Şiirin Vazgeçilmez Üç Dönemi / Melih Cevdet Anday
Şiirin
Vazgeçilmez Üç Dönemi
Abdulhak Hamid, "En iyi şiirlerim yazmadıklarımdır," demiş ya,
doğrusu "yazamadıklarım olmalı; öylesine derin ve güçlü duygular,
heyecanlar yaşamış ki, salt bu yüzden onları bir türlü şiire getirememiş...
Hamid' in, şiiri bir türlü gereğince anlamadığı bundan da belli. Şiirin en
iyisi, en güçlü, en yüce duyguları, heyecanları anlatanı değildir ki... Daha da
ileri gidebiliriz ve şiir duyguları, heyecanları anlatmaz, şiirin uyandırdığı
duygu, heyecan, yaşamdaki duygu değildir, olsa olsa ona benzer, o kadar,
diyebiliriz.
İşte bu yüzden de, "Şiirin kaynağı yaşam
değildir, gene şiirdir," demişler. Ama "Şiirin kaynağı yaşam
mıdır, yoksa gene şiir midir?" sorusu dar tutuldu mu, ortaya iki karşıt
anlayış çıkıyor ki, bu iki anlayışın çatışması, verimli bir eylem doğuracağına,
bir kısır döngüye gelip dayanmaktadır. Çünkü gerçekte yaşam ile şiir arasında
böyle bir karşıtlık yoktur. Bir ozan, yaşadıklarını olduğu gibi,
yaşamadıklarını da birer gereç olarak kullanabilir ve diyelim ki bunların
çoğunu da yaşamdan değil, şiirden, şiirlerden öğrenir. Şiirin bu dönemi,
biriktirme dönemi diye adlandırılabilir.
İşte bundan sonradır ki şiirin kendi dönemine
sıra gelir. Orada ozan, yaşamış olsun, yaşamamış olsun, elindeki duygulara, heyecanlara
birer düşünce olarak, soğukkanlılıkla bakacak, nerede ise bir bilim adamı gibi
çalışacaktır. Artık bu dönemde, "Elimde duygular, heyecanlar öylesine
güçlü ve derin ki şiir yazmaktan beni alıkoyuyorlar," diye düşünmek ancak
ozan olmamakla açıklanabilir bir durumdur. İşte genel olarak şiir okurunun
ister istemez yabancı olduğu, anlamadığı, belki de anlayamayacağı dönem bu
dönemdir, uğraş dönemidir, herkese kapalıdır, giderek büyülü, gizlerle dolu bir
çalışma sorunudur bu. Ama bir ozan salt bu dönemin kendine özgü yapısına
çokça kapılarak, şiirin okura bütün bütün yabancı olduğu kanısına çokça
varırsa, bence yanılır. Çünkü böylece yalnız ilk dönemi görmezlikten gelmiş
olmakla kalmaz, benim üçüncü dönem olarak adlandırmak istediğim, şiirin yeniden
okura, yaşama dönüşü dönemini de yadsımış, yoksaymış olur. Gerçekte ozanın işi,
bir bilim adamı gibi çalışıp yarattığı dönemde bitmiş değildir; şiirin
tamamlanması, onun yeniden yaşama dönmesi ile olur. İşte artık bu dönemde, ya
da bu dönem yüzünden ozan, toplumsal ödevinin bilinci sorunu ile karşı karşıya
gelir.
Bunun gibi, şiirin kendine özgü tekniklerine,
salt anlaşılmak için boş vermek, şiiri yaşanmış duygular ve heyecanlarla çırılçıplak
bırakmak, kimi ozanlarca sanılıyor ki, okurla yakınlık kurmanın, tek yoludur.
Oysa bir şiirin kolaylığı, aykırı görünse de, zorluğundan doğar; başka bir
deyişle, okurun bilemeyeceği, bilmesi gerekli de olmayan birtakım uğraş
güçlükleri, ancak ozanın ustalığı ile yenilebilir ve böylece şiir, neredeyse
damıtılmış olarak okura sunulur. Ama bu güçlükler, ne küçümsenmeli, ne de
gereğinden çok çapraşık sayılmalıdır. Bunun ölçüsünü, ozan, kendi başına
bulacaktır.
Melih
Cevdet Anday
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|