Necati Cumalı Öyküleri / Yalnız Kadın


YALNIZ KADIN


On beş gündür tanışıyorduk.O akşam dışarıda yemek yedik.Lokantadan çıktıktan sonra bir parka uğradık.İki akasya ağacı arasında alçak bir sıraya yan yana oturduk.Mayıstaydı.Saat on bire geliyordu.Park bomboştu.Havada geceleri soğuyan toprağın o kara iklimine mahsus serinliği vardı.Tarlalardan nemli ot, çayır kokuları geliyordu.


Parkın nihayetindeki kavakları yeni aşan tostoparlak ay, çakılların, ellerinin beyazlığını aydınlatıyor; solumuzdaki akasyanın dal uçlarından yüzüne, omuzlarına düşen parça parça gölgeler, hafif hafif kımıldıyor, yer değiştiriyorlardı.Çantasından Gelincik paketini çıkardı. Bir sigara alıp bana doğru döndü.Dudakları arasında tuttuğu sigarasını yaktım.

Kibritin alevinde yüzüne baktım:beyaz, durgundu. Her zaman ki gibi, bu yüz bana gene bu kadar güzel olduğunu ilk defa görüyormuşum gibi geldi.Ben bu kadını seviyordum.Daha doğrusu sevmeyi iyice kafama koymuştum.Onun her dediğine peki demeğe hazırdım da, kim bana bu sevdanın sonu çıkmaz olduğunu hafif yollu çıtlatacak olsa, isyan ediyor, çıtlatana düşman kesiliyordum.Çantasını tekrar yanına bıraktı.Ayak ayak üstüne atarak sıranın gerisine yaslandı. İçmiştik, neşeliydi:

-Tam size göre bir gece, dedi, âşıksınız, ben yanınızdayım, bahar, ay da var!...

Güldüm:

-Daha ne isterim değil mi?

-Tabiî yalan mı?

-Şikayet etmedim.

-Bütün erkekler böylesiniz zaten!

-Nasılız?

-Yalnız kendinizi düşünürsünüz.

-Bu da nerden çıktı?

-Yalan mı? İftira etmiyorum ki; sizde bütün erkekler gibisiniz.Arzularınızı yerine getirmekten başka düşünceniz yok!
-Haksızsınız.

-Yoo! Hiç te haksız değilim.Tanıştığımız günden beri her vakit bir şeyler istiyorsunuz, her vakitte dediğiniz oluyor.
-Meselâ, ne gibi?


-Meselâ bu gece, dışarıda yemek yiyelim dediniz, lokantadan çıktık parka uğrayalım dediniz, daha buna benzer türlüsü...Canınız ne isterse söylüyorsunuz, benim de uymamı istiyorsunuz..
.
-Bir farkla ki ben bu değişikliklerden sizin de hoşlanacağınızı umuyordum.

-Öyle mi zannediyorsunuz?Aslında değişiklik isteyen sizsiniz.Beni hakikaten hiç düşündünüz mü? Meselâ hastalansam?...Saçlarım birdenbire ağarıverse?...Bir iki sene sonra beni şimdiki gibi sevmeyeceğiniz günler gelince?...Ne bileyim? O kadar gençsiniz ki, ölsem üç aya varmaz başka bir kadına benim kadar âşık olursunuz!...Söyleyin, ölürsem ne yaparsınız?

Ben zar zor geçinen, parasız küçük bir memurdum. Ne ona, ne başkalarına söz vermeğe, vaatlerde bulunmaya durumum uygun değildi.Çâresizliğimi bir kere daha duydum.

-Sizi sevmeyeceğim günün geleceğini hiç düşünmedim, dedim.Sizden ayrılırsam, herhalde...sustum, bilmem ama herhalde, çok üzüntü olur, diye mütereddit, sözümü tamamladım.

Güldü:

-Başka birisi olsa bensiz yaşayamayacağını söylerdi. Ben de inanmış görünürdüm. Yalan söyleyemiyorsunuz.Zaten sizden hoşlanmamın sebebi de bu...

Başka bir kadına belki ben de hiç düşünmeden aynı şeyi söylerdim.Ama ona karşı yalan söyleyemiyordum.Bunu bilmesini, ayırmasını çok istiyordum. Oralı görünmeyişine canım sıkıldı.Cevap vermedim.Eğildi, gönlümü almak istercesine yüzüme baktı. Gülümsemeye çalıştım.O sırada parkın gerilerinden kopan bir esinti kavakları dolaşıp, üstümüzdeki akasya dalları arasından hışırtılarla geçti.Saçları yüzüne doğru uçuştu. Sigarasını attı.Elleri dizleri arasında büzüldü. Kadınca bir edayla ürpererek içini çekti:

-Üşüyorum, niye getirdiniz beni buraya? Bakın ellerim buz gibi...

Bana uzattığı ellerini sağ avucumun içinde sıktım.Sol kolumu omzundan doladım, vücudunu göğsüme doğru çektim.Dudaklarından uzun uzun öptüm. Önce teni buz gibiydi.Öpünce ısındı. Başını biraz ayırıp omzuma dayadı.Sol elini avucumdan ayırdı.Ceketimin yakası altına yerleştirerek, aşağı yukarı dolaştırmaya başladı. Tamamen değişmiş bir sesle sordu:

-Neyimi seviyorsun benim bu kadar? Ne var bende?

Değişivermiştim.Bütün yaşama isteklerimin dalga dalga artan bir sıcaklıkla damarlarımda dolaştığını, ona doğru atıldığını duyuyordum.Dudaklarım saları arasında, şakaya vurdum:

-Düşünmedim!...

Hafif doğruldu:

-Sahi söyleyin ne var bende?Ben de öteki kadınlar gibiyim.Sadece kadınım o kadar...

Ben cevap vermeden o devam etti:

-Ne deseniz nafile! sizin çağınız bu. Aşk çağı! Yirmi beş yaşındasınız, kimi olsa böyle seveceksiniz! Yirmi beş yaşında bende böyleydim.Müthiş âşıktım. Sevmek sevilmek isterdim.Dünyada aşktan daha mühim bir şey yok sanırdım...

-Ya şimdi?

-Şimdi de seviyorum.Yalnız sizin gibi değil, başka türlü! Sesinden anladım ki seviyorum derken düşündüğü ben değildim.Hayatının bilmediğim tarafları çoktu.Bana söylemek istemediği şeyleri de, ben sorup öğrenmek istemiyordum.Arkadaşlığımızda garip bir boşluk vardı.Er geç hoş kaçmasa da bazı şeyler öğrenecektim.Aldırış etmez görünerek sordum:

-Kimi?

-O kadarını söyleyemem, sizi değil!

-O sizi seviyor mu?

-Seviyor herhalde.

-Peki ya ben? Ben neci oluyorum?

Aramızda rahatsız edici kısa bir sessizlik geçti.

- Oo! dedi.İkiniz bambaşkadır.Onu senelerdir tanırım.Arkadaşım, dostum, artık ne isterseniz deyin...Sonra sizin gibi değil. Olgun...Böyle durulup taşmıyor!Size hayatımı bağlayamam ki! Sizin yanınızda gençleşiyorum, neşeleniyorum! bunu zamanı gelince anlarsınız.Hem belki de sizi de seviyorum! İyi çocuksunuz! Sadece sizin gibi âşık değilim.İkisi birden olmaz mı zannediyorsunuz?

-O biliyor mu bunu? Kıskandırmıyor mu?

-Biliyor belki! Görmüştür, yahut duymuştur... Belli etmiyor!

Hafif doğruldu:

-Peki siz niye kıskanmıyorsunuz?

Duraladım:

-Hakkım yok ki!...diye mırıldandım.

Tekrar sıraya yaslandı:

-Doğrusu da bu! ne onun, ne de sizin kıskanmaya hakkınız yok!

Tekrar sustuk.Söylemek istediğimi iyice bulamıyordum:

-Kimdir bilmiyorum, dedi.Ama hayatınızı bağlayabileceğiniz biriyse aranıza girmek istemezdim!Tanıyor muyum?Nasıl adam?Söylerseniz belki bir karar verebilirim...

Dudak büktü:

-Lüzumsuz olur!

-Neden?

Ayakkabılarının ucuna bakarak:

-Bilmem! dedi, sormayın.Düşünmek istemiyorum...
Sustum.O sıranın gerisine kolunu uzattı.Hemen gerimizdeki taflanlardan bir iki yaprak kopardı.Sonra yaprakları parmakları arasında hafif hafif yırtarak konuşmaya başladı:

- Siz dünyada aşk var mı zannediyorsunuz? Sadece alışkanlıklar var! Aşk varsa da altı ay, bilemedin en fazla bir sene sürüyor! Gerisi hep alışkanlık...

- ....................

-Bir kere o bana karşı çok anlayışlı!Bütün münasebetimizde nazik davrandı.Sonra, güzel adam...Halbuki siz hiç onun gibi değilsiniz! Benden değişmemi, başka bir kadın olmamı istiyorsunuz! Ben böyleyim, değişemem ki!...

Çakılların üstünde ayak sesleri duyarak başını kaldırdı.Önümüzden esneyerek, bilet kutusunu koltuğu altına sıkıştırmış, elleri ceplerinde bir otobüs biletçisi geçti.Parkın içinden kestirme bir yol tutarak karşı caddeye doğru uzaklaştı. O devam etti:

-Belki de sizin en iyi tarafınız bu. Ümitlisiniz, hayatı seviyorsunuz, inandığınız, her zaman istediğiniz, bir şeyler var!Benim ne kendim ne de başkaları için en küçük bir arzum yok!
- .....

-İsterseniz beni sevin! Ama benden sizin gibi karşılık beklemeyin! Yeniden sevecek kuvvetim, takatim yok benim! Kim bilir? Belki de zaman olur!...

Bazan ne düşünüyorum biliyor musunuz? Herkesi bırakıp gitsem...Deniz kenarı, güneşli bir yerde aylarca, hiçbir şey düşünmeden uyusam, uyusam... Sonra içimden, geldiği gibi yaşamaya başlasam...Bütün genç kızlar gibi bende hiçbir şey bilmezken karşıma: gezmiş, dolaşmış, yakışıklı bir adam çıktı. Sevdiğimi zannettim. Evlendik. Birkaç sene bu hisle aldandım.

Dünyada kocam ayarında adam yok sanıyordum.Halbuki bambaşka yaradılışta insanlardık!Ne onun ne de benim kabahatim.Sonunda ayrıldık. Boşandıktan sonra peşime düşen çok oldu. İnsan sevebileceği birini buluncaya kadar kaç kişiyi sevdiğini zannediyor!Türlüsünü gördüm.Bir ikisi hakikaten bana âşıktı.Çoğu numaracıydı.Neticede bir kadından hepsi aynı şeyi istiyor.Yalnızım!Düşünürseniz ne var hayatımda benim? Biriyle konuşmak, arkadaşlık etmek istesem, başka türlü olmuyor!...Yoruldum artık, düşünmek istemiyorum...

O böyle konuşuyordu.Kavak ağaçlarının üstünden, büyük resmi binaların çatıları görünüyor, parkın üç tarafını çeviren caddelerden zaman zaman hışırtılarla geçen taksilerin, son seferlerini yapan otobüslerin gürültüsü geliyordu.Üstümüzde gök yer yer bulutlarla örtülüydü.Büyük kara lekeli bir bulut, küçük bir buluta yaklaştı, yaklaştı nihayet onunla karıştı. Küçük bulut artık görünmez oldu. Sağ tarafta bir gaz şirketinin reklâmının kırmızı ışıkları yanıp sönüyordu...

Onu mesut etmeyen bu dünyadan, onun etrafını saran, tanıdığım herkesten, gezmiş dolaşmış olanlardan, naziklerden, numaracılardan, hattâ onu sevenlerden nefret ediyor, onu bütün söylediklerinin yanlış olduğunu bütün kuvvetimle söylemek istiyordum.Gözlerim bir noktaya daldı. Büyüdü, büyüdü, neden sonra onun sustuğunu, bana baktığını fark ettim.

-Ne oldunuz birdenbire? dedi.Ne çabuk değişiyorsunuz?...Çocuksunuz diyorum ya, çocuksunuz işte!...
Elini tuttum:

-Hiç dedim, sizi dinliyordum.

-Peki, niye öyle daldınız?

-Hiç! Ne bileyim? Hiç işte...

Pardösüsünün önünü kapadı.Çantasını aldı.

-Soğuk değil mi?

Tekrar kucaklamak istedim.Eliyle mâni oldu.

-Hadi hadi, uslu durun, park sefası yeter.Kalkalım.

Kalktık.İlk elektrik direği altında çantasını açtı.Boyasını tazeledi.Birdenbire koluna girerek şen bir tavır takındı:

-Bırakalım bunları, dedi. Unutun artık! Hadi bana neşeli bir şeyler anlatın...


 

Necati CUMALI









Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.


Yorum Yapın

Ad Soyad: Yorumunuz:
E-posta:
Tarih:
29.4.2024 23:32:51
 


 
 

 
 

 
 
 
 
 
 




Bu site Kişisel Yazar Web Tasarım projesi ile oluşturulmuştur.