Çukurova Konar - Göçer Türkmenlerinin Halk Kültürlerinde.... / Prof. Dr. Erman ARTUN
Çukurova Konar - Göçer Türkmenlerinin Halk Kültürlerinde Eski Türk İnançlarının İzleri
Halk kültürü, doğumdan ölüme kadar insanların yaşantısında
yer alan maddi ve manevi bütün kültür ögelerini kapsar. Halk kültürü
araştırmaları halkın düşünce, duygu ve sezgisinin temeldeki
karakteristiklerini, halk yaşamının temel dinamiklerini, töre ve geleneklerini,
tutum ve davranışlarını, yaratı ve becerilerini, sevgi ve beğenilerini
inceleyip araştırarak ulusal kültürün doğru bir biçimde işlenmesine,
değerlendirilmesine ve yorumlanmasına önemli katkılarda bulunur.
Halk kültürü ürünlerinde Anadolu insanının dünya
görüşünü, yaşama biçimini, bireysel ve toplumsal sorunlarını görürüz. Halk
kültüründe halkın ortak ve yaygın davranış kalıplarını, yaşama biçimini,
belirli olaylar ve durumlar karşısındaki tavrını; çevresini ve dünyayı
algılayışını, geleneksel ve törensel yaşamını düzenleyen, zenginleştiren,
renklendiren beceri, beğeni, yaratı, töre, kurum ve kurumlaşmayı, bir
ucuyla geçmişe, bir ucuyla da zamanımıza uzanan gelenekleri, görenekleri,
âdetler zincirini görebiliriz.
Türkler; tarihleri boyunca birbirinden farklı birçok dinin
veya inanç sisteminin etkisi altında kalmıştır. Orta Asya'daki en eski Türk
topluluklarının inanç sistemleri atalar kültü, tabiat kültleri ve Gök Tanrı
kültü olmak üzere üçlü bir din anlayışından oluşmaktadır. Bunlardan atalar
kültünün çeşitli eski Türk zümreleri arasında en köklü ve en eski inançlardan
birisi olduğu söylenebilir. Atanın öldükten sonra ailesine yardım edeceği
inancından doğan, korku ve saygıyla karışık bir anlayıştan oluşan atalar kültü,
Budizm ve Maniheizm gibi yabancı dinlerin yayılmasından sonra da Türkler
arasında kuvvetinden bir şey kaybetmeden varlığını devam ettirmiştir. İslamiyet,
VII. yüzyılda yayılmaya başlamış, Türklerin bu yeni dine geçişleri de aynı
yüzyılda başlamış, ancak, X. yüzyılda tamamlanmıştır.
Uygarlığın beşiği olan Anadolu değişik kült, kültür ve inanç
sistemlerinin bir sentezidir. Miras bütün Anadolu’ya aittir. Bu ortak kültür
mirası bir mozaik değil, bu kültürlerin alaşımı olan Türkiye kültürüdür.
Çeşitli kültürler, Anadolu kültür potasında eriyerek bir bütünü yani Türkiye
kültürünü oluşturmuştur. Her etkin kültür, kendi düşüncesine, kendi tavrına
ters düşen durumları ya siler ya da özelliklerini değiştirerek kendi bünyesinde
eritir.
Halk kültürü araştırmalarında eski inanç sistemlerine ait
bir çok inanç ve pratiğin günümüzde de yaşadığı bilinmektedir. Bu inanç ve
pratiklerin tespit ve değerlendirmesi sonucu Türk kültürünün köklerine bir
ölçüde ulaşılacaktır. İnsanlar, en erken süreçlerden itibaren yaşamlarında
tutunacak, güvenecek gizli bir varlık aramışlardır. Bu arayışlar ve inançlar,
gökyüzündeki yıldızlar, ay, güneş, fırtına, gece, gündüz, ağaçlar,
nehirler gibi bütün tabiat olgularından, korkulan ya da çekinilen varlık ve
olaylardan kaynak almıştır. Dünyanın dört bir yanında insanlar, inanç sembollerini
taş, toprak, maden, seramik ve hatta tekstilde bile dile getirmişlerdir. İnanç
sistemleri giderek gelişmiş ve neticede tek tanrılı din aşamasına
ulaşılmıştır. Bu inançlar görsel malzemeye dökülerek, insan - kültür - uygarlık
- sanat ilişkisinde değerlendirilmesi gereken objeler ortaya çıkmıştır.
Çukurova Türkmenleri konargöçer yaşama biçiminden en son
toprağa bağlı yerleşik düzene geçmişlerdir. Büyük bir bölümü bu gün köylerde
yaşasalar da hayatlarının bir bölümünü konar göçer yaşamışlar veya eski konar
göçer aile büyüklerinin bu kültürüyle beslenmişlerdir. Bir bölümü de
hayvancılığa bağlı olarak yazları yaylalara göçerek bu kültürü sürdürüyorlar.
Bildirimizde, İslâmiyet öncesi inanç sistemlerine ait
inançların Anadolu’ya taşınmasına, Anadolu inançlarıyla kültürleşme sonucunda
yeniden yapılanmasına, bu inançların İslâmiyet’e sızarak inanç ve pratiklerle
Anadolu’da yaşadığına değinilecektir. Çukurova Türkmenlerinin geçiş
dönemleri, halkbilgisi, bayramları, törenleri, kutlamaları, inançları vd. halk
kültürü ürünleri örneklerinden yola çıkarak eski Türk inançlarının izleri
aranacaktır.
Anadolu'da anlatılan menkıbelerde, efsanelerde, yatır, türbe
ziyaretlerinde, mevsimlik törenlerde, hayatın geçiş dönemleri inanış ve
pratiklerinde, halk hekimliğinde, çeşitli törenlerde vd. bir çok eski inanışın
bütün canlılığıyla yaşadığını görüyoruz. Yaşayan inançları sağlıklı
değerlendirebilmek için Türklerin İslamiyet öncesi inanç sistemlerini,
dinlerini inanışlarını incelemek gerekir. Yaşayan inanışların kökeni konu edildiğinde,
Anadolu inançlarını besleyen, Türklerin eski inançlarına kısaca değinmek
gereklidir. Eski Türklerin inançları nelerdi? Bu inançların yapı ve
fonksiyonları nasıldı? İslamiyet'i kabul edip İslâmî kültür dairesine girdikten
sonra yeni coğrafyada yeniden yapılanmadan önceki şekilleri nasıldı?
İnanışların bir kısmı İslami renge bürünürken yapı değişikliğine uğrayıp yeni
fonksiyonlar kazandı mı? gibi sorulara yanıt aranacaktır.
Orta Asya'dan gelip Anadolu ve Rumeli'ye yerleşen Türkler,
buraya kendi kültürlerini taşıdı. Anadolu coğrafyası, birçok uygarlığın, din ve
inanç sistemlerinin buluştuğu kültürlerin ortak kaynağı olmuştur. Türkler
Anadolu'ya gelince İslamiyet ve Anadolu kültürüyle tanışmıştır. Türk halk
kültürü günlük hayatın uygulama ve değer yargılarıyla yeni bir içerik ve nitelik
kazanmıştır. İslamiyet öncesi atalar kültü, tabiat kültleri, gök tanrı kültü ve
şamanlık gibi eski inançlar yeni inanç örgüsü altında devam etti (Ocak,
2000:53). Türkler, evreni, dünyayı, insanları anlamaya, kontrol altına almaya
yardım eden bu inançlardan, hastalık nedenlerini anlamaya ve tedavi etmeye
çalışırken de yararlanmışlardır. Sihir sistemine dayanan şamanlık, hakim inanç
olan İslamiyet'in bir ögesiymiş gibi varlığını sürdürmektedir
(Boratav,2000:76).
İnanç, bir düşünceye bağlı bulunma, bir dine inanma, iman,
birine duyulan güven, itimat, inanma duygusu, inanılan şey, görüş ve öğretidir
(ML.I971:300,c.6). Din ve inanç kavramları birbirinden farklıdır. Ayrıca, din
denen toplumsal kurum, inanç ve tapınma olmak üzere iki bölümden oluşur.Her iki
bölümün temelinde de kutsallık ve yasak kavramları yatar (Turan, 1994 : 84).
Tarihin ilk topluluklarından beri ay, mevsim yıl vb.
değişiklikler törenlerle kutlanmaktadır. Tehlikeli, anlaşılmaz, ürkütücü doğa
karşısındaki güçsüz insan, büyüden büyük destek görüyordu (Fischer,1985:37).
Taklit, eylem ve toplu katılma doğaya karşı büyüyle korunmadır (Nutku,
1985:171). Bu büyüsel bolluk bereket nitelikli dualar zamanla törene dönüşmüş
belli zaman ve kurallara bağlanmıştır. Kültür ögelerinde olan bu arayış ve
üretilen düşünceler, inanış ve pratikleri oluşturmuştur.
Bütün milletlerin kültürlerinde görülen yeni yıl törenleri,
yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, ekonomik yapılarına, inanç yapılarına uygun
koşullarda, uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanır. İnanca bağlanan yeni
yıl törenleri, Asya ve Ön-Asya toplumlarında benzer iklim ve coğrafya
şartlarında zaman, ad ve pratik benzerliğiyle kutlanmıştır. Temeli dine dayanan
benzer veya aynı ögeler, kültürel bir güç olarak karşımıza çıkar. İnanç, büyü,
miti besler. Mitler toplumdaki değerlerin geriye dönük modelleridir
(Malinowski, 1998:152).
Eski topluluklar, hayvanlar, bitkiler, kayalar, dağlar,
ırmaklar, yıldızlar gibi çevrelerinde bulunan her şeyin bir ruhu olduğuna
inanmaktaydılar. Bu inanca göre ruhun bedene bağlı olduğuna inanılır. Ruh,
bedeni bırakırsa beden ölür. Ölen kişinin ruhu, yine de cesedine bağlı kalır.
Ölüler yaşamaya devam ederler, saygı isterler. Yiyip içmek isterler. Bu nedenle
ölenlerin mezarlarına sevdikleri yiyeceklerle, yaşarken beğendikleri eşyalar,
araçlar konur (Tezcan, 1996:115). Tahtacı Türkmenlerinde günümüzde de süren
elbiseyle ve bazı eşyalarla gömülme inanışı sürmektedir. Canlıcılığın temel özelliklerinden
biri olan büyü ve falın Türkler arasında da uygulandığı bilinmektedir. 921-922
yıllarında Oğuzların yanına gitmiş olan İbni Fadlan, onların hastalığın kötü
ruhların etkisiyle meydana geldiğine inandıklarını belirtmektedir (Turan,
1994:104).
Eski Türklerde, insan ruhları genellikle kuş biçiminde
düşünülmüştür. İnsanlara can vermeden önce bu ruhlar, gökte kuş olarak
yaşarlar, insanlar ölünce göğe uçarlar. Dede Korkut'ta Deli Dumrul kara
kılıcını sıyırıp saldırınca, Azrail bile güvercin olup pencereden çıkıp gider.
Kırgızların Er Töştük destanında bir yiğit, "Bu yedi kuş benim ruhumdu,
benim nefesimdi" demiştir. Diğer taraftan, Orta Asya'da ruhlar, hayvan ve
genellikle de kuş biçiminde düşünülmüştür. Şamanın gök yolculuğunda yardımcı
ruhları, kuş ya da kanatlı hayvanlar olarak temsil edilmiştir (Avcıoğlu,
1995:345).
Şamanizm'den önceki Türk inançları içerisinde önemli bir
yeri olan tabiat kültleri ise, yer ve gök kültü olmak üzere ikili bir görünüm
sergilemektedir. Eski Türkler tabiattaki bütün varlıklarda kavranamayan bazı
gizli güçlerin bulunduğunu düşünerek dağ, tepe, taş, kaya, ağaç veya su gibi
nesneleri canlı kabul etmişlerdir. Atalar kültü gibi tabiat kültleri de
Türklerin çeşitli dinlere girip çıkmalarına rağmen varlıklarını sürdürmeye devam
etmiştir (Ocak, 2000: 40; Eliade,1987: 202). Şamanizm bir din değil, büyü
sistemi olarak yerleşip yayılırken Türkler arasında daha önce mevcut olan
atalar kültü, tabiat kültleri ve Gök Tanrı inancını, Budizm, Maniheizm gibi
dinlerin bazı inanç ve merasimlerini benimsemişlerdir (Ocak, 2000:53).
Kült, yüce ve kutsal olarak bilinen varlıklara karsı
gösterilen saygı ve onlara tapınmadır (Tezcan,1996:120). Kült; külte konu
olabilecek bir nesne ve kişinin varlığı, bu nesne ya da kişiden insana zarar
gelebileceğine ilişkin inancın varlığı, bu inancın sonucu olarak fayda
sağlayacak, zararı uzaklaştıracak ziyaretler, adaklar, kurbanlar vb.
uygulamaların varlığıdır (Ocak,2000:113). Atalar kültünün eski Türk
toplulukları arasında en köklü ve en eski inançlardan biri olduğu söylenebilir.
Hemen hemen bütün Kuzey ve Orta Asya kavimlerinde bulunduğu görülen atalar
kültü Hun'lar zamanında tespit edilmiştir (Ocak,1983:26). Bilge Kağan
kitabesinin sonunda yer alan kısımlar atalar kültünün varlığının Göktürklerde
de görüldüğünü göstermektedir (Ergin,1970:25). Atalar kültü, ruhun bir bedenden
ötekine geçmesi inancını benimseyen Budizm ve Maniheizm'in Türklerce kabul
görmesinde etkili olmuştur. Bu külte göre, çok yaşayan, bilgili, yönetici
insanlar öldüğünde onların ruhları, ailesine ve toplumuna yardım eder ve onları
korurdu (Ocak, 2000:62). Günümüzde, Anadolu halkı, evliyaların yattığı yerlere
(tekke, zaviye, türbe, mezar, hazire, dergah vb.) gider ve onlardan yardım
diler. Bu yardım, işsizlere iş, hastalara sağlık vb. biçimlerde görülebilir;
fakat bu yardım isteğinin mutlaka inanılarak yapılması gerekmektedir
(Kaya,2001:200). Bugün hâlâ Anadolu'da varlığını sürdüren, evliya, dede, baba
inanışlarının kökenini atalar kültüne bağlayabiliriz.
Dağlar ve tepeler, tarihin bilinen en eski dönemlerinden
beri yükseklikleri, gökyüzüne yakınlıkları dolayısıyla insanların gözünde
ululuk, yücelik ve ilahilik sembolü kabul edilmiştir (Ocak,1983:70). Ağaç daima
hayatın ve ebediliğin timsali olarak benimsenmiştir (Eliade,1975:231). Eliade
diğer tabiat kültlerinde olduğu gibi ağaç kültünde de ağacın maddi varlığının
değil, özelliklerinin ve temsil ettiği gücün kült konusu olduğunu belirtmiştir
(Eliade,1975:23). Dede Korkut er olsun avrat olsun herkesin ağacı saydığını ve
çekindiğini belirtmiştir.
Anadolu sahası, ağaç kültünün Müslüman Türklerdeki en ilgi
çekici örneklerinin ortaya çıktığı yerlerden biri olarak görülmektedir. Ağaç
kültü Tahtacılar ve Yörüklerde yaygındır. Tahtacılar, geçimlerini ağaç kesmekle
sağlamaktadır. Onların ağaçlara büyük saygı ve bağlılıkları vardır. Muharrem
ayında ağaç kesmek yasaktır. Hafta içinde ise salı günleri ağaç kesilmez.
Yeniden ise başlayacakları zaman ağaçlara dualar okunur. Tahtacılar en çok
sarıçam, ladin, köknar ve ardıcı; Yörükler ise karadut, çınar ve katran ağacını
kutlu sayarlar ve hepsi de tek ağaçları kült olarak kabul ederler (Roux, 1962,
Akt: Ocak, 1983:89).
Tarih boyunca "ağaç" ve "evliya"
arasında kurulan ilişki de dikkat çekmektedir (Ocak,1983:93). Anadolu'da tek
olan meşe ve ardıç ağaçlarını ziyaret etmek, ayin yapmak, ağaç dallarına dilek
çaputları asmak yaygın pratikler olarak varlığını sürdürmektedir. Ağaçlardan,
yağmur duası, çabuk evlenme ve hastalıkların sağaltımı gibi nedenlerle medet
umulmaktadır (Ocak, 2000:135). Ağaç üzerine yapılan bu pratik ve inanmalar da "ağaç
kültü"ne bağlanabilir. Anadolu'da ağaç kültünün kalıntıları hâlâ
yaşamaktadır. Ağaç hasta çocuklara öptürülür. Tahtacı kadınlar ağaca sarılıp
kısırlıklarından kurtulmaya çalışırlar. Yörük boylarında ise, kutsal sayılan
ağaçların yanında uzanılmaz (Avcıoğlu,1995:359). Yine Anadolu'nun pek çok
bölgesinde, ağaçlardan deva isteme, dileklerinin gerçekleşmesi için çaputlar
bağlama gibi pratiklere de sık sık rastlanmaktadır.
Eski Türklerde inanç sistemi üzerine yazılı kaynaklarda, su
ve ateş motifine ilişkin pek çok örnek bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle
özetlenebilir. Orhun Yazıtları'nda kutsal su kaynaklarından sözedilmekledir.
Tahtacılar, suyu kirlettiği için abdest almaya karşıdır. Bununla birlikte, su
gibi güneş ve aydan indiğine, yani gökten geldiğine inanılan ateş de kutsaldır (Avcıoğlu,
1995:356).
Atalar ruhunun hatırası için yapılan tusların bir kısmı
çocukların oynadıkları bebeklere benzemekle bir kısmı da tilki, tavşan ve başka
hayvan derilerinden yapılmakta, duvarlara, sırıklara asılmakta veya torbalarda
saklanmaktadır (İnan,1996:42). Şamanist Türkler kendileri için hazırladıkları
yemeklerden bir kısmını sabah akşam bu tözlerin ağızlarına sürerek onlara yemek
yedirmiş, daha sonra karşısına geçerek ekinlerinin ve sürülerinin bereketli
olması için dualar etmiş, ilahiler söylemişlerdir. Tahtacı ocaklarında bulunan
bazı pir eşyalarının kutsallığı eski Türkler arasındaki Şamanist düşünceden bir
tus (töz, tös) kültünden kaynaklanmaktadır. Bazı Tahtacı ve diğer Alevî
ocaklarında bulunan kutsal eşyalar da birer fetiş olarak bu tözlere örnek
teşkil etmekledir (Yörükan, 1928:256).
Halk hekimliğinin bazı uygulamalarında atalar kültü ve
tabiat kültleri arasında bir bağ vardır. Atalar kültü ataların takdisine
dayanır. Atanın öldükten sonra ruhunun bir takım üstün güçlerle donanacağı ve
bu sayede geride kalanlara yardım edeceği inancı vardır. Ataların eşyaları ve
mezarları kutsal kabul edilip ruhlarına kurban sunulurdu. İslamiyet'in kabulünden
sonra atalar kültü Anadolu'da Türkler arasında veli kültünün oluşumunda etkili rol
oynamıştır. Üstün ruhlarla donanmış insan tipi Müslümanlıkla da bağdaşmıştır.
Velinin ait olduğu toplumun sosyal, dini ve ahlaki değerlerinin temsilcisi
olduğuna inanılır (Ocak,1984:3). Veli kültüyle Şamanların işlevleri arasında
benzerlik vardır. Bunlardan biri, hastaları iyileştirmektir (Ocak, 1992:10).
Kült, yüce ve kutsal bilinen varlıklara karşı gösterilen saygı ve onlara
tapınmadır. Bu saygı ve tapınış, duayı, adağı, kurbanı, belli ritleri gerektirmektedir.
İslamiyet'te ölüden medet umma yoktur. Veli kültü, pagan
kültürle ilgisinden dolayı yasaklanmasına rağmen varlığını korumuştur. Şamanist
Türkler, Şamanların olağanüstü nitelikler taşıdıklarına ruhlar ve gizli
güçlerle ilişki kurup onlara istediklerini yaptırdıklarına inanırlardı. Bu
işlev, evliyaların dileği Allah'a iletmelerine dönüşür. Şamanist dönemden Budist
döneme geçtikten sonra Budist azizlerinin çok eskilere inen kerametlerini
anlatan metinler tercüme edildi. Ayinlerde halkın okuması için oluşturulan
metinler geniş tabana yayıldı. Bu yolla evliyaların menkabelerine Şamanların
üstün ruhani güçlerle donanmış kişilikleriyle, Budist azizlerin kerametleri de
eklendi (Ocak, 1984:7). Türk Şamanları olağanüstü kimlikleriyle Bektaşi
velayetnamelerinde yazılmış menakıpnamelerde adeta yeniden hayat bulmuş
gibidirler.
Atalar kültü ruhun bedenden bedene geçmesi (tenasüh,
reenkarnasyon) inancını taşıyan Budizm ve Manihaizm’in Türklerde kabul
görmesinde etkili olmuştur. Atalar kültüne göre çok yaşayan, bilgili, yönetici
insanlar öldüğünde onların ruhları, ailesine ve toplumuna yardım eder. Onları
kötülüklerden korur. Bu ataların yalnızca ruhları değil, eşyaları da kutsallaştırılmıştır.
Türklerdeki evliya kültünün temelinde atalar kültü yatmaktadır (Ocak,2000:113).
Halk, evliyaların yattığı mezar, hazire, yatır, türbe,
zaviye, tekke, dergah vd. yerlere gidip dua eder. Veliden; hastalıklardan
kurtulma, iş bulma, kısmet açma gibi çeşitli konularda yardım istenebilir. Dua
edip de istekte bulunanın mutlaka bunu inanarak yapması şarttır, aksi halde
isteğin gerçekleşmeyeceğine inanılır. Ziyaretlerde dua okunur, ata ruhlarından
yardım dilenir. Ziyaret suyundan medet umulur. Bazı durumlarda atalar kültüyle
su kültü, tepe kültü ve taş kültü birleşir. Türklerin İslamiyet'i kabul
etmesinden sonra da halkın yatırlara gitmesi üzerine "Allah'ın sevgili
kulları olan ve Allah'a sözü ve nazı geçebilen evliyanın yardımını
dilemek" şeklinde açıklanmağa çalışılmıştır (Eröz,1992:103).
Eski Türk inançlarından atalar kültü, günümüzde farklı
uygulamalar ve inanışlar arasında varlığını devam ettirmektedir. İnsan
sağlığıyla ilgili konularda halk arasında öncelikle modern bilim ve bilgi
tercih edilir. Eski halk inançlarına dayalı bu tür halk hekimliği uygulamaları
doktor sonrası hasta yakınlarının iyileşmeye yönelik psikolojik telkin olarak
bu uygulamalar önemli rol üstlenmektedir. İnanılarak, kutsallaştırılarak
yapılan bu tür uygulamalar, halk hekimliğinin kuşaklar boyu devam etmesini
sağlamaktadır (Kaya, 2000:199).
Kültür değerleri Türk kültürünün tarih içindeki görünümünün
değişmesine ve gelişmesine paralel olarak bir değişim ve gelişim içinde
olmuştur. İnanç merkezlerine bağlı kültür değerleri, yaşayan kültür topluluğunun
dünya görüşüne ve değerler sistemine göre şekillenir (Artun, 2000: 40). İnanç
merkezlerinin Türk kültür ve toplum hayatında önemi büyüktür. Türklerin
İslamiyet öncesi dini, tarihi, kültür ve toplum hayatıyla ilgili dünya
görüşleri ve hayata bakışları konusunda ip uçları verir. Türkiye’de geleneksel
değerler ve pratikler, yeni biçimlenmelerle modernleşerek varlığını
sürdürmektedir. Anadolu’nun zengin inançlarla beslenmesi eski dönemlerden
günümüze çok zengin bir inanç, değerler ve pratikleri bünyesinde yaşatmıştır.
Bu bir tür halk inançları denilen “senkreist” (bağlaştırmacı) dinselliktir
(Atay, 2000:47). Geleneksel dinsellik günümüzde yeniden yapılanarak varlığını
sürdürmektedir. Türkler, Avrupa ve Asya kıtalarına yayılmış dört bin yıllık
bir tarihe sahip dünyanın en eski ve devamlı milletlerinden biridir. Orta
Asya’daki ata yurtta ve buradan çevreye sürekli göçler sonucu dünyaya yayılmış
bulunan Türklerin İslamiyet’i kabul etmeden önceki dönemleri üzerine yapılan
araştırmalarda ne yazık ki pek az yazılı malzeme bulunmuştur. İnanç merkezleri
günümüzde Türk kültür tarihinin kaynağı olmaları yönüyle yeniden ele
alınmalıdır. Buralardan elde edilen yeni malzemeler Türklerin günümüz
inançlarının temeli olan eski inançlar dünyasına yeni bir kapı açacaktır.
Evliyalar, velayet derecesine ulaşmış kişilerdir. Kimi zaman
tayy-ı mekân (bir anda uzak mesafelere gitme), tayy-ı zaman (bir anda birkaç
yerde bulunma ), su üstünde yürüme, kalp okuma vd.gibi üstün özelliklere
sahiptir. İslam inancına göre buna "keramet sahibi olma hali" adı
verilir. Ziyaret, adak, kurban ve benzeri uygulamaların varlığı olmalıdır
(Ocak, 2000:113). Kutsal kabul edilen yerlerden alınan taş, toprak, su gibi
nesnelere dokunmak, üzerinde taşımak, içmek, üzerine dökmek şeklinde aracı olarak
kullanılmaktadır. Bu yerlerden psikolojik rahatsızlıklar için de şifa aranır
(Kalafat,1997:36; Başar,1972:159).
Tarihsel süreçte, her kültürde olduğu gibi Türk kültürünü
belirleyen değer norm, sosyal kontrol ögeleri ve formlar değişikliğe
uğramıştır. Bir çok kültik ve ritüel özlü işlemin ve pratiğin uygulanmasını
gerektiren ölü kültü çeşitli bölgelerde yerel özellikler göstermekle birlikte
ana çizgisi bakımından aynıdır. Her yörenin kendi inanç, görenek, estetik ve
sosyo-ekonomik anlayış ve değerlerine göre değişebilen ama hepsinin özünde
insan olan bir takım inanma ve pratikler vardır. Toplumca inanılan bu
doğrultudaki her tür inanma ve pratik bu etkinliklerin içindedir. İnsanlar
geçmişle gelecek arasında bir bağlantı kurmaya çalışmışlardır.
Anadolu insanı kendilerine yurt kuran ve seçkin kişileri
sonsuza değin yaşatmak, hem de kendi hayatlarını onlarla paylaşmak için bazı
mekanlara kutsiyet vermişlerdir. Ayrıca buraları emanet duygusuyla koruyarak
ziyaret etmek suretiyle onlara karşı olan vefa borçlarını ödemeye
çalışmışlardır. Halen ziyaret edilmekte olan bu makamlardan bazılarının
eski inanç ve kültürlerden izler taşıması durumu büyük ölçüde değiştirmemiştir.
Bunların ötesinde bazı efsane ve menkabelerle süslenen ziyaret olgusu yörenin
kültürel ve dini değerleriyle de zenginleştirilmiştir.
Din bilimcilerin “kitaplı dinler” olarak ifade ettiği semavi
dinler, eski dinlerin ve inançların etkisinden kurtulamamışlardır. Türkler
Müslümanlığa eski inançlarını da taşıdılar. Türkler İslamiyeti
kendi inançlarıyla harman edip yeni bir sentez oluşturdular.Araştırıcılara göre
Türkler arasında İslamiyeti, dini sufice yorumlayan, halkın benimseyeceği
biçimde ifade eden ve halkın eski inançları ile yeni dini kaynaştıran “sufiler”
olmuştur.
Eski Türk İnançlarının Çukurova
Konar-Göçer Türkmenlerine Yansımaları
Çukurova bölgesinde yörük ve göçer adlarıyla bilinen
hayvancılığa bağlı ekonomileriyle göçer, yarı göçer ve yaylacı olarak
niteleyebileceğimiz göçer topluluklara günümüzde de rastlıyoruz. Bunlar
hayvancılığın yanısıra kilimcilik, demircilik, el sanatları ve tarımla
uğraşırlar.
Göçebe kültüründen yerleşik kültüre en son geçen Çukurova
Yörükleri, Türkmenleri binlerce yıllık kültürü günümüze kadar saklayıp
taşımışlardır. Orta Asya Türk kültürünün, Anadolu halk kültüründe
şekillenmesinin en güzel örneklerini Yörüklerde, Türkmenlerde görüyoruz.
Büyük kültür merkezlerinden uzak yayla ve köylerde yaşayan
Yörüklerde ve Türkmenlerde göçebe hayatından kuvvetli izler görülür. Tabiatla
iç içe hayat, gelenek ve görenekleri şekillenmiştir. Eski Türklerin âdetlerinin
ve törenlerinin izlerine günümüz Yörük ve Türkmen kültüründe rastlıyoruz.
Göçebelikten yerleşik hayata geçerek yeni bir toplum düzeninin kurulması yeni
bir kültüre geçişi hızlandırmıştır.
Yörük ve Türkmen kültürünün her yönüyle incelenip
araştırılması eski Türk kültürüne ait ipuçları verecektir. Bu bildirimizde
rastladığımız eski Türk kültürüne ait ipuçlarından bazılarını şöylece
sıralayabiliriz:
GEÇİŞ DÖNEMLERİ
DOĞUM ADETLERİ, İNANIŞLARI VE BUNLARA BAĞLI PRATİKLER
(K.9, K.11, K.37 K.1, K.3,K.7, K.9)
Al Basma
“Al” kelimesi, uğursuz, olumsuz, istenilmeyen, basarak
zarar veren anlamına gelir. Aladağ Yörüklerinde “albasması” inancı vardır. Aynı
zamanda “bırobıro” diye bilinen ve korku veren bir canlının varlığına da
inanılır. Bırobıro seslendiği insanı kandırabilirse onu ikiye böleceği inancı
vardır. Bir kuş gibidir. Loğusaya zarar vereceği düşünüldüğünden uğursuz
sayılır (Kalafat, 1994: 153-175).
Tarsus’ta loğusanın üstünden cenaze alayı geçerse
loğusayı ve çocuğunu al basar inanışının temelinde de cenazenin arkasından iyi
ruhlar geçer, loğusa da cünup olduğu için bu ruhlar loğusayı çarpar düşüncesi
yatmaktadır. Gelinin ve cenazenin kırkının bebeği ve loğusayı çarpacağı
inancında cünupluk kavramıyla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla âdet ve İslâmi
kuralların iç içe geçtiğini söyleyebiliriz (Dalgıntekin, 1995).
Feke’de albasması konusunda yapılan uygulamalarda eski
kültür izlerinin yanında odaya Kuran koyma gibi uygulamalarla da İslâmî etki de
kendini göstermektedir (Karakaş, 1985).
Sıtıralı Çocuk
Yörüklerde aşiret gelinleri çocuğu davarda, yolda, ocağın
başında doğurur. Ocağın başında aş yaparken doğan çocuk erkek olursa sıtaralı
(şanslı) sayılır. Davar başında doğan erkek çocuğu kutlu sayılır. Yabanda,
odunda doğan çocukların ise ocağın yiğitleri olacağına inanılır (Yalgın, 1997:
63).
Sarılık
Adana’da doğumdan hemen sonra çocuğun fizyolojik bir değişiklikle
geçirdiği sarılık için de bazı uygulamalar yapılır. Çocuğa örtülen ve
giydirilen sarı giysi ve üzerine takılan sarı nesne ile sarılığın gelmeyeceğine
inanılır. Halk inanmalarında uygulanan pek çok pratikte, burada olduğu gibi
benzetme veya taklit ögelerinden yararlanılmaktadır (Başçetinçelik, 1998).
Göbek Kesme
Aladağ’da yeni doğan çocuklarda göbek kesme ile ilgili
yapılan tüm bu işlemlerle doğan çocuğun geleceğinin etkileneceğine inanılmakta,
bu amaçla benzetme ve taklit yoluyla çocuğun gelecekte iyi okuması, inançlı
biri olması, iyi bir mesleğinin olması, evine bağlı biri olması beklenmekte ve
onun bir parçası kabul edilen göbek gelişigüzel, herhangi bir yere atılmamakta,
büyüsel nitelikli işlemler uygulanmaktadır (Yılmaz, 2005 ).
İlk Tırnak Kesilmesi
Aladağ’da çocuğun tırnağının ilk defa kesilmesinde de bazı
pratikler uygulanmaktadır. Örneğin ileride eli bolluk içinde olsun diye önüne
çeşitli değerlerde para konması ve istediğini alması uygulaması bu tür büyüsel
pratiklerdendir (Yılmaz, 2005 ).
Kırklama
Adana’da anne ve çocuk kırklandıktan sonra, aynı suyla veya artan suyla
çamaşırları yıkanmaktadır. Adana ve çevresinde çocuk ve anne, 7., 20. ve 40.
günlerde yıkanmaktadır. Kırklama adı verilen bu törenlerde suya; altın, taş,
yapraklar ve çiçekler atılmaktadır (Başçetinçelik, 1998).
Feke’de kırkıncı gün bebeğin doğumundan sonraki en önemli
günlerden biridir. Bu günde çocuk, annesi ve kullandıkları eşyalar yıkanır.
Böylece çocuk yeni bir döneme başlar. Uygulamalardaki kırk sayısı da dikkat
çekicidir. Eski Türk kültüründe karşımıza çıkan bu formülistik sayıya bugün de
rastlamaktayız (Karakaş, 2005).
Aydaş Çocuk, Aydaş Aşı
Adana’da doğumdan sonraki aylarda gelişemeyen, cılız, hastalıklı çocuğa “aydaş
çocuk” adı verilir. Aydaş çocuk için “aydaş aşı” pişirilir. Bu, sembolik bir
aştır. Çocuğun yeterince pişmediği düşüncesinden hareketle yapılan taklit
büyülerinin uygulamasıdır. Aydaş çocuğu dikenli gül ağacının arasından ve kurt
ağzının iskeletinden geçirme uygulanan diğer pratiklerdir. Eski Türklerden
bugüne kadar kurt, kutsal bir hayvan olarak kabul edilmiş, kurdun derisi,
bıyığı, dişi, başı halk hekimliğinde şifa verici olarak kullanılmaktadır
(Başçetinçelik, 1998).
Feke’de aydaş çocuk uygulamalarda dört yol ağzında “aydaş
aşı” pişirme dikkat çekicidir. Burada çocuğun fiziksel olarak henüz tam
anlamıyla olgunlaşmadığı ve bu şekilde yolların kesiştiği noktadan da güç
alınarak çocuk ateşle olgunlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu bir taklit büyü
olarak değerlendirilebilir (Karakaş, 2005 ).
Köstek Kırma
Adana’da yürüyemeyen, yürürken ayakları dolaşıp düşen
çocuğun kösteği kırılır. Büyülük bir işlem olarak köstek kırmada, çocuğun
yürümesini engelleyen bağ kesilmeye çalışılarak taklit büyüsü yapılmaktadır.
Bunun için çocuğun bacaklarına şeker sucuğu, ip, şeker torbası bağlanır ya da
ayakları arasına simit konur. Köstek, ya bir çocuk, ya yaşlı bir kadın
tarafından kesilir, ya da köpeğe ekmek vererek çocuğun kösteğinin kırılması
istenir. Başka bir çocuğun eline sucuk verilerek yürüyemeyen çocuğun o sucuğu
almak için yürüyeceğine inanılır ya da bacağına takılan simidi bir çocuğun
kapmasıyla çocuğun yürüyeceğine inanılır. Çocuk yürürken köstekleniyorsa
kösteği, üç salı makasla boş bir şekilde kesilir (Başçetinçelik, 1998).
Feke’de “Köstek kesme” uygulamasında çocuğun yürüyememe
durumunu ortadan kaldırmak için de taklit büyü şeklinde bir işlem görüyoruz.
Çocuğun ayaklarına bağlı olan ip kesilerek ayaklarının açılması ve yürümesi
sağlanmaya çalışılmaktadır (Karakaş,
Yedi İnancı
Adana’da doğan çocuğun yedi yaşına kadar saçını kesmeme veya
saçını yedinci yaşında ziyarette kesme, yedi yıl başkasından giydirme ya da
yedi Mehmet evinden giydirme gibi yedili uygulamalara çokça rastlanmaktadır
(Başçetinçelik, 1998 ).
Bebek Eşi
Adana’da doğumdan hemen sonra çocuğun eşinin toprağa
gömülmesi olayı eski Türklerden günümüze kadar halk geleneğinde yerini
korumaktadır. Eskiden olduğu gibi bugün de eş toprağa gömülmekte göbek de uygun
bir yere saklanmakta veya gömülmektedir (Başçetinçelik, 1998 ).
Loğusa ve Bebeği Koruma
Adana’da loğusa ve çocuğun bulunduğu odada bulundurulan
süpürge temizliği, ayna aydınlığı ve parlaklığı, makas/satır/bıçak/demir/iğne
gibi aletler gücü, nazar boncuğu kötü gözleri önlemeyi amaçlamaktadır. Odadaki
kırmızı renklerle, dikkat rengin parlaklığı üzerine çekilmekte, anne ve çocuk
kötü gözlerden korunmaktadır. Süpürgenin temizliği ve koruyuculuğu ile
alkarasının girmesi önlenecek, aynanın aydınlığı ile kötü ruhlar uzaklaştırılacak,
demir veya çelikten yapılmış aletlerle anne ve çocuk kötü güçlere karşı güçlü
olacaktır. Kur’an İslamî bir öge olarak kötülüklerin uzaklaştırılmasında araç
olarak kullanılmaktadır. Kapıya bağlanan al veya dikenli çalı ile, o evde henüz
hassas ve zayıf durumda birilerinin bulunduğuna dikkat çekilmekte ve gelecek
kişiler uyarılmaktadır (Başçetinçelik, 1998 ).
Feke’de loğusa konusunda yapılan uygulamalarda, doğumdan
sonra zayıf düşen anneyi hastalıklardan koruma ve eski gücünün geri kazandırma
düşüncesini görmekteyiz (Karakaş, 2005).
Bebeğin Nazardan Korunması
Adana’da çocuğa nazar değmesinden çekinilerek bazı
uygulamalara başvurulur. Bunun için çocuğa nazar boncuğu veya çengelli iğne
takmak, çocuğun ilk “kakalı bezi”nde var olduğuna inanılan güçten yararlanmaktır.
Çocuğun ilk kakalı bezi, kutsal bir nesne gibi 40 gün saklanmakta, kötü
etkileri uzaklaştıracağına, yaraları iyileştireceğine inanılmaktadır. Kapıya
asılan soğanlı iğne, kırmızı kurdele de, kapıdan gireceğine inanılan kötü
güçlerin girmesini engellemek içindir (Başçetinçelik, 1998 ).
Diğer Doğum Adet ve İnanmaları (K.2,K.4, K.5, K11,)
* Yörüklerde, erkek çocuk obanın alevi, kız çocuk evin
közüdür, sözü yaygındır.
* Çocuk doğunca tuzlanır, mersin yapraklarına sarılır.
Tombulak kökü döğülerek toz haline getirilir. Kırk gün tombulak tozu katılmış
suyla yıkanır.
* Çocuk kırk günlük olunca vücuduna bal sürülür. Ak toprak
tozu serpilerek kundaklanır.
* Diş çıkaran çocuk için buğday kaynatılır, süt dağıtılır.
* Bebeğin göbeği düşünce kırkı tane taş sayıp taşları çocuğu
yıkayacakları suya atarlar. Bebeği yıkarlar.
* Bebek yaşamıyorsa yedi yaşına kadar yedi kapıdan istenilen
elbiselerle giydirilir. Eğer bebek erkekse saçı yedi yaşına kadar uzatılır.
Kesilirken de kurban kanı akıtılır.
* Adana ve çevresinde doğacak çocuğun yaşaması için yedi
Mehmet evinden para toplama uygulamasına rastlanmaktadır (Başçetinçelik, 1998
).
* Adana’da Bulgur, soğan, ciğer gibi yiyeceklerin anne
sütünü çoğaltacağına inanılır. Anadolu’nun değişik yörelerinde anne sütünün
çoğalması için çeşitli şekillerde uygulanan büyüsel pratiğe burada; otlamaya
giden ineğin ağzına soğan verilmesi, çobanın avucuna kavurga verilmesi
biçiminde rastlanıyor (Başçetinçelik, 1998 ).
EVLENME ADETLERİ, İNANIŞLARI VE BUNLARA BAĞLI
PRATİKLER (K.12,K.1, K.13,K.15, K.16)
Kuşak Kuşatma
Kuşak bağlama âdeti gelinin yakınları tarafından
bağlanır ve bekâreti temsil eder. Düğün günü gelinin erkek kardeşi yoksa dayısı
veya amcası “gelin kuşağı” adı verilen kırmızı ipek şeridi, gelinin beline üç
defa çözerek bağlar. Bu davranışla gelinin gideceği yere bolluk, bereket ve
uğur getireceğine inanılır.
Eski Türk inançlarında alplerin, kamların kuşandıkları kuşak
ile, kutsiyet ifade eden üç sayısının birleştiği görülür. Kuşak kuşama,
İslâmiyet’in kabulüyle çeşitli tarikatlarda ve Ahilik teşkilatında varlığını
sürdürmektedir.
Gelin Başı Salavatlama
Çeyizden sonraki gün yenge, kız evine gelir. Akşam kına
eğlentisi düzenlenir. Kınada davetliler oynar, eğlenir, sonra da kına yakılır.
Eğlence bittikten sonra gelinin başı salavatlanır ve başında kelle şekeri
kırılır. Şekerin bir kısmı ayrılır, düğün günü gelinle damat eve gittiğinde
şerbet yapılıp içirilir. Eskiden kaynana, gelinin sözünü tutması için şerbete
tükürürmüş.
Tarsus’ta oğlan evinden iki tepsi öteberi hazırlanır. Köyün
erkekleri bu tepsileri alır, gezdirerek kız evine getirir. Bu eşyalar kız evine
bırakılır. Köy halkı kız evinde toplanır. Gelin ortaya getirilir, davul
çalınır, oynanır. Gelin bacı (Köyün ileri gelen, hali vakti yerinde, dul
olmayan kadını) gelir, gelinin başında el demiriyle kelle şekeri kırar. Kınaya
gelenler başlarının ağrımaması için bu şekerden yerler. Şekerin baş kısmı
oğlanın annesine ya da kız kardeşine verilir. İlk gece gelinle damada bu şekerden
şerbet yapılıp içirilir. Gelinin başına altın veya para atılı.r Akşam komşular
gelir, gelin ortaya alınır, kına yakılır. Kına özendikten sonra gelinin eline
biraz konur. Bu kına salavatlanır ve damada gönderilir. Damat bu kınayı serçe
parmağına yakar (Dalgıntekin, 1995).
Adana’da duvak günü, kimi yörelerde çeşitli büyüsel pratikler de
uygulanmaktadır. Bunların bazılarında gelin kıbleye doğru dönerek bir yastığa
diz çöküp dua etmektedir. Yastığın etrafında üç kez döndürülmekte, ardından yastığın
üzerine diz çöktürülmektedir. Ortaya konan yastığın üzerinden atlatılmakta ve
dilekte bulunması istenmektedir. Ayrıca beraberinde getirdiği tuz ve şekeri,
mevlitte ortaya konan okunmuş tuz ve şekerle karıştırmaktadır. Tuz ve şekerin
üstünde durduğu sehpayı üç kez salavatla kaldırarak dilekte bulunmaktadır.
Yapılan bu pratiklerde amaç, gelinin yeni geldiği bu evde ağzının tatlı,
geçiminin iyi, çocuklarının sağlıklı olmasıdır. Yastığın obje olarak
kullanılması, evlilik için toplumumuzda sıkça kullanılan “bir yastıkta kocama”
sözünün bir yansımasıdır. Bu pratikle çiftlerin aynı yastığa yıllarca baş
koymaları istenmektedir (Başçetinçelik,
1998).
Testi Kırma
Tarsus’ta gelin, oğlan evine gidince eline bir ibrik
su verilir. Su yere döktürülür ya da gelin eve girerken atılarak kırılır. Bunun
sebebi suyun aydınlığın sembolü olmasıdır. Yere dökülen suyun evlilere huzur ve
mutluluk getireceğine inanılır. (Dalgıntekin, 1995). Testiye ceviz koyma eski
Türklerdeki “saçı” karşılığıdır. Bu hareket bir çeşit hayır duası almaya,
birilerini sevindirmeye yöneliktir. Aladağ’da üzüm, şeker, buğday, para gibi
şeylerin gelinin başına saçı olarak serpildiği görülmektedir.
Feke’de gelin eve girerken yapılan bardak kırma ve kapıya
yağ-bal sürme âdeti ise gelinin ileride uğurlu, tatlı dilli ve evine bağlı bir
kadın olması dileğini sembolize eden bir uygulamadır. Ayrıca damat ve gelinin
üzerine serpilen arpa ve şeker ailenin bereketli olmasını sağlamak amacıyla
yapılan bir işlemdir (Karakaş, 2005 ).
Kilit Açma
Adana’da belli bir yaşa geldiği halde evlenemeyen kızların
kısmetlerini açmak için çeşitli yollara başvurulur. Bunların başında kilit açma
gelir. Kilit açma eylemi, cuma günü camiden ilk çıkan kişiye yaptırılmaktadır.
Kilit kızın başının üstünde açtırılmaktadır. Kimi zaman kilit perşembe akşamı
bir delikanlıya kapattırılmakta kimi zaman da camiye giren kişiye kilit
verilmekte; bu kişi girerken kilitlediği kilidi, camiden çıktıktan sonra
dualarla açmaktadır. Kilidin kapalılığı ile kısmetin kapalılığı arasında ilişki
kurulmakta ve kilidin açılmasıyla kısmetin de açılacağına inanılmaktadır.
Benzetme ögesinin kullanıldığı bu büyüsel pratiğe dini motifler de eklenerek
işlemin dinsel güçlerle donatılması sağlanmıştır. İşlem, Müslümanlar için
kutsal sayılan cuma günü yapılmakta ve halk arasında kutlu kabul edilen sayı
üçle, 3 cuma tekrarlanmaktadır. Kısmet açma için kızın elbisesinden yırtılan
parçalar dilek ağacına bağlanır. Ağaçlara çaput bağlama pratiği İslâmiyet
öncesi Türk topluluklarında da görülen kansız kurban sunma pratiklerindendir
(Başçetinçelik, 1998).
Yörede uygulanan kilit açtırma âdeti, benzetmeye dayalı
büyüsel bir işlem olarak değerlendirilebilir. Kısmetin kapalılığı, kilidin
kapalılığına benzetildiğinden kilidin açılması yoluyla kısmetin de açılacağına
inanılır (Karakaş, 2005 ).
Saçı Saçma
Anadolu’nun hemen her yerinde olduğu gibi Adana ve çevresindeki geleneksel
düğünlerde de gelin oğlan evine geldiği zaman başından, buğday-arpa, kuru üzüm,
şeker ve bozuk para atılmaktadır. Serpilen buğday, para ve arpa ile gelinin
yeni evine bereket getirmesi, kısmetinin bol olması, çocuklarının olması; üzüm
ve şeker ile gelinin yeni evinde ağız tadının iyi olması; para ile de gelin ve
damadın zengin olmaları amaçlanır. Bu saçıyı; çoğu kez kayınvalide ya da aile
büyüğü bir kadın, gelinin arabası üstüne ya da indikten sonra başı üzerine
serper (Başçetinçelik, 1998).
Levirat
Önceleri İslâmiyet’in uygulamasında olmayan bazı âdet ve
inanmaların İslâm tarafından da onaylandığını söyleyebilir ve levirat âdetini
buna örnek olarak verebiliriz. İslâmiyet’in üvey annelerle evlenmeyi yasaklayıp
kadınların ölen eşlerinin kardeşleriyle evlenmesini emretmesinden sonra levirat
âdeti bu yönde uygulanmaya başlamıştır.
Tozak
Güneyde Türkmenlerin kız ve gelinleri, tavuk tüylerini
boyayarak başlarına takarlar, onun ismine “tozak” denir. Tozak takılırken şu
mani söylenir:
Yel vurur kozak oynar
Başında tozak oynar
Ben yarimi ne yaptım ki
O benden uzak oynar
Bu tozak, köy kadınları tarafından saatlerce hazırlanarak
yapılır. Bu tozağı takan kızların kısmetinin açılacağına, tozağı takan
gelinlere ise uğur getireceğine inanılır (Yalgın, 1997: 143).
Diğer Düğün Adet ve İnanmaları
(K.15,K.16,K.17,K33,K.34,K.35)
* Ekmek ve buğday bereket demektir. Yörük düğünlerinde
kaynana, gelinin üstünde ekmek böler, bu üç defa, gelin bereketli olsun diye
yapılır. Sonra Kur’an-ı Kerim gösterilir (Cin, 2004).
* Düğünde geline su gibi aydın, uğurlu olsun diye su ceresi
kırdırılır. Gelin evinde tatlı olsun diye su ceresinin içine şeker katılır(Cin,
2004).
* Gelinin başında, uğurlu tatlı dilli olsun diyerek şeker
kırıp pekmez gezdirirler(Cin, 2004).
* Gelin babasının evinden giderken arkasından kovayla su
serpilir. Amaç gelinin babasının evinden soğuyup gittiği yere alışmasını
sağlamaktır.
* Gelin, oğlan evine geldiğinde, arabada ya da herhangi bir
binek hayvanı üzerindeyken gelinin ilk çocuğunun erkek olması dileğiyle
kucağına erkek çocuk verilir.
* Gelinin üzerine saçı olarak buğday, arpa vb. gibi tahıl
atılır. Bundan amaç gittiği yere bereket götürmesini sağlamaktır.
* Gelin, damadın evine girmeden önce kayınbaba ve kaynana
kapının iki tarafında durarak ellerini yukarıda birleştirirler. Amaç ana
babanın sözünden çıkmasını önlemektir.
* Gelinin kucağına çocuk verilir. Gelin de çocuğa mendil,
şapka, çorap verir. Geline pamuk ipliği kırdırılır. Bundan amaç gelinin huyunun
kırılmasıdır.Yeşil bir yaprağa yağ ve bal sürülür, gelin bunu kapıya
yapıştırır.
* Düğün ve önemli olaylarda toy adı verilen toplu ziyafet.
* Genç kızların, gelin kınasından uğur amacıyla bir parça
saklamaları.
* Geline hayırlı uğurlu olması için saçı saçma.
* Gelin başlığına tavuk tüyü takma.
* Gelin başlığı olarak kartal tüylerinden yapılmış kepezin
kullanılması.
* Gelinin iyi huylu olması için iplik kırma.
* Düğünde düğün evine bayrak asma.
* Düğüne konuk olarak gelen obaların bayraklarıyla
gelmeleri.
* Gelin alayının mezarlık çevresinde döndürülmesi.
* Yeni gelin aileye huzursuzluk getirmesin diye ayağının
altı hafifçe yakılır.
* Gelin eve gelmeden önce kapıya bir ip bağlanır ve yağ
hazırlanır. Gelin eve girerken ipi kırar, yağı kapıya sürer, su koydukları kabı
devirir ve içeri girerler.
* Kısırlık olmasın diye gerdek gecesi gelin ve damada yumurta
yedirirler
ÖLÜM ADETLERİ, İNANIŞLARI VE BUNLARA BAĞLI PRATİKLER
(Yalman, 1977:258-268) , (K.5, K.28, K.10,K.28, K.30,K.31, K.32)
Ölüm olayı gerçekleştikten sonra yeni bir ölümün olmaması
için, ölünün yattığı yere taş konması; taşın ağırlığının ölümü alması, yok
etmesi için, işi biten kazanın ters çevrilmesi; kazanın yeni bir ölümde
kurulmasını önlemek için, cenaze geçerken ve yıkanırken çoluk çocuğun bile
uyandırılması; uyuyanların, özellikle daha korumasız olan çocukların ölü
baskınına uğramamaları için, ölünün yıkanacağı suyun evden kullanılmayıp
dışardan getirilmesi; ölümün evdeki diğer bireylere bulaşmasını önlemek için,
cenazeden sonra evde “üzerlik”, “buhur” tüttürülmesi; evin süpürülmesi; evde
dolaşan ölüm ruhunu ve diğer kötü ruhları uzaklaştırmak için, cenaze evden
çıkarılırken arkasından oklava ya da bıçak gibi şeyler atılması, haftanın ilk
günü ölen cenazenin yıkanırken üstünde oklava kırılması; evden çıkan ölünün arkasının
kesilmesi, devamının olmaması için, cenaze evinden geldikten sonra el yüz
yıkanması; ölümün bulaşmaması için uygulanan davranışlardandır
(Başçetinçelik,1998).
Toplumumuzun her kesiminde ölümün belirli günlerinde
uygulanan pratikler, İslamiyet öncesi Türk toplumlarında da uygulanan adet ve
inanmalardandır. Her dönemde Türk topluluklarında ölünün gömüldüğü gün eve
dönüşte , kurbanlar kesilip yemekler yenmiş ve bu toplu yemek yeme özellikle
3., 7., 20. ve 40. günde bütün köy ve oba halkının katılımıyla ölenin ruhu için
tekrarlanmıştır. Özellikle ölümün yıl dönümünde yapılan törenlere büyük önem
verilmiştir. İslamiyet’ten sonra, İslami çevrelerin ölünün ruhu için yemek yeme
pratiğini hoş görmemelerine ve karşı çıkmalarına rağmen, belirli günlerde yenen
bu yemekler İslami motiflerle de renklenerek ölünün ruhu için okunan dua,
Kur’an ve mevlitlerle yüz yıllardır Müslüman Türk topluluklarında
uygulanagelmiştir (Başçetinçelik,1998).
Ölen kişinin eşyaları yıkanarak ve temizlenerek ölümden arındırılmakta ve
başkalarına verilerek de ölüm evden dışarıya çıkarılmaktadır. Ölünün bıraktığı
eşyalarıyla, geride kalanları tedirgin edeceği korkusu, uygulanan pratiklere
egemen olmaktadır. Yine de bu amaçla, ölenin gözünün arkada kalmaması için,
ölenin en yeni giysisi tabutun üstüne konulmaktadır. Ölenin eşyalarıyla ilgili
bu uygulamalarda İslamiyet öncesi Türk topluluklarında görülen, ölenin öte
dünyada da ihtiyacı olacağı düşüncesiyle; ölünün giysileriyle ve eşyalarıyla
gömülmesi pratiğinin izlerini görmek mümkündür (Başçetinçelik,1998).
Eski Türklerden günümüze kadar Türk toplumları için mezarlar
ve mezarlıklar kutsal yerler olarak kabul edilmiş, sık sık ziyaret edildiğinde
ölülerin mutlu olacağına inanılmıştır. “Atalar kültü” eskiden olduğu gibi bugün
de işlevini sürdürmektedir.
Feke’de yıkama ve kefenleme İslami usullere göre
yapılmaktadır. Ölünün yıkanması, abdest aldırılması, kefenlenmesi bu esaslara
göre yapılan uygulamalardır. Bunların yanında ölünün yıkandığı suyun
kaynatıldığı kazanın ters çevrilmesi ise büyüsel bir işlem olarak
değerlendirilebilir. Kazanın ters çevrilmesiyle ölümün kazanın altında kalması
ve oradan uzak olması sağlanmaya çalışılmaktadır (Karakaş, 2005 ).
Feke’de ölü evinde gördüğümüz âdetler bize eski Türklerde
görülen mezardan dönenlerin ölünün çıktığı eve gelip topluca yemek yemelerini
ve içki içmelerini hatırlatmaktadır. İslâmî gelenek içinde içki yasak olduğu
için içki içme âdeti kaybolmuş; fakat topluca yemek yeme âdeti devam
etmektedir. Bu da bize eski kültür izlerinin İslâmiyet’e rağmen bugün hâlâ
varlığını devam ettiğini göstermektedir (Karakaş, 2005 ).
Feke’de ölen kişinin eşyalarının yıkanıp ihtiyaç sahiplerine
verilmesi dini bir işlem gibi görünmesine karşın bu işlem, ölümün arıtılıp
evden uzaklaştırılması ve ölünün tekrar geri gelebileceği inancına dayalı
büyüsel bir işlem olarak değerlendirebiliriz. Ölenin yakınları, devir ile ölen
yakınlarının dünyada yerine getiremediği İslâmî emirleri yerine getirmeye
çalışırlar. Böylece geride kalanlar ölenin diğer dünyadaki durumunu kolaylaştırdıklarına
ve rahat olmasını sağladıklarına inanırlar (Karakaş, 2005 ).
Aladağ ve çevresinde, ölünün ardından bir dizi âdet ve
inanma uygulanır. Dinsel yönü ağır basan bu uygulamalarda, büyüsel pratikler de
görülür. Rüyaların, birtakım nesnelerin ve hayvanların ölümü çağırdığı
düşünülür. Ölümü uzaklaştırmak için çeşitli davranışlarda bulunulur. Cenaze
çıktıktan sonra kötü ruhları evden uzaklaştırmak için tütsü yapılır (Yılmaz,
2005 ).
Eski Türklerden günümüze gelen bir inanışla, ölünün
gömüldüğü gün, mezardan dönenlerin ölü evinde yemek yeme geleneğine Aladağ’da
da rastlıyoruz (Yılmaz, 2005 ).
Aladağ’da ölünün evinin kapısı yedi gün hiç kapanmamakta, gelen gidenler
olmaktadır. Bu arada, kişinin öldüğü odada “yedi gün” ışık yakılmaktadır
(Yılmaz, 2005 ).
Aladağ’da ölenin giysilerinin başkalarına verilmesinde
“hayır” amacı güdülse de bu davranışın kökeninde, ölümün insan psikolojisi
üzerinde yarattığı korku ile ölümün evden uzaklaştırılması bulunmaktadır
(Yılmaz, 2005 ).
Mezartaşı- Ölüm
Bu adet eski Türk ve Orta Asya, Mezopotamya kültürlerinden
kalmadır. Arap -İslam ülkelerinde mezar taşına rastlanmaz. Mezarlara taş
dikilmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da vardır. Ruhun ölmezliğine
inanıldığı için “ölüm” kelimesi yerine “dünya değiştirdi”, “göçtü”, “don
değiştirdi”, “hakka yürüdü” gibi terimler kullanılır.
Mezar saçısı
Eski Türkler, olağanüstü güçlere sahip olduğuna inanılan iye
ve ruhları memnun etmek, onların yardımını ve rızasını kazanmak amacıyla
yiyecek-içecek dağıtırlardı. Bunlara “saçı” adı verilmiştir. Saçılar öz
itibariyle “kansız kurban” niteliğindedir. İşte mezarların üstüne serpilen
arpa, buğday, bulgur gibi yiyecekler de iyeleri memnun etmek amacını taşır.
Kansız kurbanlar sayesinde kara iyeleri memnun ederek mezardan uzaklaştırmak ya
da ak iyelerin yardımını kazanmak amacının güdüldüğü söylenebilir. Mezar
üzerine arpa ya da buğday serpilmesindeki amaç; mezar başına gelen hayvanların
bunları yemesi ve ölüye sevap kazandırmasıdır.
Ölüye Kına Yakma
Taşeli yöresinde yaşlı hastalar ölmeden önce el ve
ayaklarına kına yakılarak süsleme, ölüye kına yakma, ölüye sürme çekme ve
başına çiçek takma işlemleri uygulama eski inanç kalıntılarıdır. Ölen
kişi iyi bir insan ise çiçeğin çürümeyeceğine inanılır (Dalgıntekin, 1995).
Ölü Evinde Işık
Çukurova’da ölünün yıkandığı yerde ışık yakılır. Eski
Türklerden beri bu âdet değişik şekillerde kendini göstermektedir. Türk
inançlarına göre, ölü evine kırk gün süre ile girmeye çalışan ruhlar
bulunmaktadır. Ölüm ruhlarından korunmak için ölü evinde kırk gün ışık yakılır.
Kırgız-Kazaklarda ölünün ruhu için ölü evinde her gün bir tane mum yakılır ve
bu kırk gün devam eder. Bu inanç Göktürklerde, Bulgaristan ve Azerbaycan
Türklerinde, Ağrı, Van ve Erzurum’da da görülmektedir. Türk inançlarına göre,
ölü evine kırk gün süre ile girmeye çalışan ruhlar bulunmaktadır. Ölüm
ruhlarından korunmak için ölü evinde kırk gün ışık yakılır.
Ölü Kazanını Ters Çevirme
Çukurova’da ölünün yıkanmasından sonra ölü suyunun
kaynatıldığı kazan ters çevrilip üzerine su konur. Kazanın ters çevrilmesinin
sebebi; bir daha suyun ısınmaması, yani bir daha o ailede ölüm olayının
yaşanmasının istenmeyişidir. Kazanı kuran ve kaldıran kişinin aynı kişi olması
gerekmektedir. Kazan ters çevrildikten sonra üstüne su konmasının sebebi; ölen
kişinin ruhunun eve geldiğinde bu sudan içmesini sağlamaktır. Çukurova’da
kazan ters çevrildikten sonra içine bir de mum yakılır. Cenaze
suyunun kaynatıldığı kazanın ateşi söndürülmez (Dalgıntekin, 1995).
Günlük Tüttürme
Aladağ’da cenazenin kefenlenmesi sırasında bir kaba yakılan
ateşten alınan biraz köz konur ve üstüne de günlük serpilir. Bu, ölünün
çevresinde gezdirilir. Günlükten çıkan koku kefene ve cenazeye tüttürülür. Buna
“günlük tüttürme” denir. Bu, ölünün güzel kokması, öbür dünyaya temiz gitmesi
ve öbür dünyada yerinin de kokusu gibi güzel olması için yapılır (Yılmaz, 2005
).
Murt Dalı
Tarsus’ta bazı köylerde ölünün yıkanacağı suya murt dalı
atılır; çünkü murt dalı kutsal sayılır. Hz. Muhammed murt dalının kutsal olduğunu
söylemiştir. Tüm bitkiler sabaha kadar kırk defa silkinirken murt dalı, yaz kış
namaz kılarak Allah’ı zikreder. İşte bu nedenle dört mevsim yeşil kalır
(Dalgıntekin, 1995).
Ölü Aşı
Tarsus’ta cenazenin kalktığı yere, bir tabak un, bir
soğan ve bir kaşık yağ ilave edilerek konur, sonra da bir fakire verilir.
Yörede pek nadir rastlanan bu âdetin amacı; kişinin eceliyle öldüğünü
belirtmektir. Bu pratiğin uygulanmasında kötü iyeleri memnun etmek için ikramda
bulunma, kötü iyelerin kötülüklerini uzaklaştırma gibi bir amacın olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla eski inanç sistemleriyle bağlantı kurabiliriz
(Dalgıntekin, 1995).
Ölü Evini Temizleme
Tarsus’ta ölümle ilgili bir inanışa göre,
Azrail can alacağı zaman evde bulunur. Ölen kişi kötüyse Azrail can alırken
balta, bıçak gibi kesici aletler kullanır. Bu esnada, kanlar etrafa sıçrar.
İşte bu sebeple cenaze kaldırılınca evin sergisi de kaldırılır ve iyice
yıkanır. Altay Türklerinde de ölüm olayından dolayı kirlendiği kabul edilen ev,
özel olarak davet edilen kamlara temizletilirdi (Dalgıntekin, 1995).
Şişe Kırma
Kefenin üzerine zemzem suyu ve koku sürüldükten sonra
bunların içinde bulunduğu şişe yere atılarak kırılır. Bunun sebebi; bir daha
ölüm olayının gerçekleşmesini istememedir.
Mezarlık Adetleri
* Tarsus’ta mezar üzerine dikilen bitkilerin hem
mezarın kaybolmasını önlediği hem de sallandıkça ölünün günahlarının
döküldüğüne inanılır (Dalgıntekin, 1995).
* Mezarın başına kırmızı bayrak takılır.
Ölü Ardı Yemek Verme
Ölünün arkasından kırkıncı gün yemek yapılır, elli ikinci
gün lokma dökülür. Tarsus’ta yas törenlerinin başında ölünün ruhu için verilen
yemekler gelir. Ölünün 7-40 ve 52. günlerinde tanıdıklara yemek verilir ya da
ölünün ruhuna Kur’an-ı Kerim okutulur. Eski Türklerde de cenaze törenlerinde at
yarışları düzenlenir, ölü aşı denen ziyafetler verilirdi. Ölünün 7-40 ve 52.
günlerinde yapılan yemekler aslında İslâmi kurallardan değildir.
İslâmiyet’e göre bu yemekleri yapma zorunluluğu yoktur; ama zamanla 7-40 ve 52
gibi formülistik sayılara zamanla İslâmiyet’e girerek İslâmi renge bürünmüş,
halk tarafından kabul görmüştür. Böylece İslâmiyet’in aslında olmayan bir
pratik İslâmi nitelik kazanmıştır (Dalgıntekin, 1995).
İslamiyet öncesi adet ve inanmalarda görüldüğü gibi, ölünün
ruhuna yemek verilmesi ya da öte dünyada da tıpkı bu dünyada olduğu gibi yemek
yediği düşüncesi, günümüz toplumunda da görülür.
Mezar Ziyareti
Bulgar Dağı Yörüklerinde gelin alayı doğru obanın
mezarlığına gelir. Topluca mezarlığın etrafında bir defa dönülür.
Kefen Adetleri
Kefen bıçakla kesilir ve elle dikilir. Dikilirken ipin
başına ve sonuna düğüm atılmaz. Düğüm atıldığı takdirde öteki dünyada
görüşülemeyeceğine inanılır.
Kazma Kürek Takırtısı
Cenaze evinde ölü gömüldükten sonra bir ziyafet verilir.
Buna “kazma kürek takırtısı” denir. Türkmenler, genç ölmüş bir adamı gömdükten
sonra, onun atını süslerler ve ölünün üstünden çıkan elbiseyi bir ağaca
giydirirler. Köyün kadınları donatılmış bu at ve giydirilmiş ağacın karşısına
geçerek ağıtlar okuyup ağlarlar (Cin, 2004).
Eski Türklerden günümüze kadar gelen bir gelenekle, ölünün
gömüldüğü gün, mezardan dönenlerin ölü evinde yemek yeme pratiğine Adana ve
çevresinde de rastlıyoruz. “Kazma-kürek” yemeği veya “kazma takırtısı” adı
verilen bu yemek toplu şekilde “ölünün ruhu için” yenilmektedir
(Başçetinçelik,1998).
Diğer Ölüm Adet ve İnanmaları (K.18,K.19,K.20,K.21)
* Ölünün canı için yedi gün çörek dağıtılır. Helva dökülür.
* Ölü çıkan eve ertesi gün ekmek ve yemek göndermek adettir.
* Cenaze suyunun alındığı su kabının (kevki) ağzı bıçakla
açılmaz taşla kırılır.
* Ölüm âdetlerinde gece ateş yakılması.
* Ölüm sonrası toplu yemek.
* Cenaze ateşinin söndürülmemesi.
İNANIŞLAR İNANMALAR VE BUNLARA BAĞLI
PRATİKLER (K.18,K.19,K.20,K.23,K.24, K.25,K.26)
Nazar
Nazar çok yaygın bir inançtır. Bazı insanların olağandışı
özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere
rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için
“nazar boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar eski Türk
inançlarındandır.
Nazara çok inanılır. Bazılarının ışıklı bir göze sahip
olduğuna, bu insanların kötü bir niyetle baktıklarında nazar değdiğine
inanılır. Özellikle nazar değmesin diye karaçalı, dardağan, kördikenden süs
yapılarak mavi boncukla birlikte hayvanların boynuna takılır. Ayrıca deve
boncuğu ve gök boncuk, hayvanlara ve çocuklara takılır. Nazar için üzerlik otu
ateşe atılıp yakılarak insanlara ve hayvanlara koklatılır. Nazar için kurşun
dökülür, tuz yakılır ve nazar değdiğine inanılan kişilerin üzerlerinden
çevrilir. Nazara karşı karaçalı taşınır. Nazar değmesin diye evlere hayvan
iskeleti asılır.
Feke’de nazara büyük ölçüde inanılması konusunda,
nazarın çeşitli hadislerde ve ayetlerde yer aldığına işaret etmek gerekir.
Nazar İslâmiyet kaynaklı olmasına rağmen nazara karşı yapılan uygulamalar büyük
ölçüde dini gelenek içerisinde yer almayan büyüsel uygulamalardır (Karakaş,
2005 ).
* Yörükler nazara inanırlar. Nazar değmesin diye gök renkli
boncuk taşırlar ya da kara çalıyı iç çamaşırlarına takarlar.
* Nazar değmesin diye üzerlik otunun tohumu yakılır.
Tütsünün altına girilir.
Urasa- Sanaka
Hastalıklar, nazar için yapılan tılsımlarla kurşun dökme,
kömür söndürme, mum dökme ve üzerlik yakma gibi kocakarı tedavilerine “urasa”
denir. Güney yurtta sayılamayacak kadar çok urasa vardır. Urasa grubuna giren
halk inançlarından bazıları şunlardır: Dolu yağarken sokağa bir demir parçası
atılması, sarılığa yakalanan kişinin yüzüne habersizken tükürülmesi, gebe
kadının bir taş alıp meyve vermeyen bir ağacın dibine yerleştirmesi. Urasalarda
Türkçe olarak okunan temenni ve duaların ismine “sanaka” derler. “Elemtere fiş,
kem gözlere şiş” gibi. Parpı: Bir aletle çizgiler ve dağlamalar gibi insan ve
hayvan vücuduna ameliyat yapmanın adıdır. Uğur dövmeleri yapmak, dalak kesmek
gibi (Yalgın, 1993: 509).
Tuz Ekmek Hakkı
Başı ağrıyan kişinin başının etrafında tuz veya ekmek
gezdirilir, ateşe atılır. Bu uygulama ateşe atılan tuz ve ekmek ocak iyesine verilen
bir saçıdır. “Tuz ekmek hakkı”nın Türk halk inançlarında önemli bir yeri vardır
(Yalgın, 1997: 62).
Ateş
Aladağ Yörüklerinde ocakta ateş yanarken (hıss) diye bir ses
çıkarsa ev halkının iyilikle yad edildiği, bereket temenni edildiğine inanılır.
Bu inanç ocak iyesi ile kurulan iletişim ve onun mutlu edilmesine verilen önemi
göstermektedir (Kalafat, 1994: 184).
Ateşe hürmet çoktur. Ateş için şöyle dua etmek Türkmen
adetlerindendir. “Ey Allah bizi nurdan, nardan ayırma. (Cin, 2004).
Ocak
Yörede ocaklı olarak adlandırılan kişiler bize İslâmiyet
öncesindeki şamanları hatırlatmaktadır. Eski Türklerde şamanların hastalıkları
sağaltma güçleri olduğuna inanılırdı. Şamanlar bu güçlerini genellikle büyüsel
işlemler ile kullanırlardı. Ocaklı kişiler geçmişte şamanların yerine getirdiği
sağaltma işlevini yerine getirmektedir. Muska yazma ve okuma türünden işlemler
de İslâmî motifleri simgelemektedir (Karakaş, 2005 ).
Yörüklerde ocak inanışı vardır. Kızıldere’de bir ocak
varmış. Zehirli yılan soktuğunda gidilirmiş. Ocaklık elle devredilir. Büyüye,
tılsıma inanılmaz; fakat ocağa gidilir. Bazı hastalıkların yalnızca yatırlara,
ocaklara gidince iyileştiğine inanılır. “Kızıl Yörük” ve “Yılancık” diye
bilinen ayakta veya kolda görülen bir hastalıkta mutlaka ocağa gidilir.
Bu olay Perşembe günleri yapılır. Dua ile efsunlanmış bıçak batırılarak
kan akıtırak hastalığın kaybolacağına inanılır (Cin, 2004).
Aladağ’da ocaklı olarak adlandırılan kişiler bize
İslamiyet öncesindeki Şamanları hatırlatmaktadır. Eski Türklerde Şamanların
hastalıkları sağaltma güçleri olduğuna inanılırdı. Şamanlar bu güçlerini
genellikle büyüsel işlemler ile kullanırlardı. Ocaklı kişiler geçmişte
Şamanların yerine getirdiği sağaltma görevini üstlenmektedirler. Muska yazma ve
okuma türünden işlemler de İslami motifleri simgelemektedir (Yılmaz, 2005 ).
Safer Ayı
Türkmenlerde bir yılın son sayısı altı olursa o sene uğursuz
kabul edilir. 12 Arabi ayının 11’i hayırlı ve uğurludur. Yalnız bu aylardan
“safer” ayı uğursuz bir ay sayılır. Bu ayda kurban veya tavuk boğazlamak
adettir. Hatta safer ayında her aile reisi, “safer geldi, iğnenize sahip olun”
diye uyarır. Bu ayda insanın evinden bir şey kaybolursa veya bir şey gereksiz
yere harcanırsa veya bir kaza meydana gelirse o yedi sene uğuru dönmez diye bir
inanç vardır (Yalgın, 1997: 60).
Tahtaya Vurma
İstenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya üç kere vurulması
kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski
bir inanıştır.
Ateşin Günahlardan Arındırması
Ateşin üzerinden atlayarak günahların dökülmesi inancı ateş
kültüne dayanmaktadır.
Tütsüleme – Üzerlik Tüttürme
Tütsüleme, üzerlik tüttürme eski Türklerdeki ateşin
temizleyicilik ve koruyuculuk işlevine günümüzde de inanılmaktadır. Tütsüleme
inancı, üzerlik tüttürme âdeti Tarsus’ta olduğu gibi Harput, Eskişehir, Doğu
Anadolu ve Güney Azerbaycan’da da vardır (Cin, 2004
)
Saçı Saçma
Anadolu’nun hemen her yerinde olduğu gibi Adana ve çevresindeki geleneksel
düğünlerde de gelin oğlan evine geldiği zaman başından, buğday-arpa, kuru üzüm,
şeker ve bozuk para atılmaktadır. Serpilen buğday, para ve arpa ile gelinin
yeni evine bereket getirmesi, kısmetinin bol olması, çocuklarının olması; üzüm
ve şeker ile gelinin yeni evinde ağız tadının iyi olması; para ile de gelin ve
damadın zengin olmaları amaçlanır. Bu saçıyı; çoğu kez kayınvalide ya da aile
büyüğü bir kadın, gelinin arabası üstüne ya da indikten sonra başı üzerine serper
(Başçetinçelik, 1998).
Güneş ve Ayı Kutsama
Anadolu’da güneşin ve ayın ilk görülmesi sırasında, ya
da ay hilalken niyaz eder, dua eder, kutsarlar. Bunlar İslamda yoktur. Eski
Türk inancı olan Göktanrı (Kök-tengri) inancından kaynaklanmaktadır. Akarsuların,
kaynakların, göllerin, bazı ağaçların kutsal sayılması onların kesilmemesi doğa
inançlarından kalmadır.
Kümbetler
Kümbetler göçebe kültürü olan “çadır’ın mimariye
taşınmasıdır. Gök-tanrı inancında gök kubbelerdir. Kubbelerin gökyüzünü andıran
kısmı mavi olur.
Eşiğin Kutsallığı
Kapıdan içeri girilirken eşiğe basılmaması eski Türk
inançlarından kalma bir inanıştır. Eşik saygın ve kutsaldır. Din
büyüklerinin yattığı yatırlar ziyaret edilirken eşikleri niyaz edilir, o
kapıdan şefaat beklenir. Anadolu’da evlenip yeni evine giren gelin, yeni evine
(yeni hayata) girerken evin eşiğini niyaz eder.
Hayvan Desenleri
Şamanın yılan, akrep, çiyan, kunduz v. s. yabani -
zararlı hayvan şekilleri çizerek onları kaçıracağına inanılırdı. Türkmen
köylerinde dokunan halı, kilim üzerindeki akrep, yılan, kırkayak gibi
hayvan resimlerinin zararlı olan resimdeki hayvanları kaçıracaklarına
inanılır.
Mum Yakma
Mum yakılması ve ateş yakılması eski Türk
inançlarındandır. Bunun kökeni ateşin kutsal sayıldığı döneme dayanır. Ateşe,
suya, taşa, türbeye dua edilmesi buralardan medet umulması eski inançlardan
kalmadır. Anadolu’da yatır, türbe, dergah, kutsal taşlar, mezar v. b.
ziyaretlere gidilir.
Dolu Kesme
Doluyu dindirmek için bir anne, ilk çocuğunun eline en büyük
dolu parçasını verir, “Anamın ilkiyim, dağda gezen tilkiyim” dedirttikten sonra
bıçakla dolu parçasını kestirir. Doluyu dindirmek için havaya bir demir parçası
atılır.
Kurşun Dökme
Bir kimse çok fazla hasta değilse kurşun dökme yöntemine
başvurulur.
Bez, Çaput Bağlama
Anadolu’da yatırlara, bazı ağaçlara ve kutsal sayılan
yerlere bez veya çaput bağlamak, bu yolla adakta bulunmak inancı
sürmektedir. Bu inançların kökeni eski Türklerin çaput bağlanması
yoluyla dilek dileyerek adak adaması kansız kurban sayılan inançlarına dayanır.
Kutsal yerlerdeki ağaçlara bez bağlama âdeti, geniş
bölgelere yayılmış çok eski bir inanıştır. Eski Türklerde nasıl yerle göğü
birleştiren bir kazık, bir direk veya kutsal ve efsanevi bir ağaç varsa,
örneğin Başkurt Türklerinde de her kabilenin, orman içinde kutsal bir ağacı
vardı. O ağacın üzerinde de aynı kabilenin tözü sayılan bir kuş tünerdi.
(Dalgıntekin, 1995).
Tarsus yöresinde Kaplan Dede, Arıklı, Yedi Kardeşler ve
Eshab-ı Kehf çocuğu olmayan kadınların ziyaret ettiği ziyaret ve türbelerdir.
Kadınlar buralarda dua ederek bu insanların yüzü suyu hürmetine Allah’tan bir
çocukları olmasını dilerler. Bu duaların yanı sıra yatır ya da yanındaki
ağaçlara bez bağlandığı da olur. (Dalgıntekin, 1995).
Dinsel nitelikte olanlar içerisinde kutsal sayılan yerleri
ziyaret etme, oraların suyundan içme, toprağını elleme, türbelerine, ağaçlarına
bez bağlama, kurban kesme başta gelen davranış biçimleridir (Cin, 2004).
Yatırlara Ziyaretlere Gidip Dilek Dileme Adak Adama (K.1,
K.4, K.8, K.10, K.28, K.36, K.22, K.32, K.23)
Feke’de yatır ve ziyaretler halk tarafından kutsal olarak
görülmekte ve bunlardan yardım umulmaktadır. Yöredeki ziyaretler genellikle
tepelik yerlerde karşımıza çıkmaktadır. Bu yerlerin tepelerde yani yüksek
yerlerde olmaları, oralarda yatan kişilere duyulan saygıyla ve bu kişilerin
yücelikleri konusundaki inanışla açıklanabilir. İslâmiyet’ten önceki atalar
kültünün bugün bu ziyaret yerlerinde velî tipi olarak devam ettiğini
görmekteyiz. İslâmiyet’ten önceki atalara kurban sunma ve onların üstün
güçlerinden yardım dileme pratikleri İslâmiyet’ten sonra bazı ufak
değişikliklerle velî kültü olarak karşımıza çıkmaktadır. Atalar kültüne
İslâmiyet ile birlikte dua etme, namaz kılma, Kur’an okuma gibi ögeler
eklenmiştir. Bu İslâmî motiflere rağmen atalar kültü büyük oranda kendini
muhafaza etmiştir (Karakaş, 2005 ).
İnanç merkezlerine gidiş nedenleri :
1. Çocuk sahibi olmak, doğan
çocuğun ölmesini önlemek, yaramaz çocukları ıslah etmek, konuşamayan çocukların
dilini açtırmak.
2. Evlenemeyen kızların
kısmetini açmak
3. Rızk arttırma dileği
4. Kayıp eşyayı bulmak
5. Kötü alışkanlıklardan
kurtulmak
6. Şirinlik dileği (kısmet
açma)
7. Askerden sağ salim dönme
dileği
8. Yeni bir işe başlamadan
kutsal zatın, duasını, rızasını alma
9. Doğal afetlerden korunmak
Yatır, ziyaret ve kutsal sayılan mezarlarda süren pratikler:
1. Adak kurbanı kesmek, kanını
alnına sürme
2. Türbe, mezar, ağaç ve
çalılara çaput bağlamak
3. Kutsal sayılan sudan içmek,
yıkanmak, para atmak
4. Adağın gerçekleşmesinden
sonra yiyecek dağıtmak
5. Türbeye havlu, seccade,
halı, tesbih, baş örtüsü, takke, ibrik, para bırakmak vd.
6. Türbede secdeye kapanmak,
gece uyumak
7. Belli hastalıkları
sağalttığına inanılan yatırlarda şifa dilemek
Günlere Ait İnanmalar (K.22, K.11, K.37)
Pazartesi: Soğan, biber, tütün vb. acı şeyler hiç kimseye
verilmez.
Salı: Salı günü iyi sayılmaz. Göç yapılmaz.
Perşembe: Çamaşır yıkanmaz.
Cuma: Çamaşır yıkanmaz. İkindiye kadar kül atılmaz.
Akşamları kimseye bir şey verilmez. Arife günü çamaşır yıkanmaz. Banyo
yapılmaz.
Diğer İnanış ve İnanmalar
* Akşam üzeri veya akşam komşuya bir şey vermenin uğursuzluk
getireceğine inanılmaktadır. Buna göre, ikindiden sonra kazan verme veya
komşunun un, tuz, süt istemesinin o eve felaket getireceğine inanılmıştır.
Böylece, kazanın karalığı ile kara haber, un, tuz, sütün beyazlığı ile kefen
arasında ilişki kurulmuş ve bu davranışlarda bulunulmaktan kaçınılmıştır
(Başçetinçelik,1998).
* Ziyarete, yatırlara ve ağaçlara dilek için bez
ve saç bağlanır.
* Kumru, güvercin ve kırlangıç gibi kuşların vurulması günah
sayılır. Güvercinlerin cennetteki huri kızları olduklarına inanılır.
* Kaybolan eşya için kol okunur, kol büzülürse kayıbın
bulunacağına inanılır. Buna kol karşılamak denir.
* Öğleden sonra bereket kaçmaması için süt, yoğurt ve
damızlık verilmez.
* Yörükler koyunu pirli hayvan kabul ederler, çok kutlu
sayarlar. Ayrıca çobanlığı da uğurlu sayarlar (Cin, 2004).
* Yolda tilkinin görülmesi veya kesip geçmesi hayırlı ve
uğurlu bir işe alamettir (Cin, 2004).
* Yörüklerde karaçam, kara ardıç, ağacı ve andız çok
kıymetlidir, kutsal sayılır (Cin, 2004).
* Aladağ Yörüklerinde
avı, avın bereketli olması için avcılar tüfekleriyle mezarlığın etrafında
3, 7 ve 40 defa döner. Bu bir tavaf olayıdır. Mezarlık, ata ruhunun bulunduğu
mekândır ve ata ruhu kutsaldır (Yalgın, 1997: 385).
BAYRAMLAR, TÖRENLER, KUTLAMALAR (K.34, K.12,
K.35, K.1, K.4)
Şölen-Tören
Düğün, tören, şölen gibi kutlamalar eski Türk
kültüründe çok yaygındır; Kutlamalar şekil değiştirmekle birlikte günümüzde de
sürmektedir.
Askere Yolcu Etme Âdetleri (K.27, K.32)
Askere giden delikanlıya bir lokma ısırtılır, ısırtılan
lokmanın yarısı kısmetini geri çekip getirmesi için saklanır. Bundan amaç
askerin sağ salim evine gelmesidir.
Yörükler, askere giden delikanlıya kına yakarlar. İnanışa
göre; koçlara kına Allah’a kurban etmek için, kızların saçına kına kocalarına
kurban etmek için, askere giden delikanlıların eline kına vatana kurban etmek
için yakılır.
Hıdrellez
Hıdrellez günü, kim ne istiyorsa onun şeklini akşam taş ile
yapar, sabah güneş çıkmadan önce onu üç İhlas bir Fatiha okuyarak bozar.
Hıdrellez akşamı ateş yakılır ve ateşin etrafında dönülür. Hıdrellez’de ateşin
üzerinden atlayarak günahların dökülmesi burada ağacın sallanmasıyla günahların
dökülmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Dalgıntekin, 1995).
Diğer Bayram,Tören ve Kutlamalar (K.23, K.24, K.34,
K.12,K.28)
* Göçün hayırlı geçmesi için kurban kesme.
* Seyirlik oyunlarında Arap kılığına girme (kara motifi).
* Evin bereketinin kaçmaması için alınan önlemler.
* Ateş ve külün kutsallığı.
* Yağmur duası, koyun ve kuzusunun suyun iki yakasında
meleşmesi, kurban, toplu yemek.
* Doğum adetlerinde kutlu kavramının yaşatılması.
* Çocuklara yalnızca büyüklerin ad koyması.
* Yörük mutfağında unutulmuş eski kültür izlerinin en güzel
örneklerini görüyoruz (süt dolazı, ekmek dolazı, yepinti, çileme, tovga ekmeği,
batırık vb.)
Sonuç:
İslamiyet öncesi inanç sistemlerindeki "aynı anda
değişik kılıklarda görünme, mekan aşma, öldükten sonra dirilmiş görülme,
akıldan geçenleri bilme, ölüyü diriltme, hastalıkları iyileştirme, tabiat
kuvvetlerine hükmetme, hayvan kılığına girme, göklerde uçma, ateşte yanmama,
başka bir keramet sahibine meydan okuyup onu alt etme, insanları taşa çevirme,
düşmana kötülükler musallat etme yaşlı kadın ve erkeği çocuk sahibi yapma, su
üstünde yürüme" gibi motifler Anadolu menkıbelerinde bütün canlılığıyla
yaşamaktadır (Ocak,1984:91-93; Güngör, 1996:239). Bu inançlar: halk
hekimliğinde, yağmur yağdırma törenlerinde, mevsimlik törenlerde, semahlarda,
kutsal ağaç, gelinin büyüsünün bozulması için su üzerinden ceyizinin
geçirilmesi, kurt ağzı bağlatma, adak çaputu bağlama, albastı, taş kesilme
inancı, yatır, ziyaret yerlerinden medet umma, elbise ve bazı eşyalarla gömülme
vd. olarak sıralanabilir.
Türkler, İslamiyet'i kabul ettikten sonra eski inançlarından
atalar ve tabiat kültlerini, şekil-don değiştirmeyi, Tanrı'nın insan şeklinde
görülmesi inancını, ruhun başka bedende hayatını sürdürmesi inancı olan
tenasühü, Budizm ve Şamanizm'de görülen havada uçma ve diğer sihir, büyü, ongun
gibi inançlarını İslamiyet'te de sürdürdüler. Velilerin etrafında oluşan
menkabeler atalar kültüyle bağlantılıdır. İslamiyet'in kabulünden sonra atalar
kültü Anadolu'da veli kültünün oluşumunda etkili rol oynamıştır (Ocak, 1992:10).
Velilerin bir çoğu adıyla yaşatılırken bir çoğunun adı unutulmuş, kerametleri
yatır ve ziyaretlere ad olarak verilmiştir (Artun, 2000: 40).
Yüzyıllar geçse de, toplumda çok uyulan âdet ve inanma
kalıpları o toplumun her döneminde kendini gösterir. Dolayısıyla günümüzde de
yaşayan âdet ve inanmalarda Türklerin ilk din ve inanç sistemlerinin izlerini
bulmak mümkündür. Ölü evinde kırk gün süreyle ışık yakılması, mezar üzerine
arpa, buğday, bulgur gibi şeylerin serpilmesi, cenaze törenlerinde ziyafet
verilmesi, geline saçı saçmak, çocuk doğduktan sonra “son”un toprağa gömülmesi,
eski inançların bugüne kadar gelmiş şekilleridir; ama halk bu âdet ve
inanmaların çoğunun eski inançlardan geldiğini bilmemekte, hatta eski
inançlardan geldiğini kabul etmemektedir. Eski Türk inançlarının izlerini
taşıyan bir kısım âdetlerin niçin yapıldığını bilmeyen halk, “Bu âdettir, âdete
uyulmazsa olmaz” karşılığını vererek âdetlerin vazgeçilmezliğini ortaya
koymaktadır. Bu da bize, ritüel işlevini kaybetmiş eski inanç kalıntılarının
âdet adı altında yaşadığını göstermektedir.
Bir çok inanç ve bunların etrafında oluşmuş uygulamaların
belirlenip ortaya konması ritüel olarak adlandıracağımız olguların
günümüzde aldığı şekli tespit etmemizi sağlayacaktır. Ayrıca
ritüellerin iç dinamiği, çalışma prensipleri ortaya çıkacaktır. İnançların çok
katı, çok kuvvetli yaptırım gücü vardır. İnançlar gerek inanç sistemi içinde,
gerek dinsel, gerekse toplumsal yönüyle bir takım işlevler üstlenmiştir.
Çukurova Yörük ve Türkmenlerinin gelenek ve
göreneklerinden yola çıkarak, eski Türk kültürünün izlerini bulmaya çalıştık.
Bu tür çalışmalar sürdürüldüğünde pek çok eski kültür izlerini bulabileceğimiz
inancını taşıyoruz.
KAYNAKÇA
Aksoy, Muammer; 1987, Bir Kültür Kodu Olarak TDAD, Ankara.
Artun, Erman; 2000, Adana Halk Kültürü Araştırmaları, Adana
Avcıoğlu, Doğan; 1995, Türklerin Tarihi 1., Tekin Yayınları,
İstanbul
Baykurt, Şerif; 1993, Çukurova’da Türkmenler Ve Halk
Oyunları, Adana Valiliği-Çukurova Üniversitesi Iı. Uluslararası
Karacaoğlan-Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu, Bildiriler, Ç.Ü. Basımevi,Adana.
Boratav, Pertev Naili, 2000, Halk Edebiyatı Dersleri, Tarih
Vakfı Yayını, İstanbul
Çevik, Hikmet; 1971, Tekirdağ Yörükleri, Tekirdağ Halkevi
Yayınları, Eko Matbaası, İstanbul.
Çıplak, Nilgün; 2001,İçel Tahtacıları Dini İnanışlar ve Dini
Törenler, Halk Kültürü, Anonim Halk Edebiyatı, Ç.Ü. Sos.B.Enst., Yayınlanmamış
Dokt.Tezi, Adana
Cin, Firdevs (2004), Ceyhan Yörüklerinde Halk Kültürü
Araştırmaları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Adana.
Çobanoğlu, Özkul; 2000, “Türk Dünyası Sosyo-Kültürel
Bağlamında Nevruz Bayramının Yapısal ve İşlevsel Bakımlardan Halk Bilimsel
Çözümlemesi” Uluslararası Nevruz Sempozyumu Bildirileri, HAGEM Yayınları,
Ankara.
Dalgıntekin, Huri (1995), Tarsus Âdet ve İnanmaları,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, VII+180 s.
Derleme Sözlüğü; 1979, T.D.K. Yayını, T.T.K. Basımevi,
Ankara.
Dulkadir, Hilmi;1993, Yörükler, İçel Kültür Dergisi, Sayı.
29, Kasım 1993, Kültür Ofset Basımevi, Mersin.
Eliade, Mircea; 1987, Encyclopedia Of Religion v.13.Mc
Millan, Newyork
Eren, Naci;1979, Yörük Göçü, T.F.A. 18-19/362 Eylül
Eröz, Mehmet;1991, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yay. İstanbul.
Fischer, Ernest; 1985, Sanatın Gerekliliği, Ankara
Gökbilgin, Tayyip;1957, Rumeli’de Yörükler, Tatarlar Ve
Evlad-I Fatihan, Sayı.1-6, İstanbul.
Güngör, Harun; 1996, “Türk Alevi Bektaşi İnançlarında
Şamanlığın İzleri”, Erdem Dergisi, Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı 1,
İnan, Abdulkadir; 1954, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara.
İnan, Abdülkadir; 1966, Tarihte ve Bugün Şamanizm
İslam Ansiklopedisi; 1943, Faruk Sümer, Oğuz Maddesi,
İstanbul
Karakaş, Ayhan (2005), Feke Halk Kültürü Araştırması, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Kaya, Muharrem; 2001, “Eski Türk İnanışlarının Türkiye’deki
Halk Hekimliğinde İzleri”, Folklor/Edebiyat, Ankara
Korum, Oğuz; Alanya’da Yayla Göçü, Alanya I. Tarih Ve Kültür
Semineri (Bildiriler), Seçil Ofset.
Kutlu, Muhtar; 1987, Doğu Anadolu Göçer Topluluklarında
Karaçadır, Iıı. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, K.T.B. Yay.,
Başbakanlık Basımevi, Ankara.
Kutlu, Muhtar;1987, Şavaklı Türkmenlerinde Göçer Hayvancılık,
K.T.B. Mıfad Yay., Sevinç Matbaası, Ankara.
Kutlu, Muhtar;1992, Yaşayan Bir Alt Kültür Geleneği-Anadolu
Göçer Kültürü-Iv. Milletlerarası Türk Halk Kültür Kongresi Bildirileri, Kültür
Bakanlığı, Feryal Matbaası, Ankara.
Malinowski, Bronislaw; 1998, İlkel Toplum, İstanbul.
Meydan Larousse, 1971, “İnanç”,C.6, İstanbul
Meydan Larousse; 1973, Yörükler Maddesi, Cilt. 12, İstanbul.
Nutku, Özdemir; 1985, Dünya Tiyatro Tarihi, İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar; 1983, Bektaşi Menkabelerinde İslam Öncesi
İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul
Ocak, Ahmet Yaşar; 1984, Türk Halk İnanç ve Edebiyatında
Evliya Menkıbeleri, Ankara
Ocak, Ahmet Yaşar; 2000, Alevi Bektaşi İnançlarının İslam
Öncesi Temelleri, İstanbul
Ocak, Ahmet Yaşar;1992, Menakıpnameler, Ankara
Örnek, Sedat Veyis; 1988, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane, İstanbul
Özbudun, Sibel; 1997, Ayinden Törene: Siyasal İktidarı
Kurulma ve Kurumsallaşma Sürecinde Törenlerin İşlevleri, İstanbul.
Tezcan, Mahmut; 1966, Kültürel Antropoloji, Ankara
Tezcan, Mahmut; 1997, “Türk Coşkusunun Simgesi Nevruz”, Türk
Dünyası, Ankara.
Turan, Şerafettin; 1994, Türk Kültür Tarihi, İstanbul
Yalman (Yalgın), Ali Rıza; 1977, Cenup’ta Türkmen Oymakları,
Haz: Sabahat Emir, Ankara Kültür Bakanlığı Yay., M.E.B. Basımevi, İstanbul.
Yılmaz, M. Ali (2005), Aladağ Halk Kültürü Araştırması, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Yılmaz, Tuğba (2000), Adana İli Karaisalı İlçesi Kırıklı
Köyü Folklor Araştırması, Ç.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü Bitirme Tezi, 42 s.
Yörükan, Yusuf Ziya; 1928, Tahtacılar, Dar-ül Fünun İlahiyat
Fakültesi Mecmuası, İstanbul
KAYNAK KİŞİLER
K.1 Ahmet Yılmaz. 43, Demirtaş
Köyü, Adana.
K.2 Birsen Karataş. 55, İlkokul,
Hacıahmetli Köyü, Mut, Mersin.
K.3
Celil Duran. Dokuztekne Köyü, 70, Adana.
K.4
Cennet Mamak, 98, evli, ev hanımı, öğrenimi yok,
Yumurtalık, Adana.
K.5
Döne Akkaya. 47, İlkokul, Hacıahmetli Köyü, Mut,
Mersin.
K.6
Emine Dündar. 55, Dokuztekne Köyü, Ceyhan, Adana
K.7
Emine Tekkol. 80, İlkokul, Hacıahmetli Köyü, Mut,
Mersin.
K.8
Fatma Karataş. 53, İlkokul, Hacıahmetli Köyü, Mut,
Mersin.
K.9
Fındık Türkay, 75, okuma yazması yok, Tecirli Aşireti,
Adana.
K.10
Gülsüm Şen. 55, İlkokul, Hacıahmetli Köyü, Mut, Mersin.
K.11
Hamide Sakar. 42, İlkokul, Adana.
K.12
Hanım Mamak. 50, evli, ev hanımı, İlkokul, Yumurtalık, Adana.
K.13
Hasan Kılıç, 32, İlkokul, Yahyalı Barahzama, Adana.
K.14
Hatice Güler. Öğrenimi yok, ev hanımı, Karaciğer mezrası, Adana.
K.15
Hayrettin Uygun. 45, İlkokul, çiftçi, Karaisalı, Adana.
K.16
Hüseyin Kaynak, 73, okuma yazması yok, Tecirli Aşireti, Adana.
K.17
Hüseyin Saban. 51, Yahyalı Barahzama Köyü, Adana.
K.18
Hüseyin Uygun. 75, İlkokul, hayvancılıkla uğraşıyor, Tecirli Aşireti, Adana.
K.19
İbrahim Akkaya. 42, İlkokul, Hacıahmetli Köyü, Mut, Mersin.
K.20 İsmail Mamak- İlkokul, 50, evli,
Yörük, Adana
K.21 Kerime Altıparmak. 45, İlkokul, ev
hanımı, Adana.
K.22
Mehmet Dinler. 40, İlkokul, Adana.
K.23
Mehmet Getir, 40, İlkokul, Hacıahmetli Köyü, Mut, Mersin.
K.24 Mehmet Zeren. 50, Ceyhan, Dokuztekne
Köyü, evli, Yüksekokul, Ceyhan, Adana.
K.25 Munise Mamak. 26, evli, ev hanımı,
İlkokul, Yumurtalık, Adana.
K.26 Murat Evat. Soysal Köyü, 50, Adana.
K.27 Mustafa Sarı. 60, Müteahhit, Keşli,
Adana.
K.28 Nuran Sert. 47, İlkokul, Hacıahmetli
Köyü, Mut, Mersin.
K.29 Osman Çelik. Dutlu Köyü, 52, Adana.
K.30 Ömer Torun. 62, okumamış, Dokuztekne
Köyü, Adana.
K.31 Özlem Yönder. 20, Üniversite
Öğrencisi, Adana.
K.32 Selahattin Kaya. 47, emekli, Keşli,
Adana.
K.33 Sultan Balkarkaya. 37, ev hanımı,
İlkokul, Yumurtalık, Adana.
K.34 Süleyman Dava. Tecirli Aşireti, 69,
Adana.
K.35 Süleyman Dura. 69, okuma yazması yok,
Tekeli Aşireti, Adana.
K.36 Süleyman Kaçar. 70, İlkokul, Ceyhan,
Adana.
K.37 Ümmü Özgüç. 60, İlkokul, Adana.
Prof. Dr. Erman ARTUN
Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Öğretim üyesi
Yorumlar
İçerik yoruma kapalıdır.
|