|
Mithat Cemal Kuntay Öyküleri / İki Cenaze
İKİ CENAZE
Fatih camiinin iki musalla taşında iki tabut öğle
namazından çıkacak kalabalığı bekliyor.Birinin başında Aziziye fesi var;
ötekinde kalpak.Tapu Müdürü Semih Efendi'nin kızı bohçacı Melâhat yaşlandıktan
sonra, gençliğin hatırlattığı vaad, yüzünden kaybolduğu için bugün eskisi kadar
çirkin değil. Bohçası kolunda, taşa oturmuş, kuru kestane yiyor. Merak etti;
itfaiye muşambalı, püskülsüz, uzun adama ölülerin ismini sordu. Uzun adam
kızdı:
-Ölünün adı olur mu? Ölü işte!
Uzun adamın hakkı vardı.İskat almak için ona ölü lâzımdı; dilenci, sadaka
istediği adamın ismini mi bilecekti?Ağlar gibi hıçkırıklarla Melâhat'in
budalalığına gülüyordu.Bu uzun dilenci, Almanya İmparatoruyla gemide yemek
yemişti. Avrupa'da, Amerika'da o kadar çok adam görmüştü ki, şimdi ölülerin kim
oldukları ona vız geliyordu. Cenazelerden rakı parası çıkarmak için musalla
taşlarına kaleme gider gibi muntazam devam eden bu uzun adam, Belkıs'ın eski
kocası Bahriye Miralayı Hüsrev'di.
Melâhat, Hüsrev'in kim olduğunu anlamadı. Patlak gözlerine bakarak deli sandı;
korktu, kalkıp daha uzak bir taşa oturdu.Cenazelere yakın yerde bir hususi
otomobil durdu; içinden Mısırlı Prens Hasan çıktı.Melâhat, vaktiyle eski kocası
Sakallı Vasfi'nin Sofular'daki evine gelen Prensi tanıyınca ölülere yeniden
merak etti. Ne yaptı yaptı öğrendi: Cenazenin Aziziye feslisi Hacı Hulûsi
Paşa'ydı; kalpaklısı Adnan.Prens Hasan, Adnan'ın cenazesine dalgın sakalla
bakan Habibullah Efendi'nin elini sıkarken:
-Gariptendir efendi hazretleri, dedi. Mehmet Adnan Beyefendi bu Hacı Hulûsi
Paşa'dan daima teşe'üm ederlerdi; adetâ bir hissikablelvuku! Meğer ikisinin
cenazesi bir günde kalkacakmış! Fesuphanallah! Hikmeti rabbaniye!
Prens, Hâbibullah Efendi'nin bu hikmeti rabbaniyeye şaşmasını bekliyor;
Habibullah, içinden, Prensin ukalâlığına kızıyordu.Prens lâkırdısı tasdik
edilmeyen şımarık adamların hoppalığı ile sinirlendi. Zaten onun bugün yine
kabzı muannidi ve migreni vardı; sokağa çıkmayacaktı. Karısının zoruyla
cenazeye gelmiş, Adnan'ın dün, yahut yarın ölmediğine içinden kızıyordu.
Habibillah'a fena fena baktı. Öğle namazını uzun buldu; oturacak bir yer
arıyordu.
Fatih kahvesine girdi.Hacı Hulûsi Paşa'nın cenazesine gelenler,
kahvedeydiler:Eski Ataşenaval Naşit, Doktor Haldun; başında kocaman kalpakla
Sakallı Vasfi; yine başında kocaman kalpakla avukat Tevfik Hoca (Tevfik, sarığı
çıkardıktan sonra hocalıktan kurtulmadı); eski sefaret müsteşarı Nail; eski Jön
Türk Süleyman; Hidayet'in eski hususî kâtibi kokona Sacit... Hepsi, Prensin iki
tarafından birer kişilik boş yer bırakarak, etrafını aldılar.Habibullah,
Adnan'ın son zamanda geçinme sıkıntısı çektiğine acıyacak oldu.Naşit bundan
alındı; Prens Hasan'a döndü:
-Şerefime yemin ederim Altes, dedi.Ben bu Adnan Beye bakacaktım. Fakat bir gün
fena halde canımı sıktı.O günden sonra kovdum. Bunlara acımamalı Altes! Bunlar
bir sürü memleket hainleridir; kendisini bendehanenize almıştım; o zaman
merhume Belkıs da sağdı.Fakat hiçbir gece rahat yemek yiyemedik; hep İttipatçı
propagandası. Bir akşam da tutturdu; Yok, Avrupa'da iken Ahmet Rıza Beye Mısır
Prensesleri varmak istemişler de, o, istememiş.Prens Hasan:
-Estafurullahelâzim! Onların Ahmet Rıza Bey gibi vekilharçları vardır, efendim.
Naşit:
-Malûm, Alteş; ben de dayanamadım, suratına haykırdım:Sen ne söylüyorsun, Adnan
Bey, dedim. Senin Ahmet Rıza Beyin Meşrutiyetinden sonra Naciye Sultanı almak
için parçalandı; fakat bereket versin ki Yusuf İzzettin Efendi, Enver Paşa'ya
yaptı da kadın Ahmet Rıza'dan kurtuldu.İşte Yusuf İzzettin'in teşrifatçısı
sağ.Bana inanmazsan ona sor dedim.Fakat memleketin harabesine öten baykuş yine
susmadı.O akşamdan itibaren ben de yüzüne bakmadım. Kovulduğunu anladı,
gitti.Bunlara acımamalı Altes.Sakallı Vasfi, lağımın patlayacağı zamanda
topraktaki kısa hareketle sallandı. Ufak öksürdü:
- Naşit Beyefininin hakları var efendim, dedi. Bu Adnan Bey, adam akıllı çete
reisi idi efendim.Şeker işi malûmu devletinizdir Prens Hazretleri...
-
Sakallı Vasfi Şekrer işini anlatıyordu: "Harbi Umumînin son senesinde
İstanbul'a Viyana'dan üç bin vagon şeker geliyordu; bu şekerin kilosu Viyana'da
beş kuruşa alınıyor, İstanbul'da iki buçuk liraya satılıyordu.Her vagonda
lâakal on bin kilo şeker bulunuyordu. Kilo başına lâakal bir lira kazanıldığı
kabul edilirse, üç bin vagon otuz milyon lira kâr bırakıyordu.Bu milyonların
bir kısmı bu Adnan Beyin cebine giriyordu."
Bu milyonların kimlerin cebine girdiğini bilen Prens Hasan, Vasfi'nin yalanına
prensip namına inandı; küçük iniltilerle memlekete acıdı; sonra Sakallı
Vasfi'nin kalpağına bakarak, kulağına:
-Öldü diye kalktık, geldik; yoksa mütevaffının maşayla tutulacak yeri yoktur,
dedi.
Kahveye Maliye Mektubî Kalemi Mümeyyizi Dilâver girdi. Hazırlanmıştı;O kadar
kendini tutamayacak ağlayacaktı ki, merhum Adnan'la ne kadar dost olduğunu
herkes görecekti. Fakat kahvedekiler onunla meşgul olmayınca matemden vazgeçti;
kendisiyle birinin meşgul olması için Avukat Tevfik Hoca, baba gururuyle
gözlerini kapadı:
- Hâzaminfadlirabbî... Allah'ın ihsanı! dedi.
-
Süleyman, Sacid'in kulağına fısıldıyor, "Allah'ın ihsanı değil, Sefaret
Müsteşarı Nail Bey'in ihsanı! Filareti, Nail'den yakaladığı çocuğu bu sefer
düşüremedi," diyor, yumruğu burnunda gülüyordu.Camiden çıkanlar, cenaze
namazını kılıyorlardı.Cenazeye gelenler, Mısır Prensesi'nin arkasında kahveden
çıkarken, Sacit, Süleyman'a, "Şu cenaze namazı yok mu, namazların en
rahatıdır; secdesi yok, rükûu yok... Kaymak gibi badet, bayılırım",
diyordu.
Cenazeler musalladan kalkarken, demin ki dilenci çocuğu bir dilenci karısının
eline vurdu; düşen metelikleri kaptı, kaçtı.Dilenci karısı yerden taş aldı;
çocuğa atayım derken, taş Adnan'ın musalladan kalkan tabutuna çarptı.
Aksaray'ın meczup Ahmed'i haykırdı:
-Allah Allah, cenazelere saygı kalmadı!
Taşı atan dilenci kadın, Fransızca Muallimi Kadri'nin karısı Çıbanlı Zehra'ydı.Habibullah,
demin, Naşid'in Adnan için söylediği şeylere içinden hâlâ öfkeleniyordu.Hacı
Hulûsi Paşa'yla Adnan'ın cenazeleri başka başka sokaklara sapacak noktada
Naşit, Hacı Hulûsi'nin cenazesini takip için Prensin elini sıkarak ayrılırken,
Habibullah Prens Hasan'a:
-Bu memleket ne tuhaftır Altes! Vaktiyle şu Adnan Bey nezle olsa, bütün Beyoğlu
duyardı.Halbuki cenazesinde, ölü de dahil olarak on kişiyiz, dedi. Naşid'e dik
dik baktı.Dar sokaklarda bu on kişi de yoktu.
Cenazede yedi adam kalmıştı: ağladığını görmesinler diye tabutun çok ilerisinde
yürüyen Şair Raif; ağladığı uzaktan da belli olsun diye bir düzine mendilini
yüzüne kapayan Dilâver (Direkler arasının Don Kişot'u Dilaver), bir de simit
yiyerek cenazeye uzaktan koşan Aksaray'ın meczup Çıplak Ahmed'i.Süheylâ'nın
emriyle cenazeyle gelen konağın iki uşağı, Mengeneli Ahçısı "örfane"
bir fayton tutmuşlar, aralarına imamı da almışlar, cenazeyi yarenlik ederek
takip ediyorlardı.
Mithat Cemal KUNTAY
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|