak kullanılan sözlere de yer
vermiştir.
Kâşgarlı Mahmud’un özel adları da söz varlığına alarak ayrıntılı
bilgiler vermesi esere ansiklopedik sözlük, hatta ansiklopedi niteliğini de
kazandırmıştır. Bunlar içerisinde şehir, köy, dağ, ırmak, deniz gibi coğrafya
adları ile kişi ve topluluk adları da yer almaktadır.
Özellikle Türk topluluklarının adlarını açıkladığı maddelerde
Kâşgarlı Mahmud’un verdiği ayrıntılı bilgiler dikkat çekicidir. Kâşgarlı Mahmud
bu adlarla ilgili olarak kısa tanım yapmak yerine ayrıntılı bilgi vermeye,
anlattıklarını atasözleriyle, manzum parçalarla, zaman zaman da hadislerle
tanıklamaya özen göstermiştir.
Divanü Lugati’t-Türk’ün söz varlığı aslında Türk kültürünün
tarihsel boyutunu ve özelliklerini ortaya koymaktadır. Bu söz varlığı
incelendiğinde, Türklerin aile yapısını, akrabalık ilişkilerini, eski ve yeni
inançlarını, toplumsal yaşayışını, devlet yapısını, iktisadi etkinliklerini,
sanatını, yemeklerini, haberleşmelerini, ulaşımlarını, silahlarını kısacası
Türklerle ilgili her şeyi ortaya koyan eşsiz bir kaynak karşımıza çıkmaktadır.
Kâşgarlı Mahmud’a Göre Türk
Eserinin başlangıç bölümünde Tanrı’ya ve Hz. Muhammed’e
övgüden sonra Türklerden övgüyle söz eden, Divanü Lugati’t-Türk’ün
sonraki sayfalarında da hemen her fırsatta Türklüğü ve Türkleri öven Kâşgarlı
Mahmud sözlüğünde Türk adını şöyle tanımlamaktadır:
Türk Tanrı’nın selamı üzerine olsun Nuh peygamberin oğlunun
adıdır. Nitekim ‘İnsanın üzerinden (henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı)
uzun bir süre geçmedi mi?’ ayetinde Âdem peygamberin adı nasıl ‘insan’ sözüyle
anılıyorsa Allah Nuh’un oğlu Türk’ün çocuklarına seslenirken bu adı kullanır.
Ayetteki ‘insan’ sözü genel bir ad olarak yalnız bir kişi için kullanılmıştır.
‘Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağılarının aşağısına
çevirdik. Yalnız inanıp iyi işler yapanlar hariç’ ayetinde geçen ‘insan’ sözü
çokluğu, topluluğu bildirir. Türk sözü, Nuh’un oğlunun adı olduğunda bir kişiyi
ifade eder. Oğullarının adı olduğunda da ‘beşer’ sözü gibi çokluğu ve topluluğu
anlatır. Bu sözün tekliği ve çokluğu da kullanılır. Nitekim Rum da İshak
peygamberin oğlu Esav oğlu Rum’un adıdır. Onun çocukları da bu adla anılmıştır.
Biz de, ad olarak kullanılan Türk’ün Allah’ın verdiği bir ad
olduğunu söylüyoruz. Çünkü Kâşgarlı Halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin’in
İbn-el-Garkî’den aktardığına göre İbn Ebi’d-Dünya adıyla tanınan Şeyh Ebu Bekr
el-Mugide’l-Cerceranî’nin ahir zaman üzerine yazmış olduğu kitabında yazdığı ve
yüce Peygamber’e dayandırdığı hadise göre Allahü Taala ‘Benim bir ordum vardır,
ona Türk adını verdim ve onları doğuya yerleştirdim. Bir ulusa kızdığım zaman
Türkleri o ulus üzerine musallat ederim’ diyor.
İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı üstünlüktür. Yüce
Tanrı, onların adlandırılmasını kendisi üstlenmiş, onları yeryüzünün en yüksek
yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum’
demiştir. Bunların yanı sıra Türklerin güzellik, sevimlilik, zariflik, incelik,
tatlılık, büyüklere saygı, sözünde durma, sadakat, alçakgönüllülük, yiğitlik,
mertlik gibi her biri ayrı ayrı övülmelerini gerektirecek erdemleri anmaya
gerek yoktur.
Bu özellikler şu parçada anılmıştır:
Kaçan görse, anı Türk Onun Türk olduğunu gördüklerinde
Ayga anıg anıg aydaçı Derler ki şeref
Muŋar tegir uluglug Ve haysiyet buna yaraşır
Munda naru keslinür Ondan sonrası bundan mahrum kalır
Türk ile ilgili bu bilgiyi veren Kâşgarlı Mahmud, bir de hem
teklik hem de çokluk yapıda genel ad olarak kullanılan Türk sözünü de sözlüğüne
almıştır:
Türk Bu söz teklik olarak da çokluk olarak da Türk
biçiminde kullanılır. Kim sen? ‘Kimsin?’ sorusuna Türk men ‘Türk’üm’
diye yanıt verilir. Türk süsi atlandı ‘Türk ordusu at bindi’
Kâşgarlı Mahmud’a Göre Türk Boyları
Kâşgarlı Mahmud, yirmi boydan oluşan Türklerin kökünün Nuh
Peygamber’in oğlu Yafes’e ve onun oğlu Türk’e dayandığını yazmaktadır. Bu
durumun İbrahim Peygamber’in oğlu İshak’a, İshak’ın oğlu Esav’a ve onun oğlu
Rum ve Rum’dan gelenlerin soyunun adlandırılmasına benzediğine dikkat
çekmektedir.
Türklerin her bir boyunun çeşitli kollara ayrıldığını belirten
Kâşgarlı Mahmud bu kolların sayısını ancak Tanrı’nın bilebileceğini belirtir ve
yalnızca büyük boyları ve ana kollarını eserinde anar. Ancak Kâşgarlı Mahmud’un
Oğuzlara özel bir önem verdiği, Oğuzların bütün kollarını adlarıyla,
damgalarıyla birlikte ayrıntılı bir biçimde tanıttığı görülür. Bunun nedeni,
Kâşgarlı’nın eserini yazdığı sırada Oğuzların arasında bulunması olabileceği
gibi aynı dönemde Oğuzların çoğunluğunu oluşturduğu Selçuklu Sultanı
Alparslan’ın ordularının Anadolu’da ilerlemesi ve siyasi bir güç olarak ortaya
çıkışı düşünülebilir. Kâşgarlı’nın Oğuz kollarını ve hayvanlarına vurdukları
damgaları herkesin bilmesi gerektiğini de yazması, bu düşüncenin doğru
olabileceğini göstermektedir.
Oğuzlara böylesine büyük önem veren Kâşgarlı Mahmud, her Türk
boyunun yaşadığı bölgeleri en batıdan başlayarak doğuya doğru sıralamıştır:
Rum (Bizans) ülkesine en yakın olandan başlayarak hem
gayrimüslimleri hem de Müslümanları belirli bir düzen içerisinde doğuya doğru
sıraladım. Rum ülkesine en yakın boy Beçenek ‘Peçenek’tir. Sonra Kıfçak
‘Kıpçak’, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabagu, Tatar, Kırgız gelir.
Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar. Daha sonra Çigil, Tohsı, Yagma, Ograk,
Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut ve Çin’de olan Hıtay gelir. Bundan sonra Tavgaç
gelir, bunların ülkesi de Maçin’dir.
Yirmi boyu, batıdan doğuya doğru sıralayan ve bunları Türk adı
altında toplayan Kâşgarlı Mahmud günümüzde, çeşitli adlarla anılan soydaş
toplulukların nasıl tanımlanması gerektiğine de bin yıl öncesinden ışık
tutmaktadır.
Kâşgarlı Mahmud, Türk boylarının yaşadığı coğrafyayı anmakla
kalmamış Bu boyların her biri şu haritada gösterilmiştir diyerek eserine
eklediği harita üzerinde Türk soylu halkların yaşadığı bölgeleri göstermiştir.
Eserinin sözlük bölümünde Kençek, Kıfçak, Taŋut,
Tatar, Yagma, Yemek gibi çeşitli Türk topluluklarının adlarını kısaca
açıklayan Kâşgarlı Mahmud Türk adının yanı sıra Oğuz, Türkmen,
Uygur, Çigil’i ele alırken bu Türk topluluklarıyla ilgili ayrıntılı
bilgiler vermiştir.
Divanü Lugati’t-Türk’ün pek çok önemli özelliği arasında eserin ilk sayfalarında yer alan bir
de harita bulunmaktadır. Bugünkü bilgilerimize göre bu, bir Türk’ün çizdiği ilk
dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, dönemindeki Türk topluluklarının hangi
bölgelerde yaşadığını göstermek amacıyla çizdiği bu haritaya bazı ulusların
yaşadığı bölgeleri de ekleyerek yeryüzündeki belirli bölgeleri gösteren bir
dünya haritası oluşturmuştur. Bugünkü haritacılık tekniklerine göre ilkel
sayılabilecek bu harita, on birinci yüzyıl koşullarındaki coğrafyacılık
bilgilerine ve tekniklerine göre çok ileri düzeydedir.
Kâşgarlı Mahmud’un bu haritasının Türk eseri olduğunu ortaya koyan
birtakım kanıtlar bulunmaktadır. Her şeyden önce, harita Türk hükümdarlarının
oturduğu Balasagun şehri merkez alınarak çizilmiştir. Diğer Türk şehirleri ve
alanlar bu şehre göre düzenlendiği gibi yönler de Orhon Yazıtları’nda görülen
eski Türk geleneklerine göre tayin edilmiştir. Türklerin yerleşim
bölgelerindeki şehirler, dağlar, göller, nehirler ve denizler ayrıntılı olarak
gösterilmiştir. Türklere ait bölgelerin gösterilişinde pek az yanlışlık yapılması
da haritanın bir Türk’ün elinden çıktığını göstermektedir.
On birinci yüzyıl Türk dünyasını resmeden bu harita ile birlikte
Kâşgarlı Mahmud, Rum ülkesinden Maçin’e dek Türk ellerinin hepsinin boyu beş
bin, tamamı sekiz bin fersah eder dedikten sonra bunların hepsinin iyice
bilinmesi için haritasını yeryüzünün şekli gibi dairede gösterdiğini
belirtir. Kâşgarlı Mahmud’un haritasını yuvarlak biçimde çizmesi ve bunu da
dünyanın biçimi ile açıklaması, on birinci yüzyılda dünyanın yuvarlak olduğunun
Türkler tarafından bilindiğini göstermektedir.
Divanü Lugati’t-Türk’ün yirmi ikinci ve yirmi üçüncü
sayfalarında yer alan renkli haritanın çevresinde doğu, batı, kuzey, güney
yönleri belirtildikten sonra sayfaların kenarlarında renklerin açıklaması yapılmıştır.
Denizlerin yeşil, ırmakların mavi, dağların kırmızı, şehirlerin de sarı ile
işaretlendiği kaydedilmiştir. Batıda gösterilen yerler Kıpçakların ve
Frenklerin oturdukları İtil boylarına kadar uzanmaktadır. Güneyde Hint, Sint,
Çad, Berber, Habeş, Zenci ülkeleri, doğuda Çin ve Japonya, güneybatıda da
Mısır, Mağrip, Endülüs gösterilmiştir.
Haritada Türklerin yaşadığı şehirler ve bölgeler ayrıntılı bir
biçimde gösterilmeye çalışılmıştır. Haritanın esas merkezini oluşturan
Balasagun’un hemen yakınında ve yine merkezde gösterilen yerleşim birimleri
Kâşgarlı Mahmud’un babasının şehri Barsgan ve dönemin önemli kültür merkezi
Kâşgar’dır. Barsgan yakınlarında gösterilen ancak adı belirtilmeyen göl ise
Isık Göl’dür. Haritanın merkezinde Kuça, Barman, Uç, Koçŋarbaşı, Yarkend,
Hoten, Curcan, Özçend, Margınan, Hucend, Semerkand, İkiögüz, Talas, Beşbalık,
Mankışlak gibi diğer Türk şehirleri de bulunmaktadır.
Türklerin yaşadığı bölgeler Oğuz ülkesi, Kıpçak ve Oğuz
yerleşimleri, Başkırt bozkırları, Ötüken, Horasan, Harezm, Azerbaycan adlarıyla
da belirtilmektedir. Haritada renklerle gösterilen deniz, nehir ve dağların
yanı sıra Seyhun, Ceyhun, Ila, İtil, İrtiş nehirleri, Karaçuk ve Serendip
dağları adları anılarak belirtilen coğrafya adlarıdır.
Haritada Türklerin yerleşim alanları ayrıntısıyla gösterildiği
gibi aynı bölgede Türklerle ilişki içerisinde olan yabancı ülkeler ve
topluluklar da belirtilmiştir. Ancak Türklerle herhangi bir ilişkisi olmayan
alanlar ve ülkeler dikkate alınmamıştır.
Japonya’yı Dünya Haritasında Gösteren İlk
Kişi Kâşgarlı Mahmud
Kâşgarlı Mahmud, haritasında Çin Seddi’ni, akarsuların
yutularak yok olduğu kumluk bölgeyi, kadınlar şehrini, vahşi hayvanların ve
ilkel insanların yaşadığı diyarlarla kuzeybatıda aşırı soğuklar yüzünden
yaşanılmayan bölgeleri göstermiştir. Doğuda Çin ve Maçin halkıyla Cabarka diye
adlandırdığı Japonya’nın uzaklığı, arada bulunan dağlar ve denizlerin yanı sıra
Çin’in çevresindeki büyük duvarın, yani Çin Seddi’nin bu ülkelerde yaşayan
ulusların dillerinin bilinmesini de engellediğini yazmaktadır.
Kâşgarlı Mahmud’un hem eserinde hem de çizdiği haritada
Japonya’ya yer vermesi, haritanın önemini bir kat daha artırmaktadır. Bugünkü
bilgilerimize göre, Divanü Lugati’t-Türk’teki harita, Japonya’nın
gösterildiği ilk dünya haritasıdır. Kâşgarlı Mahmud, Japonya’yı doğuda bir ada
olarak göstermiş ve Cabarka adıyla anmıştır. Japonya’nın ilk haritası Kâşgarlı
Mahmud’dan üç yüzyıl sonra bir Japon tarafından çizilecektir, ancak Japonya’yı
Kâşgarlı gibi bir dünya haritası üzerinde gösteren ikinci harita Divanü
Lugati’t-Türk’ten tam dört yüzyıl sonra yapılacaktır. Bu durum Kâşgarlı’ya
Japonya’yı dünya haritasında ilk kez gösteren kişi unvanını kazandırmıştır.
Kâşgarlı’ya Göre Türk Yazısı
Türk topluluklarının dili ile ilgili böylesine ayrıntılı ve
Türk dili tarihi araştırmaları açısından son derece önemli bilgiler sunan
Kâşgarlı Mahmud, Türklerin Arap kaynaklı yazıdan önce kullandığı ve Türklük
bilgisinde Uygur alfabesi diye tanınan yazıyı Divanü Lugati’t-Türk’te
özel bir bölümde tanıtmıştır. Türkçe kaynaklarda bu konudaki en eski bilgileri
içeren ve iki ayrı tabloda Uygur alfabesini veren Kâşgarlı Mahmud’un bu
alfabeyi heca-i el-Türkiyye ‘Türk alfabesi’ diye adlandırması dikkate
değerdir. Ancak XVIII. yüzyıldan sonra bu alfabe bilim çevrelerinde Uygur
alfabesi olarak tanınmıştır.
Kâşgarlı Mahmud, eserinin beşinci sayfasında Türk Sözlerini
Kuran Harfler Üzerine başlığıyla şu bilgileri vermektedir:
Bütün Türk lehçelerinde kullanılan harfler on sekiz harften
ibarettir. Bunlar Türk yazısını meydana getirirler, Türk yazısı bu harflerle
yazılır.
Bu harfler Arapçadaki hece düzeninde ا ب ت ث harflerine karşılık
gelmektedir. Yazılışta yeri olmayan, fakat söylenişte gerekli bulunan, temel
harfler arasında bulunmayan yedi harf daha vardır. Türk lehçeleri bunlar
olmadan olmaz.
Bu yazının nasıl yazılması gerektiğini de belirttikten sonra
kullanıldığı alanları Eskiden beri Kâşgar’dan yukarı Çin’e dek, çepeçevre
bütün Türk ülkelerinde hakanların ve sultanların yarlık (ferman) ve
mektupları bu yazı ile yazılagelmiştir diye kaydeden Kâşgarlı Mahmud on birinci
yüzyıl Türk dünyasında geniş ölçüde bu yazının kullanıldığını haber
vermektedir.
On İki Hayvanlı Türk Takvimi ve Nevruz
Divanü Lugati’t-Türk’ün sözlük bölümünde sıra bars
‘pars’ sözünü açıklamaya geldiğinde Kâşgarlı Mahmud önce bir hastalığı,
ardından yırtıcı bir hayvan olan bars ‘pars’ sözünü açıklamış, sonra da
“Türk takviminin on iki yılından biri” diyerek bars sözünün bir diğer
anlamını vermiştir. Ancak Kâşgarlı bu bilgiyi vermekle de yetinmemiş,
ansiklopedik sözlük yazarlığının gereğini yerine getirerek on iki hayvanlı Türk
takviminin özelliğini, nasıl ortaya çıktığını, bu takvimin Türklerin
hayatındaki yerini ayrıntısıyla anlatmıştır.
Türklerin on iki farklı hayvan adını yıllara vererek on iki yıllık
bir takvim oluşturduğunu; çocuklarının yaşlarını, savaş tarihlerini ve diğer
olayları bu şekilde tarihlendirdiğini belirten Kâşgarlı Mahmud, Divanü
Lugati’t-Türk’te bu takvimin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor.
Türk kağanlarından biri, kendi yönetiminden önce, eski
dönemlerdeki bir savaş hakkında bilgi edinmek ister. Çevresindekiler bu savaşın
tarihi konusunda çelişkiye düşünce kağan kurultay toplar ve halkına danışır.
“Biz bu tarihte yanılıyorsak, bizden sonrakiler de
yanılacaklar. Yanılmamaları için göğün on iki burcuna ve on iki ay sayısına
göre bir düzenleme yapalım; her yıla bir ad verelim. Böylece bu yılları sayarak
zamanı belirleyelim. Bu düzenleme, hepimiz için bir belge olsun,” der.
Kağanlarının bu düşüncesini halk da onaylar. Yıllara verilecek
adları da şöyle belirlerler.
Kağan ava çıkar ve yaban hayvanlarını Ila vadisindeki büyük bir
ırmağa doğru sürmelerini buyurur. Halk yaban hayvanlarını ürküterek, avlayarak
ırmağa doğru sürer. Yalnızca on iki hayvan ırmağı geçmeyi başarır. İlk geçen
hayvan sıçgan ‘sıçan’dan başlayarak her geçen hayvanın adı birbirini
izleyen yıllara verilir. Böylece takvim, sıçan yılı ile başlar. Sıçandan sonra
da ırmağı aşağıda belirtilen sırayla geçen hayvanlara göre on iki hayvanlı Türk
takviminde yıllar şöylece belirlenir:
sıçgan yılı ‘sıçan yılı’
ud yılı ‘öküz yılı’
bars yılı ‘pars yılı’
tavışgan yılı ‘tavşan yılı’
nag yılı ‘timsah yılı’
yılan yılı ‘yılan yılı’
yund yılı ‘at yılı’
koy yılı ‘koyun yılı’
biçin yılı ‘maymun yılı’
takagu yılı ‘tavuk yılı’
ıt yılı ‘köpek yılı’
toŋuz yılı ‘domuz yılı’
Bu sıralamada domuz yılından sonra başa
dönülerek yeniden sıçan yılına geçilir ve tarihlendirmeye devam edilir.
Kâşgarlı Mahmud takvimle ilgili bu bilgileri verdikten sonra
Türklerin bu yılların her birinde bir hikmet olduğuna inanarak yıllarla ilgili
kehanette bulunduklarını belirtir. Ud ‘öküz’ yılına girildiğinde
öküzlerin birbiriyle vuruşup birbirlerini süsmeleri nedeniyle savaşların
artacağına; takagu yani tavuk yılına girildiğinde tahıl taneleriyle
beslenen tavukların yem bulmak amacıyla her yeri eşelemesinden ve birbirine
karıştırmasından dolayı yiyeceğin bollaşacağına buna karşılık insanlar arasında
kargaşa çıkacağına inanılmaktadır. Nag ‘timsah’ veya yılan
yılının gelmesi, bu hayvanların yuvalarının sulak yerler olması dolayısıyla çok
yağmur yağacağına, bolluk olacağına yorulur. Toŋuz ‘domuz’ yılının
girmesiyle de çok sert bir kış geçeceğine, çok kar yağacağına inanılmaktadır.
Kâşgarlı Mahmud’a göre Türkler, her yıl bir şeyler olacağına inanmaktadır.
On iki hayvanlı Türk takviminde yıllar on iki aya bölünmüştü.
Takvimdeki yıl adları hakkında bu bilgileri veren Kâşgarlı Mahmud, daha sonra
ay adları konusunda da şunları yazar:
Hafta kavramı İslamlıktan sonra geliştiği için Türklerde
haftanın yedi gününün adı yoktur. Ay adlarına gelince, şehirlerde Arapça ay
adları kullanılır. Müslüman olmayan göçebe Türkler, yılı dörde bölerler ve her
üç aylık döneme bir ad verirler. Bunların birbirini izlemesiyle yılın geçişi
bilinir. Nayruz’dan sonra ilkbahara oglak ay ‘oğlak ayı’, oğlağın bu dönemde
büyümesinden esinlenerek sonrakine ulug oglak ay ‘büyük oğlak ayı’ denir.
Bundan sonraki ulug ay ‘büyük ay’ diye adlandırılır çünkü bu dönem yaz
ortasıdır. Sütün bol olduğu, nimetlerin bollaştığı dönemdir.
Yılın üç dönemini böyle anlatan Kâşgarlı Mahmud sıra dördüncü
aya geldiğinde, az kullanıldığından bu ayın adını vermez.
Bu takvimin Türkler tarafından uzun süre kullanıldığını biliyoruz.
Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’ü yazmaya başlamasından yaklaşık
üç yüz elli yıl önce, 725, 731, 732 yıllarında dikilmiş olan Orhon Yazıtları’nda
tarihsel olaylar on iki hayvanlı Türk takvimine göre anlatılmaktadır. Ay
adlarının birinç ay ‘birinci ay’, bişinç ay ‘beşinci ay’
biçimlerinde belirtildiği Orhon Yazıtları’ndan bir örnek:
Bunça kazganıp kaŋım kağan ıt yıl onunç ay altı otuzka uça
bardı lagzin yıl bişinç ay yiti otuzka yoğ ertürtüm. “Bu kadar kazanıp
babam Kağan, Köpek yılının onuncu ayının yirmi altıncı gününde vefat etti.
Domuz yılının beşinci ayının yirmi yedisinde cenaze törenini tamamladım.”
(Bilge Kağan Yazıtı, Güney yüzü, 10. satır)
Kâşgarlı Mahmud’un verdiği bilgiye göre Türklerin on iki hayvanlı
takvimi bugün kullanmakta olduğumuz takvimdeki 21 Mart günü ile başlamaktadır.
En eski dönemlerden bu yana Türklerin kutladığı Nevruz, on iki hayvanlı Türk
takvimine göre yeni yılın başlangıcıdır. Bugün de Türk dünyasında ve içinde
bulunduğumuz coğrafyada Türkler ve çeşitli topluluklar tarafından Nevruz’un
kutlanması devam etmektedir. Farsça kökenli Nevruz nev ‘yeni’ ve ruz
‘gün’ sözlerinden oluşmaktadır. Türk dünyasında Nevruz adının ve bu adın
çeşitli biçimlerinin yanı sıra yanı kün, yeni gün, ergene kün, ulustun ulu
küni gibi karşılıkları da bulunmaktadır. Türkiye Türkçesinde de halk
ağzında sultan nevruz, navrız, gün dönümü gibi sözler
kullanılmaktadır.
Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’te nayruz
diye yazdığı sözcük Nevruz’dan başka bir şey değildir. Bu kayıt Türklerin kendi
takvimlerine göre yeni yılın başlangıcı olan 21 Mart gününü binlerce yıldır
kutladığını göstermektedir.
Kaynak: TDK / Şükrü Halûk Akalın
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|