|
Halikarnas Balıkçısı Romanları / Aganta Burina Burinata'dan
AGANTA BURİNA BURİNATA'DAN
................
Bana verilen denizci dersleri dolayısıyla lâf sırası
bulamayan Kasım Efendi, ustamın bana boyuna denizden bahsettiğini, gidip babama
fitlemiş. Bir akşam eve dönünce, babamın bir karış surat astığını
gördüm.Yutkundu.Yutkundu:
-Seni mektebe vereceğim, dedi.
Dünya gözüme zindan kesildi.Üç dört gün sonra topal hocanın mahalle mektebine
gidecektim. Dükkâna gittim son gündü. Ustam selâm verdikten sonra:
-Mektebe giderken ara sıra dükkâna uğra! Dedi.
O gün de her gün gibi akşam oldu.Kasım Efendi ile Nusret Ağa ayrıldılar.Ustamla
yalnız kaldık.Ustam bana vermekte olduğu son dersin tamamen tadına varabilmek
için beni, biraz ötemizde sokak köşesinde Muğlalı aşçı Yaşar'a, bir şişe rakı
ve mezelik izmarit balığı almak üzere gönderdi.Aşçı Yaşar;
-Bizimle beraber dünyanın böylesinde yaşıyorlar, yazık zavallıcıklara.
Diyerek irili ufaklı, kör topal elli altmış kadar kedi ve köpek beslediği için,
dükkâna güç belâ girdim.Dükkânının bana göre asıl cazibesi, kurutulup
yaldızlanmış ve tavana asılmış, açık kanatlı bir kırlangıç balığı idi.Yaşar
kısa ve şişmandı, yağlı yüzü pırıl pırıl yanardı.Soluk benizli çocuğu,
zerzevatı soyar, ateş yakmak, pişirmek ve bulaşık yıkamakta babasına yardım
ederdi.İşte o çocuk -yani Hamdi- bana izmaritlerin en kocamanlarını
seçti.Rakıyı, ve bir gazete parçasının üzerinde de izmaritleri dükkâna
getirdim.Ustam şişenin kıçına avuç içiyle vurup tapayı attırdı. Karşı karşıya
oturduk.Kadehi doldurdu. İçti.Sonra
-Bak şimdi sanki geçmişle gelecek karşı karşıya oturuyoruz.
Dedi.Başı bir müddet önüne düştü. Sonra kaldırıp:
-Seren altı makaraları nasıl donatılır?
Diye sordu.Ben,
- Çımaları filadur, kasalı tek sapandan, iki makara hamailinin iki tarafına
konulur.Seren üzerinden filadura bağlı ile bağlanır.
-
Diye bir solukta cevap verdim.Halil usta (şaaak) diye avucunu dizine vurdu.
-Aç ağzını yum gözünü.
Dedi. Mezeliğinden bir kızarmış izmarit verdi.Fakat bütün gayretine rağmen
neşelenemiyordu.Bir yorgunluğu argınlığı vardı.Birkaç kadeh daha içti. Sonra
bana;
- Meselâ gemi orsa alabanda edecek, ne gibi emirler verilir, ve o emirler
verilince neler yapılır? Sırasıyla söyle bakalım.Dedi.
O manevranın bir kayıkta yapıldığını görmek sevincinden ben de, ustam da
mahrumduk.Fakat onu sözle haykıra haykıra anlatmanın sevinci vardı ya.
Dudaklarımı ıslattım ve hemen, anlatmağa başladım. "Alestaaa tira
mola!" deyince hepimiz, ayni denizciler - Hepimiz deyince onların arasına
kendimi de kattığım için göğsüm gururla kabardı- yerlerimize koşar ve hazır ol
vaziyetinde alesta dururuz.Laçka skuta orsaalabanda! Denince flok skutalarını
ve trinket skutaların koyveririz.Dümenci de dümeni orsaalabandaya basar.Maestra
yelkeninin rüzgârı boşanır.Yelken göz gürültüsü gibi gürleyerek
yapraklanır.Kaptan "mola kontra, issa punya!" emrini verir.Punyaları
basar, papfingo burinalarını mola eder, maestra prassiyasını alesta ederiz.O
zaman rüzgâr geminin başından gelmeğe başlar.Ben bunları sırasıyla söylerken
ustamın yorgunluğu gideriliyor, gözleri vahşi bir tasdik ateşiyle yanmağa
başlıyordu.
-Mola burina grandi tira mola maestra!
Diye bağırılınca ve biz de söylenenleri yapınca geminin başı rüzgârdan açılmağa
başlar.İşte o zaman burinaları mola trinket yelkenini tumba ederiz. Bazılarımız
prova serenlerini prassiya tokaya alır.Dümenci dümen yekesini onkaşa
getirir."Aganta skuta flok!" denince flok skutalarını çeker, kasarız.
Artık bütün yelkenler rüzgârla dolmuştur.İşte o zaman, son emir, yani
"Aganta burina burinata!" kumandası verilir.Kayık şarıl şarıl rüzgârın
gözüne işler.Ben bunu söyleyince elinde kadeh beklemekte olan Halil usta,
kadehi parlattı.Bana:
-Son olarak verilen kumandayı bağıra bağıra tekrar et!
Dedi.Ben de ciğerlerimi doldurarak olanca sesimle "Aganta burina
burinata!" diye haykırdım.O zaman, pek eski bir denizcilik âleminden hız
alan ustam, sanki, beni şanlı bir deniz istikbaline fırlatmak istiyormuş gibi,
dağları temellerinden sarsan bir dinamit infilâkı şiddetiyle:
-Aganta burina burinata!
Diye gürledi.Papuççular ve eskiciler sanki birbirine "Aman arkadaşlar
durup dinlenmeyelim, çünkü açlık, dağ başında tenha yolcuyu kovalayan bir kurt
gibi peşimize düşmüş bulunuyor.İşte bundan dolayı, biz de koşarcasına ha bire
çalışalım ki, açlık ensemizde yetişip bizi helak edemesin" diyerek birbirini
çabuk olmağa kışkırtıyorlarmış gibi, işlerinin üzerine abanmış acele acele
takır tukur çekiç sallarken "Aganta burina burinata!" diye kâinata
meydan okuyan nidamızı duyunca, işlerinin üzerinden doğruldular.Birdenbire
çekiç takırtıları sustu.Hattâ hâlis muhlis bir kara adamı olan aşçı Yaşar bile,
sesini kapıp koyuverdi ve eskicilerle beraber "Aganta!" diye nârayı
bastı.
Neşenin seslerimize, seslerimizin neşeye verdiği sonsuz hürriyete, muhayyilem
hız aldı.Eski püskü karanlık dükkân, "Yallah!" diye sanki yerinden
kopup havalandı; bulutlar arasında dolu yelken orsaya fırlayan koca bir kalyon
oldu da yelkenlerin gölgesi, -yüksek ıssızlıklardaki uçan kartal kanadının
gölgesi gibi- buluttan buluta aştı.Aganta emri de -tıpkı böylece- dükkândan
dükkâna, insandan insana tekrarlandı.Bilmiyorduk neden; hepimiz bir kurtuluş
hazzı ve hızı duyduk.Şaka değil, "Aganta burina burinata" nidası
gönülden kopuyordu. ..............................
Halikarnas Balıkçısı ( Cevat Şakir Kabağaçlı )
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|
|